01 Temmuz 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

K an Yayınları, Kemal Bilbaşar’ın (19101983) Cevizli Bahçe, Irgatların Öfkesi adlı iki ciltte toplanan öykülerini; Bilge Kültür Sanat, Mehmet Seyda’dan (19191986) Hikâyeler 1, Hikâyeler 2 adı altında iki ciltten oluşan bir seçkiyi; Ve Yayınevi de Muzaffer Buyrukçu’nun (19302006) ilk kez yayımlandığını duyurduğu Hayallerin En Uzun ve En Hızlı Atları başlıklı uzun öyküsünü okurların, en azından öykü severlerin ilgisine sundu… Koklayıp dokunarak, okşayıp severek kitabı bağrına basanların uğrak yerinin ancak kitabevleri olacağını düşünerek, bir kitabevi zincirinin şubesine uğradım. Can’ın kitaplarına hemen ulaşılabiliyordu da Seyda ile Buyrukçu’nun andığım kitaplarını ara da bul! Kitabevi görevlisi söz konusu kitapların değil yalnız, bu yazarların tek kitaplarının bile bulunmadığını söyledi kendilerinde… Mehmet Seyda… Muzaffer Buyrukçu… Yoktular öyle mi? Oysa Bilbaşar’la birlikte üç yazar, yuvarlamayla 1910’lu, 20’li, 30’lu yılların yazar modelleri olarak alınabilir pekâlâ. Öyle ya seksen, doksan, yüzyıl önce doğmuş insanlar. Öyküleri 1930’lardan başlıyor, her birinin ölüm tarihine dek sürüyor neredeyse… Günümüz genç öykücü doğum ortalaması 1990’ları da aşıp artık 2000 çizgisine ulaştığına göre ne söylenebilir bu durumda, bilmiyorum. Ancak iş öykülere geldiğinde durum şaşırtıcı. Karşılaştırma olsun diye örnekleyeyim; Seyda’nın “Alın Yazısı” başlıklı öyküsünde, fabrika kazası şöyle aktarılıyor sözgelimi: “…‘Tapa Fabrikası’nda kazara bir bomba patladı, altı işçi öldü. Fabrika onları dışarı tükürdü. Ölüler evlerine barklarına dağıtıldı.” “Birinin ciğerleri gitti gitti duvara yapıştı da onu oradan zorla kazıdılar” (2; 15). Seyda’nın öyküsünü kaleme aldığı 1937 tarihinden tam yarım yüzyıl sonra dünyaya gelen genç öykücü Deniz Tarsus ise, yenice yayımladığı İt Gözü (Can, 2015) adlı öykü kitabında şu satırlarla çıkıyor karşımıza: “…[M]adenden kömür değil, et çıkıyo, et.” “Bedenler ayrılıp sonra tekrar birleşmiş gibi. Madenciler parçapinçik.” “Yapışınca çıkmıyo namussuz” (“Can Kuşu”, 13. 14, 17). Bu veri, öykü evrenlerine yerleştirilmiş toplumsal yaşam gerçeklerinin seksen yıl içinde hiç mi hiç değişmediğini göstermiyor mu? Gelin şimdi bu üç değerli yazarımızın öykücülüğü üzerine şöyle bir çevrinelim kuş bakışı… KEMAL BİLBAŞAR… Kemal Bilbaşar, son yüzyılı öne çekerek bu zaman kesitinde gezinen öyküler kaleme alıyor almasına, ama unutulmaz öyküsü “Çancının Karısı”nda değindiğine benzer biçimde anlatısında “insanı saran, kulaktan âşık eden bir tad” (Alıntılar için bak. Cevizli Bahçe, Tekin, 1975, 301) yakalamak, bunu anlatısına sızdırmak için çabalıyor sürekli. Öte yandan S A Y F A 2 0 n 3 itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] C Bilbaşar, Seyda, Buyrukçu... Aramızda olmayan üç değerli yazarımız, farklı yayınevleri tarafından yayımlanan öykü kitaplarıyla bir kez daha okur önüne çıktı 2015’te… ÜÇ ÖYKÜCÜ: la herhangi öykü ustasının, öyküyü nasıl kurması gerektiğini, anlatısıyla uyumlu, evreni, kişileriyle örtüşen, olayları, kül altında köz gibi hem gizleyen hem de ısısını duyurup parlatan yapıya nasıl dönüştürdüğünü gösteriyor önemli ipuçlarını da ele vererek. İşlevsel ayrıntıları ise kendi saltık duyarlıklarıyla, incelikleriyle birlikte yerleştiriyor anlatısına. Geriye dönülüp bakıldığında rahatlıkla öne sürülebilecek bir yargı da, onun, hakkını vererek kendine özgü bir öykü dili yarattığı, verimlerini bu özgün öykü diline yasladığı olgusu bana göre… En azından kimi verimlerinden kalkarak söyleyecek olursam kendisinden dersler alınabilecek bir yazar o. Doğan Hızlan’a katılmamak elde değil bu nedenle: “Mehmet Seyda’sız bir öykü antolojisi her zaman eksiktir” (1; 7). MUZAFFER BUYRUKÇU… Muzaffer Buyrukçu öykülerindeki kişiler, “evin yolunu tut(an)” ama asla “hayal kurmayı bırak(mayan)”, “yoksul (ya da orta halli) memur”lar (15, 27) daha çok. Bu tek uzun öyküsünde de yine böyle bir öykü karakteriyle karşılaşıyoruz, her zamanki gibi bir film kahramanını izlercesine de peşine takılıyoruz onun. Buyrukçu’nun öykülerinden ya da anılarından bildiğimiz yapılandırma özelliklerinin birebir karşımıza çıktığı anlatı, bu nedenle, biçimce Buyrukçu okurunun kolayca tanıyıp benimseyebileceği bir örnek. Son yıllarında verimlediği kestirilebilecek bu “son” öyküsünde de bizi şaşırtmıyor demek ki yazar. Öykü, sanki bugün yazılmışçasına tazelik yayarken bunun konusal, izleksel açıdan kurulan sıcak bağdan kaynaklandığı düşünülmemeli. Gerçekte öykü, bu bağlamdaki örtüşmeyle değil farklı bir yerden yakalıyor okuru. Özellikle Muzaffer Buyrukçu öykücülüğünden söz ediliyorsa eğer, onun ayrıntı işçiliğini nerelere vardırdığı gözden uzak tutulmamalı hiçbir zaman. Öyle bir ayrıntı yerleştirme hüneri ki bu, mozaik işçiliğiyle ortaya çıkan görsel odaklı şöleni anımsatıyor insana. Evet, bu ayrıntıları çıkarıp atabilirsiniz öyküden. Hele yığma, dolgu ayrıntı toplamıysa bu. Ancak bu ayrıntıları kaldırdığınızda, öykünün büyüsünün de ortadan kalkacağını kestirebiliyorsunuz kolayca. Neden peki? Öykü evreniyle karakterleri bu ayrıntı yağmuruyla, bunların oluşturduğu ışık gölge, renk değişimleriyle, sesteki iniş çıkışla, eylem eylemsizlik çevrintisiyle ortaya çıkıyor da ondan… O zaman yığışım amacıyla yapılsa da yerleştirme, pek çok ayrıntı, ister istemez anlatı gerecine dönüşerek işlevsellik taşımaya koyuluyor hemen. Evet, işte size 1910’larda, 20’lerde, 30’larda dünyaya gelmiş, yaşamları boyunca öykü dokumuş üç usta yazar… Şunca kitabeviyle, internetin geniş yelpazesi içinde bulamasanız da bu yazarları, bulamasanız da onların kitaplarını, çınar duruşlarıyla yazınımızın unutulmazları arasında yer aldıklarını unutmayın sakın her birinin… Bu nedenledir ki 2015’te öyküleriyle yeniden yaşamımıza katılan Kemal Bilbaşar, Mehmet Seyda, Muzaffer Buyrukçu, hangi çağda, hangi değerlerle yaşadığımıza değgin birer ayna tutuyor bize… n K İ T A P S A Y I 1 3 3 3 Kemal Bilbaşar Mehmet Seyda “kişiliğini bulamamış taşra kasabaları”na bakmak da pekâlâ olanaklı bunlara. (87) Gogolvari eleştiriler yöneltmekten de Bu çerçevede Kemal Bilbaşar, üzeringeri durmuyor öykülerinde. de önemle durulması gereken anlatı usYer yer romantik, hatta melodramatik talığını öykülerinde de gösterirken öykü saçaklar barındırmakla, ötesinde çizgievreni ile kişiler arasında sağladığı denselleştirme eğrileri, şakacı parıldamalar geyle, uzam, zaman dizilişleri ile olayları buna eşlik etmekle birlikte Bilbaşar’ın, örüntüleyişindeki hünerle günümüz öyöykü evrenleriyle kişilerini gerçekçi kücülüğü için de bir kılavuz yazar olarak temelde yapılandırdığı ortada yine de. anılabilir bana göre. Dahası, yazarın, neredeyse olgusal belge MEHMET SEYDA… gerçekliği kazandırdığı görülebiliyor bunlara. Öyküler, yer yer çizgi bandı havaMehmet Seyda, hemen hiçbir öyküsında gazete öykümsülemelerine benzer sünde üslupçu bir anlatı ustalığı sergilekimi kırılganlıklar taşımıyor değil ama meye girişmiyor belki ama öykü kişileriartalandaki yoğun ayrıntı desteği sayenin ruhsal dünyalarını aralamak, olaylar sinde gerçekçilikle bağını koparmıyor ortaya çıkarken yaşanan çapraşıklığı hiçbir zaman. Bunu Mehmet Seyda’nın sergilemek, öykü evrenlerindeki artalana öyküleri için öne sürmek de olası. sızabilmek amacıyla, adeta bir kamerayı Bu doğrultuda yazar, toplumsal tarikaydırırcasına yerleştiriyor tümceleri öyhimizden çok sayıda çeşitlemeyi, öyküküye. lerin artalanına yerleştirirken, anlatımcı Nasıl bir sözdizimi peki bu? Kıpır kıpır, öykücülüğün ardılı görünüyor daha çok. biraz bıçkın, hatta ele avca sığmaz, sıçOkurun etkin kılındığı “Çancının Karısı”, ramalar, geçişler eşliğinde kayan şaşırtıcı “Yangın” vb. anlamlandırma ağırlıklı bir dil. Seyda, türün okuru kadar yazarı örnekler dışında doygun bir anlamsal için de öneriler getiriyor aslında. Gergenişliğe yönelmiyor belki yazar, öyküde; çekten de işin başında daha, saçaktan ne ki okur, bu ağırlığın etkisini duyumsadüşen yağmur damlalarının piyano tuşları yıp, anlatılanları kendi eylemliliği içinde üzerindeki gezintisine benzer bir anlatımbiçimlendirmekten vazgeçmiyor. Anlamsal ağırlığın, daha çok, Muzaffer Buyrukçu farklı bakışla yaklaşılan kadın erkek ilişkilerinin, tutkulu, ötesinde hastalıklı aşkların öne çıktığı öykülerde kendini gösterdiğini de ekleyelim bu satırlara. Öte yandan tekinsizliklerine karşın son yüzyılın, toplumsal oluntularla içlidışlı yaşanarak yapılandırılmış, bu açıdan halk tarihinden esinler taşıyan, birbirinden ilginç aşk öyküsü örnekleri olarak E Y L Ü L 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear