29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

İnsan ve şiddet Çocuğun sosyal başarı), öğrenmeye (akademik başarı ve mutlu olmaya, kendini gerçekleştirme başarısı ihtiyacı vardır, bu ihtiyaçlar giderildiği ölçüde öfkesi azalacaktır. Yetişkin insanın bir işe ihtiyacı vardır, işinde mutlu olmaya ve yeterince para kazanmaya ihtiyacı vardır, bu karşılandığında öfkesi azalacaktır. Mehmet Yapıcı, [email protected] Ş CBT1017/21 15 Eylül 2006 iddet; sosyal bir olgu olarak, öğrenilen bir tutumdur. Her ne kadar, şiddetin insanın doğasında var olan bir dürtü olduğunu ileri süren düşünceler var olsa da; doğum sonrası insan yavrusunun davranışları gözlemlendiğinde, gelecekte şiddeti çağrıştıracak davranış kalıplarına rastlanmadığını ileri sürebiliriz. Şiddet öğesinde biriktirilmiş öfke, öfkenin kontrol altına alınamaması, öfkenin davranışa dönüştürülmesine yol açacak bir uyarıcı ve zarar verme fiili ya da tehdidi var. Önemli olan bu sürecin nasıl ortaya çıktığının betimlenmesidir. Bu betimleme yapılmadan çözüm üretme de sağlıklı olmaz. Öfke, insanın kendini ifade etmesinin bir biçimidir. Yani öfke de bir iletişimdir, ancak istenmeyen, onaylanmayan, olumlu sonuçlar oluşturmayan yıkıcı bir iletişim. İnsan kendini söz, duygu, mimik, jest, ya da bir başka biçimde neden ifade edemez? Her insan çevresinden kabul görmeyi ve değerli hissetmeyi ister. Bunu duyumsamadığı dönemlerde, kendini ifade etmede güçlük ortaya çıkar. İnsan kendini neden ifade edemez? Muhtemelen öğrenemediği, bu olanağı bulamadığı ve kendini değerli hissetmediği için... Bu durum ise, geçmişin bir birikintisi olarak ortaya çıkmış olmalı. Çünkü insan davranışlarının gösterildiği an, bir sonuçtur. Bu sonucu ise yaratan, bir geçmiş süreç var. Yaklaşık ergenlikte ortaya çıkan soyut düşünme becerisi elde edilinceye kadar, insan kendini evrenin merkezinde algılar. Evrenin merkezine kendine koyan insanın en büyük güçlüğü ise, paylaşamamaktır. Paylaşma, öğrenilen sosyal bir davranıştır. İnsanın sosyal bir varlık oluş gerçeği, paylaşmanın da çok rahatlıkla kazanılabileceğini düşündürtür. Ancak bu gerçekleşmiyor. Çünkü, çocuk büyürken, bunun gerçekleşmesini engelleyen bir dizi hata yapılır. Örneğin, evine misafir kabul eden bir annebaba, çocuğuna şu direktifi verebiliyor: "oyuncaklarını ortalıktan kaldır, misafir çocuk/çocuklar onları alabilir, kırabilir". Bu ve buna benzer direktiflerle büyüyen çocuğun paylaşmayı öğrenmesini bekleyebilir miyiz? Bu tür ayrıca, ben merkezliliğin ortadan kalkmasını ve yerini sosyal ben’e bırakmasını da engeller. Sosyal ben’i gelişmemiş birey ise, paylaşmayı, empati kurmayı, kendine ve başkalarına değer vermeyi öğrenemez. Paylaşmayı öğrenemeyen insan, her elde edemediği için bir suçlu arar. Bunu ifade ettiğinde ise, çoğunlukla kınanır, sorgulanır, aşağılanır ya da şiddete uğrar. Çocuk çoğunlukla ilköğretime başlayıncaya kadar, şiddete direnecek güce (zihinsel, duygusal ve fiziksel) sahip değildir. İlköğretimden itibaren zihinsel gelişmişliği ve duygusal olarak kendini ifade etmede elde ettiği yeterlilik, fiziksel olarak da kendine yakın bulduğu akranları ile birlikte sergilenecek bir ortama kavuşmuş olur. Okullu çocuk için, aileler çoğunlukla neredeyse bilinçaltı şöyle bir algıya sahiptir: "oh be, artık okul var, çocuğumla ilgili sorumluluğumun büyük bir kısmını onlara devredebilirim". Kendini değerli hissetmeyen, paylaşmayı öğrenemeyen ve kendini evrenin merkezinde algılayan çocuk için, biriktirilmiş öfke açığa çıkmak için uygun uyarıcıyı beklemeye başlar. Öfkeyi ortaya çıkaracak uyarıcı ise çok kolay bulunur. Ödevini yapmadığı ve yeterince çalışmadığı için aile onu kınar, üzer ve şiddet uygulayabilir. Öğretmen; kurallara uymadığı için, hata yaptığı için, okul koridorunda koştuğu için, zayıf not aldığı için.. çocuğu kınar, üzer ve şiddet uygulayabilir. Çocuk açısından denetimsiz ve her an seyredilmeye hazır bekleyen televizyon; yüceltilmiş ve "estetize" edilmiş çizgi filmler, filmler aracılığıyla, çocuğun biriktirilmiş öfkesini davranışa dönüştürecek uyarıcı öğrenmelerle doludur. Böylece akranlara aktarılacak biriktirilmiş öfke davranışa dönüştürülmeye hazır hale gelir. Çocuk, ailesine ve okula yansıtamadığı öfkesini, diş geçirebileceği biri olarak akranlarına çevirir. Akranlara gösterilen şiddet, bazen görmezden gelinir, bazen de sessizce onaylanır. Çocuğunun dayak yemesindense, dayak atmasını tercih eden anababaların sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. liyor. Bu durum bile, şiddetin ne kadar kanıksandığını göstermek için yeterlidir. Şiddeti ortadan kaldırmayı önermek çok iddialı olacağı için, şiddeti zayıflatmanın yolunu öncelikle aramak gerekir. Eğer şiddet bir birikimin sonucu ise, onu zayıflatmanın bir süreç ve birikim olacağını da öngörebilmek gerekir. Sosyal kurumların şiddeti zayıflatması ve etkisiz hale getirebilmesi, şu temel varsayımın ele alınması ya da düşünülmesi ile sağlanabilir; ihtiyaçların karşılanma oranı ile şiddet arasında ters bir ilişki vardır. Bu şu demektir, bebeğin sağlıklı büyümesi için, anne sütü ve ebeveyn sevgi ve şefkatine ihtiyacı vardır, ihtiyacı karşılandıkça öfkesi azalacaktır. Çocuğun sosyal akran aktivitelerine (sosyal başarı), öğrenmeye (akademik başarı) ve mutlu olmaya (kendini gerçekleştirme başarısı) ihtiyacı vardır, bu ihtiyaçlar giderildiği ölçüde öfkesi azalacaktır. Yetişkin insanın bir işe ihtiyacı vardır, işinde mutlu olmaya ve yeterince para kazanmaya (istihdam ve gelir dağılımında adalet) ihtiyacı vardır, bu karşılandığında öfkesi azalacaktır. Bireyin devlet tarafından kucaklanmaya ihtiyacı vardır, bireyin toplum tarafından kabul görmeye ihtiyacı vardır, bireyin kendisini dinleyecek bir insana Bireyin devlet tarafından ihtiyacı vardır, bireyin oy kucaklanmaya ihtiyacı verdiği insanlara hesap sormaya ihtiyacı vardır var, bireyin toplum tara(bu ihtiyaç 5 yıllık perifından kabul görmeye ihyotlarla geçiştirilemez). tiyacı var, bireyin kendiBu ihtiyaçlar giderildiğinde öfke azalır, şiddete vasini dinleyecek bir insaracak boyutlara ulaşması na ihtiyacı var, bireyin oy engellenmiş olur. ÇÖZÜM İÇİN YOL Çocuk biriktirilmiş öfkesini davranışa dönüştürürken, zihinsel niteliklerinden dolayı sadece anı yaşar. Yani bıçağı salladığında karşısındakinin ölebileceği olasılığını düşünemez (filmlerde kahramanlar çok zor ölür, ölenler ise yüceltilir). Çünkü düşünme analitik yani nedensonuç ilişkisi içinde değildir henüz. Eğer, şiddetin kendini değersiz hissetmenin, hospitalizmin (sevgiden yoksun büyümek) bir sonucu olarak ortaya çıktığını kabul edersek; çözüm için de bir yol görünmüş olur; çocuğun eksikliğini hissettiği değersizlik ve sevgisizliği ortadan kaldırmak. Peki bunu kim ortadan kaldıracak; elbette aile, politika, din, ekonomi..vb. sosyal kurumlar. Ama temel sorun da burada, kurumlar şiddeti ortadan kaldırmak yerine, destekliyorlar. Evine dönen baba ya da anne, işyerinde, sokakta gün boyu biriktirdiği öfkesini eşine ve çocuklarına yansıtıyor. Devlet kapısına giden yurttaş, vergisini öderken, bankada taksitini yatırırken, alışverişini yaparken, bir talepte bulunurken, bir hizmeti satın alırken, işini zorlaştıran ve kendini değersiz hissettiren bir sürü uygulamayla karşılaşıyor, yani öfke biriktiriyor. Akşam evinde, televizyonun başına geçen aile, şiddet ve şiddetin yansıması olan programlarla geceyi noktalayıp uyuyor. Okula giden çocuk, eğitimöğretim ortamında bir baş belası gibi kendini algılamasına neden olan kural ve normlarla karşılaşıyor yani bütün sosyal kurumlar ve iletişim stratejileri güvensizlik üzerine kurulmuş. Kamusal ve özel yaşamda oluşan bu güvensizlik, şiddeti doğurup meşrulaştırıyor. Şiddet uygulamaları ancak, öldürme noktasına ulaştığında dikkat çekebi SANCILI TOPLUMLAR Demokratik gelişimlerini tamamlayamamış ya da demokratikleşme sancılarını yaşayan toplumlar, sorunların çözümünde şiddete başvurmayı meşrulaştırabilirler. Demokratik tutum, farklılıkları kabullenmeyi (farklılığı fark etme, farklılıkları tanıma, farklılıklara yaşam hakkı vermede tutum oluşturma) gerektirir, şiddette başvurulurken kullanılan temel bilinçaltı savunma mekanizmalarından biri de farklılığa karşı duyulan hoşgörüsüzlüktür. Bu hoşgörüsüzlüğün şiddete dönüşmesi, kabullenmenin gerçekleşmemesi ile doğrudan ilişkilidir. Bu kabullenme, sosyal kurumların birbirini destekleyen ortak politikaları ile gerçekleştirilebilir. Örneğin, bir sosyal kurum olarak eğitim kurumu, bireylere fırsat eşitliği sağlamaya yönelik bir temaya sahip olmadığında, bunun politikaya yansıması da elbette çeşitlilik şeklinde olmayacaktır. Din kurumu, farklı inanışları, düşman olarak gördüğünde evrensel düşünen bireylerin ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Ne yazık ki şiddet hadi engelleyelim diye söylenerek ortadan kaldırılabilecek bir olgu değildir. Şiddetin oluşması nasıl bir birikim ve süreçse, kaldırılması da benzer birikim ve süreci gerektirir. Bu süreçte ise, bireyden topluma, en küçük sosyal gruptan devletin kurumlarına kadar herkese ilgilendiren ve yerine getirmesi gereken sorumluklar vardır. İnsanın kendisini sevmesi ile başlaması sanırım uygun bir başlangıç olabilir. Kendini seven ve bağışlayan başkalarını da sevip bağışlayabilir. verdiği insanlara hesap sormaya ihtiyacı var. Bu ihtiyaçlar giderildiğinde öfkenin şiddete varacak boyutlara ulaşması engellenmiş olur. TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear