Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
14 AĞUSTOS 2009 CUMA 5 D E N İ Z C İ Orfoz Kaptan ÜNAL BENLİALPER Gökyüzünde asılı duran, ıslak tenli turkuvaz mavinin can yoldaşı yıldızlar, her fırsatta güneşin sularına kavuşmak ister, akıp giderken yalnızlığın sessizliği içinde. Tutkusu olmuştur artık onun, asırlardır süregelen bu sevginin hasreti. Zaman, mevsim aralarında kaybolup giderken, bir ışık seli oluşur geride kalan su yolu izlerinde. Yakamozların parıltılarında serpilip, canlanıverir okyanusların yosun kokulu damlacıkları. Gecelerin karanlık denizleri, çakmaktan yorgun düşmüş bir ada fenerinin ışıltıları ile şafak vaktinin özlemini çekerken, ortadan kaybolmuş denizin masum kuşları, yarın esecek sert rüzgarların esintilerinden habersiz yiyecek peşinde koşarlar. Mevsimsiz bir fırtınanın gökyüzünden denizlere düşen dalgaları, çöküverir ansızın dağılmış teknenin parçalanmış güverteleri üstüne. Çılgına dönmüş dalgaların kıralı, denizlerin imparatoru Posedion, gücünü gösterip okyanusları susturur bir nefeste. Ardından, ışıl ışıl kum tanecikleriyle bezenmiş pırlanta yüzlü kumsallarında hayat yeniden canlanıverir. Denizi yazmak neye benzer bilmiyorum. Eğer onu anlayıp hissedemesseniz benliğinizde, bir sevgi seli olup akar gider avuçlarınızın arasından. Masallarla yücelmiş, öykülerle efsaneleşmiş denizin fırtınalar kralı senden mutlu bir haber bekler. Geri döneceğinden emin. Dümen suyundaki gece bekçileri yakamozları takip eden yorgun takalar, sana tutunabilmek için sabah rüzgarını bekler,daha güneş doğmadan ama umutlu. Ona sımsıkı sarılıp, onunla yaşamasını öğrenmektir deniz sevdalısı olmak. Ekmeğini tuzlu suya banıp, bir lokmayı paylaşmaktır denizci ruhu. Ben de yüreğimin çarptığı denizlere gidiverdim bir yaz sonu. Güllük'lü Orfoz Kaptan'ın balık kokan güvertesine oturup seyrederken ağlara takılı balıkları, Metelik Adası'nın tepesinde gün ağarmaya başlamıştı, son parça ağlar alınırken tekneye. Karaburun Çakarlı Feneri son ışıklarını nazlı nazlı gönderirken balıkçının bordosuna, güneş, sabahın denizi uyandıran ilk ışıklarıyla yeni bir güne yine merhaba diyor. Bereketli bir günün ardından toplanıyor bütün tekneler, vira demir deyip dökülüyorlar eski pervane sularına. Kimi mutlu, kimi de üzgün ama hepsi de yarınlarından umutlu. Düşlerini süslerken balıkların güverte üstündeki görüntüleri, hemen kavuşmak isterler geldikleri barınağa. Denizdeki ekmek teknesidir, yorgun postalarıyla yılların en yakın dostudur Orfoz Kaptan'ın. Onu denizlerde hiç yalnız ve çaresiz bırakmamıştır. Bir öykü yazabilsem denizin ıslak sayfalarına, sudan resimler yapabilsem mavi tuvaller üstüne. Birşeyler çizebilsem martıların kanatlarına, mercanları yaşatabilsem tekrar yüreğimin çarpıntılarında. Balıkları yüzdürebilsem mısralar arasında, dalgaları durdurabilsem kayaların tepelerinde... Denizlerdeki son balıklar da düşmeden hatıra defterindeki sayfalara, yeni bir dünya yaratsak eskilerden kalan olmadan. Dünyanın kararmış sularında iki kaya arasında sıkışmış kalmış bir mürekkep balığı çırpınır durur. Yosunlar sarılmaz olur taşlara, cansız bedenleri savrulurken dalgalar arasında oradan oraya. Yaşamak gerekir denizi. En güzeli de anlamaktır, sonrasında yazmak, düşünmektir. Hissetmenin en mükemmeli de sevmektir bütün benliğinle. Sevdanın kumsallarında örtülü kalan aşkların kalıntıları, sırlarıyla yaşlanırken sularda, bekler onlarca düş, kayalara tırmanan dalgalar arasında umutla... Kemeraltı’nda, elinizde fotoğraf makinasıyla yürürseniz, ‘yolunacak kaz’ olarak algılanmanız işten bile değil. Kazıklanmaya hazır kerizler! Bazıları nedense turist olmanın karşılığını “kazıklanmaya hazır kerizler” olarak yorumluyorlar. Turistler de bunun farkında olsa gerek gittikleri her yerde pazarlık etmeden alış veriş yapmıyorlar. Ya da “her şey dahil” bir turla geldikleri yerde tesis dışına çıkmadan tatillerini geçirmeyi tercih ediyorlar. Hiç para harcamak istemediklerinden değil bence; sadece enayi yerine konmak istemiyorlar. İnsanlar, seyahat etmeye başladıkları ilk çağlardan bu yana o dönemin tabiriyle “gezgin” olmanın zorluklarını anlatmışlar seyahat günlüklerinde. İster keşfetmek için seyahat edilsin, ister görgü ve bilgiyi artırmak, isterse de moda olduğu için, gezginler zorlukları göze alarak yollara dökülmüşler. Daha o zamanlarda bile gittikleri yerlerden birer “hatıra eşya” satın almak seyahatlerin önemli bir parçasını oluşturuyormuş. Mesela Roma döneminde Yunanlılar, Efes tapınağının ve tanrıça Artemis heyke ASUMAN ABACIOĞLU 'Her zaman dolaştığınız yerlerde turist olarak algılandığınızda, onların kazıklanmakla ilgili duygusunu daha iyi anlıyorsunuz' linin gümüşten taklitlerini satıyorlarmış turistlere. Günümüzde Efes antik kentinin çevresinde turistik eşya satan esnafın rehberlerle olan bitmek bilmeyen kavgalarını hatırlıyorum da, acaba Roma döneminde de böyle şeyler olur muydu diye düşünmeden edemiyorum. Öyle ya, rehber de varmış o dönemlerde esnaf da... Gerçekten de zor bir durum. Satın aldığınız bir şeyin gerçek değerini nasıl bilebilirsiniz? Bunu kendi ülkesinde ve hatta kendi yaşadığı şehirde tecrübe etmek daha da ilginç geliyor insana. Her zaman dolaştığınız yerlerde “turist” olarak algılandığınızda turistlerin “kazıklanmak’’ ile ilgili duygusunu daha iyi anlıyorsunuz. Kemeraltı’nda örneğin, olur da bir gün elinizde fotoğraf makinasıyla yürürseniz eğer, “yolunacak kaz” olarak algılanmanız işten bile değil. Hisarönü’nde maden suyu içmek gibi bir gaflete düşerseniz, maden suyu için 1.5 lirayı ödemek zorunda kalmadan önce parasını mutlaka sormalısınız. Aksi takdirde, “Kardeşim ben bunun 6 tanesini neredeyse aynı paraya alıyorum marketten” deseniz de omuz silkerek karşılık veren satıcıya parayı ödemekten başka çare bulamazsınız. Yine her Kemeraltı’na gelişte uğradığınız ve artık neredeyse ahbap olduğunuzu sandığınız bir yaşlı esnafa laf olsun diye bir sepet fiyatını sorduğunuzda aldığınız yanıt sizi şok edebilir. Hani daha önceden fiyatını bilmeseniz belki de inanabilirsiniz bile sepetin fiyatının iki misli olduğuna! “Ne oluyor burada böyle” diye şaşkın şaşkın dolaşırken, birden anlarsınız, Kemeraltı esnafı sizi “turist” zannediyor. Çünkü fotoğraf makinası taşıyorsunuz. O zaman anlıyorsunuz, turist olmak böyle bir şey. Kendi yaşadığı şehirde böyle davranılmak insanın ağırına gidiyor. Kazıklanmaya alıştım zannederken, “bu kadarı da olmaz” dedirten bu uygulama, acaba esnafın ne kadar işine yarıyor? Bu davranışın altında yatan düşünce “vur kaç” taktiği ise, belki bir kez çalışır. Ama her zaman uğradığım sepetçi esnaf örneğin, artık beni kaybetti; benim tanıdığım ve sepet almak isteyen ne kadar arkadaşım varsa onları da kaybetti. Artık ülkemizde alış veriş yapmaktan korkan turisti de kaybettiğine bakılırsa uzun vadeli olarak esnafın bu tavrının pek işe yaradığı söylenemez. Esnaf, artık kimseye güvenilir gelmiyorsa; bir ürünün fiyatı konusunda bu kadar belirsizlik söz konusuysa, “kepenk kapatanlar çoğaldı” türü haberler pek şaşırtıcı olmuyor. unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B