26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

PolitikBilim Psikiyatri Aykut Göker J | Üretim Merkezi Olmayı Sürdürebilmek... Daha önce de söztinü ettim; imalât sanayiimiz belli bir yetenek düzeyini yakalamıştır. HattS, teknoloji yoğunluğuna göre yapılan sanayi sınıllamalanna göre, 'oriayüksek teknolojili' sanayi dalları arasında sayılan otomotiv veyan sanayii ile beyaz eşya ve makine imalât sanayilerinde ve yüksek teknolojili' sanayi dalları arasında sayılan tüketici elektroniğinde Türkiye'nin bir üretim merkezi konumunda olduğu da söylenebilir. Otomotiv ve yan sanayiinin ürünleri ihracatımızda ilk sırayı alıyor. Beyaz eşyada ve tüketici elektroniğinde Avrupa pazarlarında önemli bir paya sahibiz. Makine imalât sanayiinin bazı dallannda yurtdışından özel siparişler alınabiliyor. Bunlara, eğer elimizden kaçırıp kapatılma riskiyle karşı karşıya bırakmazsak, 'ortadüşük teknolojili'sanayiler arasında sayılan çelik sanayiimizi de katabiliriz. (Ülkemizde ihracat ve istihdam açısından önemli birağırlığı olan tekstil, konieksiyon ve gıda sanayileri düşük teknolojili sanayiler sayılıyor.) Kazanılan üretim merkezi konumunun tabiî ki sürdürülmesi istenir; ama, çok kezyazdığım gibi, bunun şartları var: Sanayimizin her şeyden önce küresel ölçekte bir rekabet üstünlüğü olması ve bunu sürdürebilmesi gerekir. Türkiye ucuz işçilikle ya da çevreyi kirletme pahasına bu üstünlüğü kazanamaz; kazanması da istenemez. Doğal kaynaklarımız, bazı sanayi dalları dışında, Türkiye'nin rekabet üstünlüğünü sürdürmesine tek başına yetmez. AB için de geçerli olan bu verili koşullarda, Türkiye'ye söz konusu üstünlüğü kazandıracak tek şey, imalât yeteneğini tamamlayacak olan, yeni ürünler, üretim yöntemleri, yeni sistemler geliştirme becerisini güçlendirmesi ve bu becerisini kendi bilimsel ve teknolojik araştırmageliştirme (ARGE) yeteneğine dayandırabilmesidir. Ürünlerin ve üretim yöntemlerinin bilim ve teknoloji muhtevâları arttıkça, sanayi sektörlerinde netkatma değerin yaratılması da, ağırlıklı olarak ARGE süreçlerine kaymıştır. Artık, ARGE sürecindeki üstünlük ve bu süreç sonunda ortaya konan bulgularıbilgileri pazarlanabilir yeni ürünler, üretim yöntemleri ve yeni sistemlere dönüştürmedeki (inovasyon) yetkinlik dünya pazarlarındaki rekabet üstünlüğü yarışında belirleyici olmaktadır. imalât sanayiimizin saydığım dallannda, son yıllarda, ARGE ve inovasyon süreçlerinde yetenek kazanmayönünde, ciddîçabaların olduğunayine bu köşede birçok kez değindim. Ûrneğin, CBT'nin 30 Nisan 2005 tarihli sayısında otomotiv sanayiimizin çabalarından söz etmiştim. Bu kez de, 13 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde, tüketici elektroniğinin önde gelen firmalarından Vestel'in iki yıllık bir lâboratuvar çalışması sonucu, cep telefonu ve bilgisayar gibi cihazlarda kullanılabilecek hidrojen esaslı yakıt pili prototipi geliştirdiği haberine yer verilmişti. Yaklaşık ikiyıl önce, Arçelik, Totaş, Ford Otosan ve Türk Demirdöküm'den oluşan bir konsorsiyumun da beyaz eşya ve otomobillerde kullanılacak hidrojen esaslı yakıt pilleri konusunda, bu yeni teknoloji alanına giriş açısından önemli sayılacak bir araştırma başlattığını biliyoruz. Yakıt pilleri, sürdürülebilir enerji kaynaklarından yararlanmaya yönelik olarak yapılan ve dünyanın gelişmiş ülkelerinde giderek hız kazanan teknolojik araştırmaiarın önemli çıktılarından biri. Adını çokça andığım Vizyon 2023'te de, yakıt pilinin Türkiye için önceliği olan bir teknolojik laaliyet konusu olduğu ortaya konmuştu. Türkiye bu alana girmekte geç kaldı; ama, ürettikleri ürünlerde kendi özgün teknolojilerine dayalı yakıt pillerini kullanma arayışında olan firmalarımızın çabalan, bu alandaki rekabet yarışında, en azından arkalarda kalmamalarını sağlayacak ve ilerisi için imkân yaratacak. Bu, işin sevindirici yanı; işin üzücü yanı da, aynı günlü gazetede yer alan bir sohbet sırasında, Vestel icra Grubu Başkanı Ömer Yüngül'ün Özlem Yüzak'a söyledikleri. Yüzak soruyor: "[Bu araştırmanızda] neden TÜBİTAK'tan da destek almadınız" Soruyu Yüngül, "Bizim için zaman son derece önemli. işi yavaşlatabilecek bütün katmanlardan uzak durduk", diye yanıtlıyor. Bütün ülkeler ARGE'ye yönelen firmalarının elinden tutarken, bizde, elinden tutulursa, tam tersine zarar görüleceğinden söz edilmesi oldukça acı. Bu durumu hep birlikte düşünmemiz gerekli. http://www.inovasyon.org TEDAVİ EDİLSİN Mİ EDİLMESİN Mİ TARTIŞMASI Depresyon tedavisi yaratıcılığı öldürmez Doktorlar ve tıbbi araştırmacılar depresyonu gerçek bir hastalık olarak ele alıyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre depresyon dünyada 120 milyon kişlyi etkiliyor ve çok yakında en yaygın küresel hastalıklar sıralamasında ikinci sıraya yerleşecek. Ancak depresyonu hâlâ gerçek bir hastalık olarak kabul etmeyen bazı Insanlar, depresyonun yaratıcılığı besleyen bir acı çekme şekli olduğu yönündeki romantik fikri paylaşıyor. gainst DepressionDepresyona karşı" isimli kitabın yazarı Peter Kramer, depresyonu farklı bir açıdan ele alıyor. Bu kitapta depresyonsuz bir dünyanın neye benzeyeceğini araştırıyor. Depresyon tedavisine karşı çıkanlara karşı büyük öfke duyan Kramer, beyne fıziksel olarak zarar veren bir hastalığın niçin tedavi edilmediğini sorguluyor. Ve şu soruları soruyor: Van Gogh gibi sanatçılar anti depresan kullansalardı hayatlaın değişecek miydi? Bazı insanlar depresif insanları niçin çekici buluyor? İnsanlar kendine güven ile tepkisizliği karıştırıyor olabilirler mi? Veya bu kişilere göre acı çekmek ruhu yücelten bir deneyim mi? Depresyonun estetik, ahlaksal ve entelektüel bir değeri olduğunu düşünerek tedavi edilmesine karşı çıkanlar, hastalığın doğal seyrini sürdürmesinde bir sakınca görmüyor. Kramer'e göre bu son derece tehlikeli bir bakış açısı. Depresyonu kanser ve AIDS ile aynı kefeye koyan Peter Kramer Kramer, New Scientist dergisi ile yaptığı söyleşide, depresyonu insanın tüm gücünü ve enerjisini emip yok eden bir hastalık olarak ele alıyor. Depresyonu yaratıcılığın kaynağı olarak değerlendiren görüşe tamamen karşı çıkan Kramer, bu yaklaşımı ile tedaviye karşı çıkanlara meydan okuyor: SORU: "Cesur depresyon" fikri nasü doğdu? Peter Kramer Kahramanca acı çekme geleneğinin binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Bu gelenek bazı dönemlerde moda olurken, bazı dönemlerde cazibesini yitirmiştir. Rönesans döneminde, özellikle İngiltere'de melankoli modaydı. Melankoli çok sayıda günahı ve ayıbı örten bir bahane idi. Bu, bugün majör depresyon olarak isimlendirdiğimiz bir hastalık değildi; büyük bir olasılıkla iki uçlu bozukluktan saraya kadar çok sayıda hastalığı içinde barındırıyordu. 0 dönemde melankolik, tatminsiz, uyumsuz, isyankâr genç adamlar popülerdi. Bu moda en çok İtalya'da rağbet görüyordu. Böylece boğazına kadar depresyona batmış isyankâr artistik dahiler kültürümüzün bir parçası haline geldiler. • r „ t 959/8 6 Ağustos 2005 BAŞKA YETENEKLERKAZANABİLMEK... Günlük yaşamda bu tür bir fikirle hiç karşılaşünız nu? EYVAHKİ... Bazı hastalarım kendilerini ciddi biçimde sakat olarak değerlendirirken, bazıları da kendilerini üstün bir yaratık olarak görür. Muayenehanenin dışında depresyona bazı artı değerler yakıştırma eğilimi oldukça yaygın. Depresyon, estetik, ahlaksal hatta siyasi bir duruşu temsil ediyormuş gibi algılanıyor. Sol eğilimliler depresyonu toplum ile kişi arasındaki ahlaki uyumsuzluğun bir göstergesi olarak değerlendiriyor. Kısaca burada baskın görüş minimalizmin merkantalizme karşı olması. Bir de sağcı bakış açısı var. Burada da insanların ilaç veya başka terapi yöntemlerine başvurmadan, acılara kahramanca göğüs germesinin gerekli olduğu fikri öne çıkıyor. Bu iki görüş de hastalığı tedavi etmek yerine hastalığın üstün yönlerine vurgu yapıyor. Tıpta da buna benzer yaklaşımlara rastladınız mı? Marjinal görüşlülerde bu tür bir tavır seziyorum. Psikiyatrist Thomas Sasz gibi bazı insanlar son yıllarda takipçilerinin sayılan artıyor böyle bir akıl hastalığının var olmadığını iddia ediyor. Hatta toplumun genel bakış açısını benimseyen bazı psikiyatristler bile depresyonun kişiliğin cesur bir dışavurumu olduğunu savunabiliyor. Kaldı ki bazı psikoterapistler hastanın depresyon ile baş edebilmesi için daha depresif olması gerektiğini düşünebiliyor. Yani, bu görüşe göre hastanın sorunlarıyla yüzleşebilmeleri için dibe vurması gerekiyor. Başka bir deyişle, depresyonun semptomlarından biri olan kendi kendinden kuşku duyma hissi, insanların kendilerini sorgulamalarını kolaylaştırabiliyor. Doktorlar başka hastalıklarda da bu yaklaşımı tedaviye başlamak için hastalığın ilerlemesini beklemek benimsemiş olsalardı tıbbi felaketler yaşanırdı. Bir doktorun bu tehlikeli yolu seçmeden önce sağlam bir onay alması gerekir. Bir düşünsenize, ciddi anatomik hasarlara yol açabilecek bir hastalığı, kişiliğine yarar sağlayabilir umuduyla, tedavi etmeyip bekliyorsunuz. Bunu hangi etik kurum onaylayabilir?
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear