01 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 14 TEMMUZ 1990 De Gaulle'îm Doğıuıı Yüzyılı De GaulJe'ün siyaseti, onu eleştiren uzmanların görüşlerinden farklı olarak, mantık oyunlarına, kuramsal hesaplara dayanmıyordu. De Gaulle, tarihin getirdiği realiteleri, sosyal ve siyasal gelişmelerin yaratacağı koşulları, geleceğin beklentilerini derinden sezen bir devlet adamı olarak hareket ediyordu. HAMİT BATU Emekli Büyükelçi Geçen yıl Fransa, 1789 devriminin ikinri yüzyı- lını kutlamıştı. Bu yıl General de Gaulle'ün doğum yüzyılı kutlanıyor. Avrupa'run en eski devleti olan Fransa, gelenek ülkesidir. Uzun tarihinin akıjı için- de, devrim ülkesi de olmuştur; devrim de Fransa'- nın öteki geleneklerine eklenmiştir. Bu yıl anılan Charles de Gaulle, yoğun bir tarihin karmaşık ve çelişkili geleneklerini kişiliğinde birleştiren bir devlet adamı idi. Fransa'da olduğu gibi pek çok yabancı ülkede, bu yıl içinde generalin yaşamını, eserini ve tarihte- ki rolünü araştıran çalışmalar ele alınmış, toplan- tılar ve başka etkinlikler düzenlenmiştir. Bizde de, De Gaulle'ü, Turklerin göruş açısından araştıran toplantılar yapılmıştır. Gerçekten bizim de De Ga- ulle'e bakış açımız biraz değişik: 1940'ta Fransa nın yenilmesinden sonra ulusunu kurtarmak ve ül- kesinin tarihsel benliğini korumak içinDe Gaulle- ün tek başına ve umutsuz görülen bir durumda gı- riştiği mucadele, bize kendi devlelimiz kurucusu- nun yirmi yıl önce yarattığı destaru anımsatmjştır. tki olay arasında benzerlikler aramış, karşılaştır- malar yapmışızdır. Konuya dönecegız. tlk önce, yaşadığınuz dönem- de tanık olduğumuz belırsızliklerin, tersinden çağ- nşımlarla hatırımıza getirdiği; De Gaulle'un bu gunku bocalamalarla tezat halinde uyguladığı, kuv- vetli siyaset üslubundan söz etmenin gerekeceğini düşünduk. De Gaulle, Fransa'nın 'tek adamı' sıfatını ken- dine tanıyarak 18 Haziran 1940 Londra çağrısı ile ülkesinin kurtuluşu sorumluluğunu Ustlendiği ta- rihte, elinde hiçbir kuvvet, hiçbir yetki yoktu: Her şey için o günlerde ölüm kalım savaşı vermek du- rumuna düşen Ingiltere'nin yardırruna muhtaçtı ve daha sonraki donemierde de tngilizlerin ve Ame- rikalıların desteğine guvenmekten başka çaresi ol- mayacaktı. Bu koşullarda onları memnun etrnek, onlara uymak; çok cılız kalsa bile Fransa'nın de- niz aşırı topraklannda seferber edebildiği kuvvet- leri de, büyük müttefiklerinin emrine terk etmek gibi bir tutumdan baska seçeneği (alternatifi) bu- lunmadığı düşünülebilirdi. Nitekim, yarı yolda ra- kip olarak karşısına çıkan ya da çıkarılan, Amiral Darlan ya da General Giraud gibi şahsiyetler, sa- vaşa müttefıkler yanında katılmak ötesinde bir ha- reket tarzını hatırlarına getirmiyorlardı. De Gaulle, derin politika anlayışı ile böyle bir tutumun Fransa'ya hiçbir yararı olrnayacağını; tam tersine dehşetli bir yenilgiye uğrayan ülkesinin düş- ttiğiı ikinci sıruf devlet durumunu daha belirgin hale getireceğini görmuştur. Kendi ifadesine göre "sa- vaşı degil, bir muharebeyi kaybeden Fransa'nın" görkemli bir tarihe dayanan manevi kişiliğinin, bü- yuk devlel statüsünün değişmediğj; müttefikleri sa- fındaki savaş çabalannın da eşit haklarla sürdünil- düğü görüşünü, her türlü güçlüklere karşın onaya atmış, savunmuş ve sonuçta kabul ettirraiştir. Pek abartılmış görünen bu tutumun ve iddianın, De Ga- ulle'e karşı Churchill'de ve özellikle Roosevelt'te ne kadar büyük antipati uyandırdığı iyi bilinir. Za- ferde Fransa'nın, büyük devlet statüsü ile mütte- fikleri yanında tekrar yerini alabilmesi, De Gaul- le'ün politik dehasuun ölçüsünü ortaya koyan tan- sıksal ^mucizevi) bir basarıdır. De Gaulle'ün uretliği politikalar 1958'de Cezayir ayaklanmasımn Fransa'yı iç sa- vaş eşiğine getirdiği günlerde, çoktan köşesine çe- kilmişken, iktidara tekrar çağrılan De Gaulle'un, 1%9'a kadar sürdürdüğü cumhurbaşkanlığı döne- minde izlediği politikalar da çok şaşırtıcıdır. De Ga- ulle'ün, bu on yıllık iktıdar dönemınde ele aldığı girişimler, öncullerinden (seleflerinden) hiçbırinın düşünebileceği politikalar değildi. De Gaulle. Ce- zayir Savaşı'nı kendine özgü diplomatik yollarla çö- zümledikten ve Fransız sömürgelerine bağımsızJık- lannı verdikten sonra Ingiltere'nin 'denizaşın bağ- lantılannın Avrupalı olmasını engelledığini' ileri sü- rerek, AET'ye katılmasını veto etmiş; kıta Avru- pa'da Federal Almanya ile yakınlaşma gerçekleş- tirerek, Avrupa Topluluğu'nu, bir tür Fransa- Almanya eksenine dayandırmıştır. Fransız kuvvet- lerini, NATO'nun askeri bütünleşmesinden (enteg- rasyonundan) çıkarmış, Fransa'yı nükleer kuvvet elinde bulunduran bir devlet yapmak istemiş, bu yollardan uluslararası ortamda ülkesinin bağımsız- lığını vurgulayan bir politika izlemiştir. Fransa 1963'te müttefiklerinden aynlarak Komünist Çin'i tanıyan ilk büyük Batı devleti olmuştur. Bu politi- kalar o dönemde, Üçüncü Dünya ülkelerini Fran- sa'ya ısındırmış; De Gaulle'un bunlardan kazan- dığı özel kisilik, Fransa'nın dünyadaki nüfuzunu ve prestijini yükseltmiştir. Fransa'nın bu karma- sık diplomasiden sağladığı ağırlık. Avrupa'da Fe- deral Almanya'nın giderek anan ekonomik gucü- nü dengelemeye de yarıyordu. De Gaulle'un bu politikaları, kendi zamanında dışarıda olduğu gibi Fransa'da da pek çok itiraz- lara yol açmışur. Aldığı her karar, sert biçimde eleş- tirilmjştir. Daha sonraki donemierde düşünmüşuz- dür: Bu politikaları oluşturan kararlar ve bunlara karşı ileri sürülen -ve çoğu bugün unutulan- eleşti- riler, bir kitap içinde toplansa, ne kadar ilginç ve oğretici bir eser ortaya çıkar. De Gaulle'un siyase- ti, onu eleştiren uzmanların görüşlerinden farklı olarak, mantık oyunlarına, kuramsal hesaplara da- yanmıyordu. De Gaulle, tarihin getirdiği realitele- ri, sosyal ve siyasal gelişmelerin yaratacağı koşul- ları, geleceğin beklentilerini derinden sezen bir dev- let adamı olarak hareket ediyordu. Bazı büyuk devlet adamlannın, tarihi yönlendir- mek etkisini taşıyan uzak görüş kabiliyetini ve bun- dan doğan uygulamaları nasıi adlandırmak ve ta- nımlamak gerekir? Bu yetenekten, bunun gerçek- leştirdiği uygulamadan, "politikanın dördüncü boyutu" olarak söz etmek belki doğru olur. Gö- rüyoruz ki bu dördüncü boyutu ile politika yŞn- lendirilemezse sonunda olaylar politikayı yönlen- diriyor. Savas sonrası Avrupa'nın siyasal tarihinde, De Gaulle'den sonra ülkesinin dış politikasına "dor- düncü boyutu" getiren başka bir devlet adamı, "Doğu'ya dönük politika"sı ile ("Ostpolitik"), eski Alman Şansölyesi Willy Brandt olmuştur. İktida- ra geldiği tarihlerde, yani 6O'lı yılların sonlarında, Avrupa'nın ve Almanya'nın bolünmesi, artık ça- resiz görülüyordu. Brandt ve onu destekleyen yan- daşlan, Dünya Savaşı'ndan sonra çizilen -süngü ile çizilen- sınırların "dokunulmazlığını" ilke olarak kabul etmek karşılığında, Doğu Avrupa ile ve özel- likle Doğu Almanya ile temas etmek, alışveriş iliş- kileri kurmak ve geliştirmek olanağını kendi ülke- leri için yani Federal Almanya için sağlamışlardı. Bu uzun görüşlü siyasetleriyle, günümüzde hayret verici bir hızla gerçekleşen Almanya'nın birleşme- si olayına zemin hazırladılar. De Gaulle bugün hayatta olsaydı, Berlin duva- rının yıkılması, Almanya'nın birleşmesi, onu şa- şırtan bir gelişme olmayacaktı. Zamanımızda "or- tak Avrupa evinden" söz eden Gorbaçov'dan yir- mi yıl önce, "Atlantik'ten Urallar'a kadar uzanan Avrupa" imajıru ortaya atmamış mıydı? Daha 1959 yılındt, Almanları gücendirmek pahasına, Oder- Neisse sımrının (Doğu Almanya'mn doğu sınınnın) gelecekteki Almanya'nın kesinleşen sının olarak ka- lacağını beiirtmiş; ancak bu açık sözlülüğü, dört yıl sonra Adenauer'le Fransız-Alman yakınlaşma- sı temellerini atmasını önlememişti. Sanınm bu an- ma yılında, olaylann güncel konu haline getirdiği, De Gaulle'un bu uzak görüşlüluğünden söz etmek gerekiyor, her şeyden önce. Atatürk-De Gaulle Tabii, "politikanın dördüncü boyutu" dediği- mizde kendi ülkemiz tarihine bu boyutu ekleyen bü- yük adamı anımsamamak da olanaksız ve ister is- temez Atatiirk-De Gaulle karşılastınnasına dönmüş oluyoruz. Ataturk'ün de hangi uzak görüşlü giri- şimlerinin, gerçekleştirdiği hangi devrimlerin, ilk önce anlamı ve isabeti anlajılmış; olabilirliği, ya- rarları kabul edilmişti?.. Bu karşılaştırmada ayrıca çok çarpıcı gördüğü- müz yakmlık, iki devlet adamının aynı siyasal kav- ramlardan esinlenmiş olmalandır. Bunlan Atatitrk, Fransız düşünürlerinden aldı; De Gaulle ise kendi ulusunun siyasal geleneklerinden. Yani aynı kay- naklardan. L'lus, devlet kavramları; ulusun taşıdığı yeteneklerin ancak sağlam bir devietin kuracagı dü- zen içinde meydana çıkacağı görüşu; iktidar yasal- lığını, ulusun arayışlarını ve beklentilerini cevap- landıran bir demokrasi uygulamasında gören bir devlet anlayışı; özgürluğün ve bağımsızlığm bölu- nemeyeceği inancı; bu düşünceler, bu ilkeler, her iki liderin atılımlarını yönlendiren ve aydınlatan or- tak kavramlardır. Resmi açıklamalarda, Türk-Fransız ilişkilerinden söz edildiğinde, "Fransa Kralı I. François ile Ka- nuni Sultan Suleyman zamanındaki dostluğa" gon- dermede (atıfta) bulunmak alışkanlık haline gel- miştir. İki ülke siyasal ilijkilerinin çok eskiye da- yandığını bu şekilde belirtmek tabii uygun ohnak- la beraber, Türkiye'nin çağdaş'aşma dönemlerin- de Fransa'dan çok etkilendiğini; Fransız külturel etkisinin ülkemizin en büyük devlet adamının ye- tişmesinde büyük rol oynadığını anımsatmak, Turkiye'yi ve Fransa'yı tarihte yakınlajtıran çok daha önetnli bir bağı ortaya koyacaktır. Bu yakınlık, bu eski bağlar ne oldu? 1970 yılla- rında iki ülke arasında gerginJik dönemleri yasan- dı, 80'lerin ilk yıllannda ilişkilerde kopma nokta- sına varıldı. Fransa ile aramızda çıkan hangi va- him anlaşmazlıklar bu durumu yaratmıştı?.. De Gaulle'un iktidar döneminde de ilişkilerimiz- de fazla yakmlık yoktu. Fransızlar, ülkemizde Fransız kültürunün gerilenmesinden üzüntü duyu- yorlardı. Fransa için ticari bir pazar değildik. NA- TO'ya sımsıkı bağlı kalan Türkiye, De Gaulle'un dış siyaset atılımlarına pek onaylayıcı bir gözle bak- mıyordu. Ama bu ayına faktörler, mesafeli de olsa normal ilişkilerin sürmesini onlemiyordu. Günlük poh'tikalann basit konulanndan, iki eski devlet ara- sındaki ilişkilerin yıpratılması, General'in pek akıl erdireceği bir davramş değildi!.. De Gaulle, Türkiye'ye yaptığı resmi ziyareti, Türk hükümetinın, ünlü Johnson mektubunun da etkisiyle, çok yönlü bir dış siyaseti denemeye baş- ladığı; aynca, ekonomisindeki ilerlemelerin, iyi bir ticari partöner olacağı umudunu uyandırdığı bir ta- rihte, ekim 1968'de gerçekleştirmiştir. Türk hal- kı, içgüdüsü ile diyebiliriz, De Gaulle'un büyüklü- ğünü sezebiliyordu: General, Ankara'da ve Istan- bul'da, başka hiçbir ziyaretçiye gösterilmeyen coşku ile karşılandı. Türkiye'den ayrılırken De Gaulle, Dolmabahçe'- de ziyaret ettiği, Ataturk'ün ölum odasındaki def- tere şu sözleri yazdı: "Atatürk ölebilirdi Çüokii ışık parlıyordu Çıinkii meşale alevlenmişti Çünkü halk yüriiyordu... Charles de Gaulle, 27 Ekim 1968" O tarihte kendisi de sahneden çekilmeye hazır- lanıyordu. Sanki Ataturk ile yazgı birliği arayarak bu veda mesajını Dolmabahçe'de bıraktı. Siyasal yasamının sonunda, Fransa'ya yerel otonomiye da- yanan bölgesel bir yapı vermek istemişti; ayrıca iş- çilerin işyerleri yönetiminde temsil edilmeleri ko- nusunu ele almıştı. Bu projeleri, kamuoyunda ara- dığı çoğunluğu toplamadığından iktidardan ayrıl- dı. Ve kısa süre sonra olüm onu da götürdü. Her istediğini yapamamıştı, ama büyük şeyler başarmış- tı. Arkasmdan biz de tereddütsüz, "ölebilirdi, çün- kü ısık parlıyordu..." diyebiliriz. EVET/HAYIR OKTAYAKBAL Çağrışımlar Gerçeği YansıtırÇağrışımlar deyip geçmeyelim. Bir ad, bir anımsatma bizde bir ışık parlatır. İlk aklımıza gelen sözcük, içinde yaşanan ger- çeğın en doğru biçimde belirlenmesi olur. Gazeteci arkadaşım Oenız Som, çağrışımlara öncelik veren bir kitapla karşımızda... Oeğişik sanat, politika adamlarına, kadmlarına tek sözcüklü so- rular sormuş, yanıtlarını almış. Fazla düşündürmeden, bir an için- de yanıp sönen kibrit ışığı gibi... "Yani Nasıl Desem"de (Papirüs Yayınlan) bunlan bir arada bu- luyoruz. Elinize bir aldınız mı son sayfasına kadar bırakamadı- ğınız ilginç bir derleme. Demirel'den Tatlıses'e, Şevket Yılmaz : dan Müren'e kadar günün ünlüleri bir resmigeçit gibi önünüz- de... Som soruyor, tek sözcükle "Demokrasi?" işte aldığı birkaç yanıt: Sabancı, "Birbırimize saygınlık" (saygınlık, itibar anlamın- dadır. Sabancı karşılıklı itibar görmeyı demokrasi mi sanıyor?); Dalan, "Bulduysan bana da göster" (Parti kurmak, demokrasi- yi arayıp bulmak anlamına gelmez mi?) Azız Nesin, "Türkiye için bir zümrüdüanka. Kafdağı'nın arkasında yaşıyor, ama yine de vazgeçilmez bir umut." Hümeyra, "Nerede var ki, ben göremi- yorum?" Göruyorsunuz sanat, politika adamlanmızın hemen hepsi "de- mokrasi"nin iyi bir şey, ama kolay elde edilemeyen bir değer ol- duğu kanısında birleşiyorlar. Sü/eyman Demirel, "Ah bir gün gerçekleştırebilsek" diyor. On yıl Türkiye'nin yazgısında etkin ol- muş. ama o da bulamamış demokrasiyi; aramış mı, özlemiş mi, yoksa yeni yeni mi anlamış önemini, bilemem... Suleyman Demirel'in tek sözcüklü sorulara verdiği birkaç ya- nıtı birlikte okusak mı? "Darbe- Ah, Türkiye ondan bir kurtulabilse; Ordu- Başımızın tacıdır, General- Çok kıymetlı değerli vatan evlatlarıdır; Depolitizasyon- Türkiye'nin başına gelen büyük beladır; Meclis- Demokrasinin kalbidir, arasıra kapatırız; Turgut-Hangisi? Büyü- ğü; -Türkiye'nin fukaralığının, yoksulluğunun, çaresizliğinin se- bebidır. Öyle bilinecektir; Bülent- Bir kuyrukluyıldızdır; Anayasa- Her on senede bir defa rafa kaldırırız; Grev- Bir aziz haktır; Lokavt- Tartışmalıdır; IMF- Türkiye'nin müfettişi sayılır; Sansür- Demok- rasinın kanseri; İşkence- İnsanlık ayıbı." Peki, "Turgut" adı kime neyi, neleri anımsatıyor? Birdenbire sorsalar siz ne derdiniz? Ünlü kışilerimiz bakın Turgut?' soru- suna ne gibi yanıtlar vermişler: Eski bir Türk denizdsi (Dalan) Gülerken aklıma gelen ilk cümle: Zayıf değil (Ferhan Şensoy); Turgut- Hangisı? Büyüğü -Büyüğü de küçüğü de beni ılgilendırmıyor (Fatma Girik); Turgut hiçbir şey hatırlatmıyor (Aziz Nesin); Turgut bir Osmanlı kaptanı (Liva- neli); 'Onsuz olmuyor' (Şener Şen); Turgut benim kayınpederi- min adı, başka Turgut tanımıyorum (Macit Koper); Ben başarılı buluyorum, bir kere çok cesur ve kendine hâkim (Nükhet Du- ru). Bir de Evren için söylenenler var. Aziz Nesin bakın ne demiş: "Bütün yaşamım boyunca konuşmalarıyla beni en çok eğlendı- ren adam. Ve unutulmayacak. Sanıyorum ki onun sözleri dih- mızde deyımler olarak sürüp gıdecek. 'Her taşın altından Ata- türk çıkar.' Kadınlar isteyerek mi kadın oldu, onların ne günahı var, Cenabı Allah onları kadın yarattı' gibi." Demirel, Evren adı- nın kendisine neyi anımsattığı sorusuna, "12 Eylül" yanıtını ver- miş. Aziz Nesin'in Suleyman Demirel için söyledikleri de şöyle: "Her iktidardan düşüp de başını vurdukça biraz da akıllanan adam. iyice akıllanması için yırmı-otuz kez daha başını vurması gerekiyor" Ya inönü? 'Bana nefes darlığı veriyor. O televizyon- dayken kendımi tutamayıp 'konuş konuş' dıye sesleniyorum." Ecevit ıçın, "Üzüntü, çok üzüntü veriyor Aynı zamanda kendisi- ni politikanın mirasyedisi gibi görüyorum, kendi kendini harca- mış bir değer." "Yani Nasıl Desem"de Deniz Som'un ünlülerımıze sorduğu sorular arasında şunlar var: Enflasyon, kanalizasyon, televizyon, koalısyon, depolitizasyon, devalüasyon vb... Som'un okurlara sun- duğu bu kitap hem eğlendırici hem de çeşitlı ünlülerin yaşam- sal ve güncel konular ve kişiler konusunda neler düşündükleri- ni göstermesı açısından gerçekten yararlı bir kıtap.. Onsöz'de çalışmasını şöyle anlatmış: ". .her kelımenin kişiye göre değişik bir çağrışımı, anlamı, anısı vs. vardır jömeğin demokrasi kelımesini herkes kendine göre yorumlar Öyle bir röportaj yapmalı ki uzun uzun cümleler yeri- ne soruyu bir tek kelimeye sığdırmalı diye düşündüm. konuştu- ğum herkese tek kelimelık sorular sordum." Deniz Som'un kitabı bir çeşit çağdaş belge. . 1966 YILI VE 86/10911 SAYIU BAKANLAR KURULU KARARINA GORE SIGARA SAĞ-IG A ZARARLIDIR ÇAĞRI Derneğimızın geleneksel pilav günü 15 Temmuz 1990 Pazar günü Belgrad Ormanları, Mehmet Âkit Piknik yerinde yapılacaktır. IRTİBAT TEL: 524 33 22 Adres: Namık Kemal Cd. No: 32 K: 4 Afcsarary DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ HALKIN EMEK PARTİSİ (HEP) Genel Başkanı Sn. FEHMİ IŞIKLAR ve HEP Milletvekillerinin 17 Temmuz 1990 Salı günü İstanbul'dan (Cağaloğlu) Diyarbakır'a yapacakları "ONURLU ve ÖZGÜR YAŞAM YÜRÜYÜŞÜ"nü demokrasi mücadelesinde onurlu bir adım olarak görüyor ve alkışlıyoruz. HEP GEÇİCİ İL KOMİTESİ ADINA ECZ. OSMAN ÖZÇELİK mâ1947-1990 Oda uyemiz, Meslektaîimız, Adıyaman Milletvekili ZEY1NEL ASLAN'm vefatından dolayı derin üzüntü , içerisindeyiz. • Merhuma Tann'dan rahmet, ailesine ve 1 Jeofizik TopluJuğu'na başsağlığı dileriz. 1 TMMOB JEOFİZtK MÜHENDİSLERİ ODASI PENCERE Sattım!.. Son günlerde gazetelerin başlıklarında bir çarpıcı sözcük irili ufaklı puntolarla dalgalanıyor: — Satıldık!.. Peki, kim satılmış? Kime satılmış? İstanbul Boğazı'nın güzelim tepelerinden başlayarak KİT'te- rin yabancı şirketlere toptan kamanço edilmesine kadar uzanan satış furyasında herkes gibi bana da bir bezginlik geldiğinden, başlıklara önce göz ucuyla şöyle bir baktım ve kendi kendim» dedim ki: — Aman canım sen de!.. Satılmadık yerimiz ve seyimiz mi kaldı ki... Ama körolası başlıklar gazetelerin birinci sayfalarından ya da köşe yazılarından eksilmiyor; üstelik sözcüğün anlamını güçlen- dirmek için heceleri ayırıyorlar: Sa-tıl-dık... Peki kime? Haberleri okuyunca anladım ki Amerikan Cumhurbaşkanı Bush, bizi Yunanistan'a satmış. * ABD ile Yunanistan arasında imzalanan SEİA (Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması) öylesine koşullar içeriyormuş ki Türkiye'nin hali harapmış... Bizim resmi çevrelerimiz, uzmanlarımız, sözde devlet adam- larımız dövünüyorlarmış: — Satıldık!.. Vaşington, SEİA'da Yunanistan'a ülkemiz aleyhine güvence- ler vermiş; Türkiye, Ege Denizi'nde haklarını korumaya kalkıştı- ğında bir çatışma çıkarsa, Amerika Yunanistan'ın yanında yer alacakmış. Bizimkiler tedirgin olmuşlar, ABD Ankara Büyükel- çisi Abramovvıtz'i çağırmışlar, kaygılarını aktarmışlar, ülkemize gelen ABD Savunma Bakanı Richard Cheney'e de: — Amanın demişler, yaktınız bizi, kül ettiniz, şimdi biz ne ya- pacağız? Cheney demiş ki: — Estek köstek, fındık fıstık, lahmacunla baklava, ıspanaklı börekle oklava... Hep böyle olur; diplomatik temaslarda Amerikalı sırıtır, bacak bacak üstüne atıp koltuğuna kaykılır. Bizimki çekingendir; gaz çıkaracakmış da çıkaramıyormuş gibi sıkıntılıdır; koltuğa ilişmiştir; göbeğin ağırlığıyla iki bacak hafif ayrılmıştır; ama ayak ayak üs- tüne atmaya da çekinir; saygısızlık mı olur diye pimpıriklenir... Bizimki "sadık müttefik'Vr; kanıyla, canıyla, heyecanıyla ABD- nin emrinde esas duruştadır. • Ne var ki şimdi "Amerika bizi sattı" diye aöjıyorlar; hem de haraç mezat, müzayede salonunda: — Satıyorum... — Satıyorum... — Sat... — Sat... 4 — Sattım!.. ~- Ankara'daki kodamanların hali perişan. Artık NATO'nun da kıymet-i harbiyesı kalmadı. Tam kırk yıl Anadolu'da, miyadı dol- muş silah, araç ve gereçle bize Amerika hesabına nöbetçilik yap- tıran Vaşington daha önce de Turkiye'yi bozuk para gibi harca- mamış mıydı? Johnson'un İsmet Paşa'ya yazdığı ünlü mektup neydi? 1970'lerde vashington değil miydi silah ambargosunu ko- yan? "Büyük müttefikimiz" bizi "hasım" gibi görmüyor muydu? Öyleyse nedir bu ah vah, telaş, tedirginlik, sıkıntı ve gözyas- ları: — Satıldık!.. * Hayır... Hiçbir devlet bir başka devleti satamaz; ama sen kendini geç- miş yıllarda Amerika'ya satmışsın, bir kez, iki kez, üç kez, dört kez... Kendine sahip olmayan ülkeleri uluslararası piyasada satışa çıkarırlar... Yanak yana^a tokuşmak için Her "bayram" bahaneydı Sen Elaüiğ'dan koşar kanal yollara duşerdin Gul>u2İu bebelerinle Biz Dıyarbekır Cezaevı'nde sabırsız beklemede Ve ulkemızın felakcıü yoilannda Ah. Trafik! Bu kez davanılmaz aonla buluştuk Seni sonsuza dek yureğimize gömüyoruz Sevgih RIZA AĞABEY... RIZA AKGÜN 1952-4 Temmuz 1990 Açık goruşe gelirken Erganı yakınlannda trafik kazasında acı haberını aldık. Guzellıkkrc hasret tum dostlann başı sağolsun Her bavramda se*gı ve neşe taştdıgm I)H ARBAKIR 1. NOLt E TtPTEKl KARDEŞLERİ>: M.İ H\^D\R \KGl\ - Ml'SLLM ELMA - H. HAYRİ ASLAN ALAYBEY YILMAZ (1957-24.6.1982) Sen, ölümsüzlüğe ulaştığından beri, anını ve mücadeleni "YOL"umuzda yaşattık, yaşatıyoruz, yaşatacağız. ARKADAŞLARI: RUŞEN SÜMBÜLOĞLU - CEMAL TATAR 7O'li ve 80'li yıUarın hüzun ve sevinçlerini birlikte paylaştığımız can arkadaşımız, AHMET BULUTu genç yaşta bir kaza sonucu kaybettik. Yeri kolay doldurulamayacak bir devrimci ve insan haklan savunucusuydu. Anısı hep bizimle yaşayacak. ITl . Kanarva ve Sefaköy'den arkadaşları adına BÜLENT KALAFATOĞLU, CEYLAx\ ÖZERENGflV, MLSTAFA GÖLLÜCÜ, NECDET ÖZTÜRK ve REMZİ KILIÇ NİLÜFER KE2BAN ŞAHİN BÜLENT ECEVİT Bugün Evleniyoruz. 14.7.1990 BURDUR Sevgili NİLÜFER KEZBAN ŞAHİN ıle BÜLENT ECEVİT yaşam boyu mutluluklar dileriz. YUSUFADALET SATILIK TRİPLEX VİLLA Kuşadası Otuzevler'de deniz kenarında, yarım dönüm bahçe ıçınde. Tel (Izmır) 36 05 11 Akşarrr 20.00-22.00 arası
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle