29 Eylül 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

YEŞIL S A Y F A "Denizlerimiz Dosyası" III J '*W. Denizlerimizin Anatomisi Türkiyemizi çevreleyen denizler pek çok açıdan birbirinden farklılıklar gösterseler de, yapısal bazı önemli özellikleri, bunlar arasındakl bağlantıyı açıkça ortaya koymaktadır. M.llham Artüz, Biyolog rüleceğı gibi, Karadeniz de dahil, Boğazlai* sisteminin derinliğin elverdlğl herhangi bir noktasında birbiri üzerinde sıralanmış üç farklı su kütlesine rastlanmaktadır. Bu tabakaların kalınlıkları mevsimlere, yıllara, meteorolojik ve hidrografik şartlara bağlı olarak bazı değişiklıkler gösterırse de, uzun sürede konumlarını korudukları bilinmektedir. En üstteki yüzey tabakası Karadeniz kökenli, yoğunluğu düşük (hafif) sulardan oluşması nedeni ile derindeki tabakalar üzerinde bir kabuk gibi rol oynar. Üst tabakanın atmosfer ile direkt madde alışverışı ve özellikle bıyolojik üretimin en büyük etkeni olan güneş enerjisini, suların ışık geçirgenliği ile orantılı olarak alabilmesi nedeni ile, denizin yaşamındaki önemi büyüktür. Yüzey tabakasının kalınlığı ye ışık geçirgenliği, bir aniamda bıyoüretimin de ölçüsüdür. Şekil 2'de, denizlerimiz için karakteristik sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk düşey dağılım örnekleri görülmektedir. Deniz bilimlerinde yoğunluk genellikle, yazım ve karşılaştırma kolaylıkları sağlayan "SigmaT" değeri ile ifade edilir. SigmaT = yoğunluk1 x 1000 formülü ile hesaplanır. Bu şekilde örneğin, 1.01241 yoğunluktaki bir suyun sigmaT değeri 12.41 şeklinde belirtilir. Bu grafiklerden ortaya çıkan en önemli özellik, tuzluluk ve yoğunluk eğ • • 1* V M rilerindeki uyumdur. Bu ise, Boğazlar sistemindeki tabakalaşmada, başlıca etkenin tuzluluk olduğunun kanıtıdır. Başka bir deyişle, mevsimlere göre farklılık gösteren su sıcaklığı, başka denizlerdekinin aksine denızlerimizde ikinci derecede rol oynamakta ve kış şartları altında dahi 5° C dereceye kadar düşebilen su sıcaklığı, tabakalaşmanın stabilitesini bozmaya yetmemektedir. Yüzey tabakasındaki az çok homojen şartlar altında ise, sıcaklığın ara tabakasına kadar yavaş yavaş azalışı, ancak tabaka için yoğunluk kademelenmesinde rol oynayabilmektedir. Ara tabakasının hemen altında ise tuzluluk (salinite), sıcaklık ve yoğunluğu hemen hemen sabit (homojen) yani eşsıcaklıkta (homoterm) (14.5° C) ve eştuzlulukta (binde 38 S) (homohalin) bir su kütlesi yer alarak, bütün derin deniz çanağını doldurur. Ara tabakası veya sıcaklık, tuzluluk gibi parametre eğrilerinin ani olarak kırıldığı (termoklin ve halokline) üst ve alt tabakalar arasındaki madde alışverişlni alabildiğince kısıtlar. Yalnızca dip topografisine ilişkin engeller nedeni iie belirli yerlerde, belirli miktarlarda bir karışım söz konusudur kı, bu karışım yüzey sulannın tuzluluğunu, yoğunluk stabilitesini bozmaksızın değiştirir. Bunun tersi, yani üst tabakadan alt tabakaya çözünmüş madde transferi normal şartlarda oluşmamaktadır. Bunun sonucu olarak, yüzey tabakasınca atmosferden absorbe olan oksijen, alt su kütlesine ulaşamaz. Karadeniz'de 180220 m. derinlikte yer alan termohaloklin tabakası altında oksijensiz ve bunun sonucu olarak da, Halıç'ten tanıdığımız çürük yumurta kokulu ve zehlrli hidrojen sülfürlü sular, derin deniz çanağını doldurur. Marmara'da da aynı durum söz konu P(* • * tı r ! Boğaztçi girişinde düşey tuzluluk (S), yoğunluk (SigmaT), sıcaklık (TC) dağılımı. u farklılıklar ve benzerlikler iyice bilinmeden denizlerimizin fiziksel ve kimyasal yapılarını ve bu yapılara son derece bağımlı ekolojik ve verimlilik farklılıklarını açıklamaya.olanak bulunamaz. Örneğin 500.000 ton/yıl dolayındaki Türk su ürünleri üretiminin yaklaşık yüzde 70'i Karadeniz'den, yüzde 20'8i Marmara'dan ve ancak yüzde 10'u Ege ve Akdenlz'den elde edılmektedir. Bu yüzdeleri denizlerin yararlanabıfdiğimız su alanlarına bölecek olursak ve avlanabilen su ürünlerinin denizlerin besin zincirinin son halkasını oluşturduğunu da göz önüne alırsak, denizlerimizin biyoüretim potansiyeli konusunda bir görüşe sahip olabiliriz. Genel anlamda Türk denizcilerinin Özelliklerini, çocuklann oynadığı yerleştirmeli bilmece tablolarına benzetebiliriz. Nasıl ki, bilmecedeki boşluklara doğru parçaları koymadan tablodan bir anlam çıkarılamazsa, birbirleri ile çok karmaşık bağlarla kenetlenmış Karadeniz, Marmara ve Akdeniz'in kendilerine özge oşinografik yapılarını, bunları bir bütün olarak ele almadan açıklamak olanaksızdır. B örneğin Boğaziçi'nde veya Marmara'da herhangi bir noktadan derıne doğru indiğimizi varsayalım. En üstte katedeceğimiz su tabakası, Karadeniz'in karakteristiklerini sergileyecektir. Daha derlnlere indiğimizde İse, anlık bir değişimle kendimizi Akdeniz'in kesif, tuzlu sularında buluruz. Bu iki su kütlesinin arasında ise, bir perde gibi nisbeten ince bir karışım tabakasına rastlarız. Bu ara (interface) tabakasında balıklar gibi canlıların yemini oluşturan bitkisel (fito) ve hayvansal (zoo) plankton organizmalarınm bir bulut gibi kaynaştıklarını, ayrıca bunlarla beslenen pek çok canlının da bu ara tabakada yoğunlaştıklarını görürüz. Ara tabaka ayrı kökenli iki su kütlesinin buluşma sınırı olduğu kadar, farklı denizlerde yaşayan canlıların da yoğunlaşma tabakasını oluşturur. Bu tabaka, bazı durumlarda o kadar etkili bir yüzey meydana getirir ki, sonar gibi ses yansıtan deniz içi izleme aletlerinden gönderilen ultrases dalgalarımn daha aşağılara geçişinı engelleyebilir. Derin yansıma tabakası (DSLDeep scattering layer) adı verilen bu tabaka, daha aşağıdaki denizaltı gibi cisimlerin algılanmasmı bile maskeleyebilir. Yukarıdaki kısa açıklamadan da gö i r3 01'11'1984 30'12'1984 ) U0NEH1 ' " DflGlLIH HftRITASl ARTUZ & ARTU? l 3 f "8i 12 Hariteda (ARTÛZ & ARTÜZ OşiDataBase 1986) Marmara Denlzlnde alıcı ortam olarak seçilen 50 m. 'nln altındaki suların çözünmüş oksijen içeriği dağıltmı, bu denizimiz için tipik bir düşey çözünmüş oksijen dağılımı ılo bırlıkte gösterılmıştır. Bu harıia ve graflkteki değerlerin ve bu konudakl, arıtılmadan Marmara'nın ve Boğaziçi'nin termoklinaltı derinliklerine yapılacak kanalizasyon deşarjları ile ilgili uygulamalar ve yatırımların yorumunu sayın okuyuculanmın aağduyuauna bırakıyorum. sudur. Ancak alt akıntı ile Akdeniz'den taşınan Marmara dip suyu, çok düşük miktarlarda (2mg/1) oksijen ıçerdiğinden, buradaki H2S oluşumu engelîenmektedir. Termoklinde olduğu gibi, oksijen içerığinın minimum değere ulaştığı sınıra, "okslklln" veya oksijenın sıfıra ulaşıp H2S'in oluşmaya başladığı sınıra "kemoklin" denir. Terimlendirme ile ilgili bu bilgileri sıralamaktaki amacım, ileride tek tek ele almayı umduğum denizlerimizin portlerini çizerken, sık sık bu deyimleri kullanma zorunda kalacağımdır. Bununla birlikte esas amacım ise, kenarında oturup dalgalarımn kırılışını ızlediğimız veya bir teknede oltamızı sallayarak, hayallere daldığımız su kütlesinin yatay doğrultuda olduğundan çok daha fazla dikey doğrultuda ne kadar farklı yapılardan oluştuğunu, böylelikle de kamuoyuna ve denizle ilgili proje uygulayıcılarına denizlerimizin anatomisine de gereken ilgiyi göstermelerini vurgulamaktır. Bilinmesi gereken gerçeklerden birisi de denizlerimizin batlmetrik derınliklerinin yani sıra, bir de biyolojik derinliklerinin varlığıdır. Marmara Denlzl'nin ortalama derinliğinin 500 m. ve maksimum derinliğinin 1300 m. dolayında bulunmasına karşın, canlıların rahatça yaşamasına yetecek kadar suda çözünmüş oksijenin (5 mg/1) bulunduğu su kütlesi normal şartlar altında termoklin tabakasına kadar olan yaklaşık 70 m. ile sınırlıdır. Ancak Marmara'da hızla llerleyen kirlenme, oksiklinin termo ve haloklinin çok yukarısında yer almasına, böylece de Marmara'da canlıların yaşam alanı derinliğının çok fazla kısıtlanmasına yol açmıştır Karadeniz'de ise, biyolojik derinlik, Marmara'ya oranla çok daha aşağıda, 180220 m. arasına kadar uzanan alandır. Bu denizimizde kirienmenin henüz Marmara'daki boyutlara ulaşmamış oluşu halen bu derinliklerin korunmasını sağlamaktadır. Teknik açıdan, özellikle Marmara Denizinin düşey oksijen dağılımı, derin deniz kanalizasyon uygulamalarını yakından ilgilendirmektedir. Zira bir su kütlesine oksijen yitirici, örneğin organik madde yüklü evsel atıkları bırakabilmenin önşartı, alıcı ortamın en az 5 mg/1 oksijen içermesidir. Ancak bu durumdadır ki, bırakılan atıklar ortamdaki oksijen ile oksitlenerek yeteri kadar ayrışabilirler. Denizlerin çok sözü edilen atık özümleme yeteneği işte bu prensibe dayanır. O
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear