26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

5 EYLÜL 2008 CUMA 5 D E N İ Z C İ Ranta yenik düşmeden Mazı'da yaşayanlar, 'çok şükür geçimimiz iyidir' dese de, bölgede araziler dudak uçurtan fiyatlarla el değiştirirken, kimin ne kadar dayanacağı belirsiz. ASUMAN ABACIOĞLU “Her şeyim var çok şükür” diyor genç balıkçı. Günümüz koşullarında pek sık duyulmayan bu sözler, ilk anda insanı şaşırtıyor. Küçücük teknesiyle boş zamanlarında turist gezdiriyor, teknesinin gidebildiği yakın koylara. Saçlarının sarısı, güneşten kararmış tenine tezat neredeyse beyaza dönmüş küçük kızı, teknede yerinde duramıyor. Annesi evhamını içine atıyor ve dikkatli bakışlarla izliyor kızını; biz ise ha düştü ha düşecek diye telaş ediyoruz. “Zeytinim, zeytinyağım oluyor her sene; bahçemde sebzem, meyve ağaçlarım var; eh balık da idare ediyor şimdilik; yaz aylarında turist gezdiriyoruz; çok şükür geçimimiz iyidir.” Mazı’nın el değmemiş koylarından birinde demirlemiş küçük teknenin gölgesine sığmaya çalışırken hepimiz; “Balık var mı buralarda?” sorusunu böyle yanıtlıyor Orhan kaptan. Karısı, kızı ve baldızıyla birlikte onlar dört, biz iki kişiyiz müşteri olarak. Bizi rahat ettirmek için, ayakta durulamayacak kadar küçük güvertede ağların üzerinde oturulacak en iyi yerleri bize ayırıyorlar. Kendi yetiştirdikleri börülce ve patlıcandan oluşan yemeği sunuyorlar, “Hormonsuz” diyerek. Ören’den Bodrum’a giden yolda ‘müzelik’ gibi duran Mazı'da yaşam ‘henüz’ doğallığını koruyor Çiftlik Karmaşası ÜNAL BENLİALPER Ağustos 2006'da. Tarım ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker İzmir'in Çeşme ilçesindeki Altın Yunus otelinde balık çiftlikleri ile ilgili ilginç açıklamalarda bulunmuştu. Bakana göre, balık çiftlikleri turizme engel değildi. Ardından Çevre ve Orman Bakanlığı ile aralarında görüş ayrılığı olmadığını açıklaması konuyu farklı bir boyuta taşıyordu. Eski Çevre Bakanı Osman Pepe ise, kıyıya yakın üretim yapan balık çiftliklerinin açık denize taşınmalarını istedi diye çiftlik lobisinin kendisini hedef aldığını ve görevden alınması için fon bile kurduklarını söyleyerek, balık ölümlerinin suç ortağı olarak da birçok bürokrat ve işadamını göstermişti. Sonunda balık çiftlikleri sorunu mecliste krize dönüşüyor. Turizm Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı, balık çiftliklerinin taşınacağı yerleri konusunda anlaşmazlığa düşüyor. Komisyon toplantı yapamadan dağılıyor ve krize neden oluyor. Böylece çiftlik sahipleri neredeyse ulusal bir sorun haline gelen varlıkları ile baş başa kalıyorlar. Siyasetçi, bürokrat ve bürokrasi kıskacında sıkışıp kalan ve yer konusunda halen çözüme ulaşamayan çiftlikleri nedeniyle dertler yumağına dönen çiftlik sahipleri, pazarlarını başka ülkelere kaptırmaktan endişeliler. Sektörden 100 bine yakın insanımızın geçimini sağladığını düşünürsek çiftlikleri elbette yok sayamayız. Şu da bir gerçektir, balık çiftlikleri tek başına denizi kirleten kuruluşlar değildir. Burada önemli olan farklı iş kollarındaki sektörlerin bu mavi dünyayı hep birlikte kirletmeden ve birbirine zarar vermeden nasıl kullanacağı konusunda ortak karara varmasıdır. Öncelikle bakanlıklar arasındaki yetki karmaşasına son verilmelidir. Açık denizlere taşınmaları için verilen süre mayıs 2007 de dolan çiftlikler, sürenin daha 18 ay uzatılması için Çevre ve Orman Bakanlığı'na başvurmuşlardı. Şubat 2008'de, Bodrum da çiftliklerle ilgili kader niteliği taşıyan geniş katılımlı bir toplantı yapıldı. Kararda yine açık deniz çıktı ve 2008 yaz sonuna kadar kurallara ve yasalara uygun faaliyet göstermeyen çiftliklerin acele taşınması istendi. Denizlerimizde yıllardır bir kargaşa ve anlamsız sorunlar yaşanıyor. Balık çiftlikleri lobisi meydan okuyor. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, çiftliklere gözdağı veriyor. Tarım Bakanlığı açık denizlere taşınma konusunda baştan beri ısrarcı. Çevreciler, küçük balıkçılar, tatilciler ve turizmciler isyanlarda. Ortalık toz duman. Her kuruluş karşı karşıya gelmiş durumda. Ortada halen ciddi bir çözüm yok. Olacağa da benzemiyor. Denizci ve balıkçı bir ulus olabilmek, çok önemli bir misyon ister. Bunların hepsi denizcilik kültürünün tarihsel yansımaları sonucunda olgunlaşır. İşte kültür balıkçılığında yaşananlar ve gelinen son, halen denizci bir ulus olamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Doğallığı ve güzelliği, insanda 'Mazı'yı müzeye koyma' isteği uyandırıyor. Deniz kristal berraklığında; demir attığımız koy ise yemyeşil çam ağaçlarıyla çevrili. Kuş cıvıltısı ve ağustos böceklerinden başka ses duyulmuyor. “Burası da yanarsa ben turistleri nereye getireceğim” diye kaygılanıyor Orhan kaptan; sanki bu, kaçınılamaz, engellenemez bir sonmuş gibi. İki yıl önce köye gelen yolun çevresindeki ormanın yandığını anlatıyor. Yangının ulaştığı yerleri gösteriyor uzaktan. İşte sadece bu koyun olduğu yerde bir miktar ağaç kalmış. Onlara da gidecek korkusuyla bakıyor. Hemen yanımıza demirlemiş bir başka ufak teknenin sahibi geliyor çay içmeye. 40 derecenin üzerindeki sıcakta yedi kişi sığıştığımız teknede battaniyeyle yapılan gölgelikte çay içiyor ve sohbet ediyoruz. Giderek el değiştiren arazilerden, koylardan söz ediyorlar kendi aralarında. Bölgenin yüzde 70’i artık köylülerin değil. Atalarından kalan toprakları trilyonluk fiyatlar karşılığında satıyorlar. O araziler daha büyük değerlerle el değiştiriyor ve ortaya çıkan rakam, köylünün aklının alamayacağı meblağlara ulaşıyor. Şimdilik 1. Derece Doğal SİT alanı olan bölgede yapılaşma yasak. Ama nereye kadar? Bu kadar büyük paralar ödenen yerler gelir getirecek yatırımlara dönüştürülmeden bırakılmaz kolay kolay. “Bizim zeytinlik kaç para eder acaba?” diye sesli düşünüyor Orhan kaptan. Lafın gelişi tabii. Ancak bu kadar büyük bir ranta kim dayanabilir? Birkaç küçük pansiyon; onların arasında da zeytin, incir ve henüz olgunlaşmamış meyveleri yeşil ve küçük olan portakal ağaçlarının yer aldığı köyde değişimin ayak sesleri duyulmaya başlamış gizliden gizliye. Ama henüz kimse fark etmiyor. Pansiyona geri döndüğümüzde “İncir burada kaç para” diye soruyoruz. İzmir’de çok pahalı da. “Burada hiçbir şeyin fiyatı yoktur” diye yanıtlıyor pansiyon sahibi: “Herkes kendinde olmayanı komşusunun bahçesinden alır yer. Para ödemez!” Bize bir tabak incir ikram ediyor. Varlığını çoktan unuttuğumuz değerler bunlar. İnsanın bu köyü olduğu gibi alıp müzeye kaldırası geliyor. Böyle kalması için. Ama Mazı’nın böyle kalmayacağını biliyor insan nedense. Hep böyle olmuştur çünkü. Orhan Kaptan, bahçesinde yetiştirdiği domateslerden salça yapsın, sebzelerden konserve. Kış akşamlarında, “zeytin dönüşü” bütün kardeşleri ile bir araya toplanıp ocakta odun ateşinde pişen yemeği yesin tatlı sohbetler eşliğinde. Daha henüz vakit varken tadını çıkarsın bu hayatın. Henüz ranta yenik düşmeden önce. unalkaptan@hotmail.com C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear