Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 20 MART 2020 CUMA HABER GÖRÜNÜM A. CELAL BİNZET Sanat ve salgın Zaman zaman değişimler gösterir yaşamın akışı. Önceden kestirilmesi olanaksız kimi olaylar birdenbire başka yönlere sürükler insanı. Hemen yanı başımızda örneği var. Toplumda baş gösteren bir salgının yarattığı ürkü nedeniyle ortaya değişen davranış kalıpları çıktı. Kimi kez abartılı sayılabilecek hareketlerin egemenliğinde korkutucu sonuçlar saçıldı ortaya. Tam da bu zamanlarda insanları saran talan güdüsü yiyecek maddelerinin yağmalanmasıyla sonuçlandı. Ellerine sıkıştırılmış makarna ve un paketleriyle görüntü verenler belki Fellini’nin sineması için iyi birer görüntü malzemesi sayılabilir. Ürkek bakışlarla abartılı hareketler sindi insanların yüzüne. Savaş, terör ve her günkü bağırtılarla kıstırılanların bir de salgın korkusuyla iyice karamsarlığa ve yalnızlığa itildiğini görmek acıtıcı. Bunların üzerine her gün daha da pahalılaşan piyasa karşısında geriye çekilen halk görünmez bir düşmanın karşısında yenilgiyi kabul etmiş gibi. Görece boşalmış alanlar, yalnızlaşmış sokaklar adı konulmamış savaşın simgesine benziyor. Onca olumsuzluğun içinde sanatın durumu merak edilmez mi? Bizim için en kolay vazgeçilebilenin sanat olduğu belli. Geçen haftaya damgasını vuran sanat fuarı bundan payına düşeni almakta gecikmedi. Yalnız orası değil. Kentin belli yerlerine dağılmış galerilerin durumu da ondan iyi değil. Korkuyu içselleştirenler yaşama küstü. Kimileri de bu bahaneyle anılan yerlerden uzak durmayı yeğledi. Toplumsal dengelerin alt üst olduğu günler yaşıyoruz. Oysa sanatın sağaltıcı bir yanı olduğu bilinse bu yazılanların daha azının yaşanacağı açık. Olaylar değişecek miydi? Hayır. Yine aynı karmaşa içinde yuvarlanacaktık. Ama sanatın vereceği bütüncül bakış açısının kazandırdığı duyguyla direncin arttığına tanık olunacağı kesin. Bazen gün boyu hiç kimselerin kapısını açmadığı galeriler var. İnsanların içindeki karamsarlığı yenmenin en kestirme yolu bir sanat yapıtıyla yüzleşmektir oysa. Bir yaratının bitmiş serüvenine ortak olmanın hazzı o kararmış görüntüyü silecektir belki de. Bu yargıyı somutlaştıracak çok sayıda örneğimiz bulunuyor. Yanmış, yıkılmış kentlerde sanatın birleştirici gücüne tanık olundu geçmişte. Ondaki yaratıcılığın verdiği direnç duygusu daha güzel bir dünyanın habercisidir, bilinir. Unutmayalım, uzun erimde karanlığı yok etmenin yolu sanatla yaşamaktan geçiyor. TÜRK DEVRIMI’NIN KALEMI FALIH RIFKI ATAY’IN ÖLÜMÜNÜN ÜZERİNDEN 49 YIL GEÇTİ Çankaya’nın Öyküsü... Cumhuriyet döneminin en etkin gazetecilerinden Falih Rıfkı Atay’ın ölümünün üzerinden 49 yıl geçti. Milli Mücadele dönemine kalemiyle destek veren Atay, Cumhuriyet döneminde de Atatürk devrimlerinin savunucularından biri oldu. Yazdığı kitaplarla Türkiye’nin yakın tarihini aydınlatan Atay’ın en unutulmaz eserlerinden biri ise, Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşantısını anlattığı “Çankaya” kitabı... Atay, 1894 yılında İstanbul’da doğdu. Lise eğitimini bugün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak bilinen Mercan İdadisi’nde tamamlayan Atay, edebiyata olan ilgisini de burada kazandı. Lise ikinci sınıfta ilk şiirlerini kaleme almaya başlayan Atay’ın yol göstericileri, edebiyat öğretmeni olan Celal Sahir Bey (Erozan) ile kendisinden bir ileri sınıfta okuyan şair Orhan Seyfi Orhon’du. İlk yazıları 1911 yılında Serveti Fünun dergisinde yayımlanan Atay, I. Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak Suriye’ye gitti ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin liderlerinden Cemal Paşa’nın özel kâtipliğini yaptı. Atay, Milli Mücadele döneminde ise gazeteciliğiyle kurtuluş mücadelesine destek verdi. Milli Mücadele’ye verdiği destek nedeniyle idamla yargılanan Atay, 2. İnönü zaferiyle birlikte idam kararından kurtuldu ve Anadolu’ya geçti. Milletvekili olarak 1923’te Meclis’e giren Atay, 27 yıl milletvekilliği yaptı. Bu sürede Hâkimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet gazetelerinde başyazarlık yaptı. Yazdığı yazılarla Atatürk devrimlerini savunan Atay, dil devriminin gerçekleşmesini sağlayan Dil Encümeni’nde de görev aldı. İzmir’in kurtuluşundan sonra Atatürk’e en yakın isimlerden biri haline gelen Atay, Türkiye’nin yakın tarihini aydınlatan eserler yazdı. Bugün ölümünün ardından 49 yıl geçen Atay’ın en unutulmaz eserlerinden biri ise “Çankaya” kitabı oldu. Rumeli şivesi Atay, Atatürk’ün doğduğu günden ölümüne kadar geçen süreci konu edinen “Çankaya” kitabının önsözünde, ulu önderi “Onun anlatışı ne nutuk söylemesine ne de yazı yazmasına benzerdi. Ara sıra Rumeli ağzına kayan tatlı bir şivesi, gönül tellerine dokunan büyülü bir sesi, hiç bezginlik vermeyen renkli bir hikâye üslubu vardı” sözleriyle anlatıyor ve kitabın adının nereden geldiğinin öyküsünü şu sözlerle aktarıyor: “Geçmişe doğru ne zaman başımı çe virsem o tepeyi bir türlü gözden kaybedemem. Öne gelir, geriye gider, yana kaçar, öyle olur ki ondan başka bir şey görünmez, o kadar kaplayıcıdır. Olur ki hiç olmazsa ta uzaktan gölgesi vurur, fakat hatıralarımı o tepenin hükmü veya etkisi altından kurtaramam. Onun için bu kitabın adını ‘Çankaya’ koydum.” ‘Yazılmazsa anlaşılmam’ Yazmadan önce Atatürk’e de danıştığını söyleyen Atay, kitap fikrinin ortaya atıldığı geceyi ise şöyle anlatıyor: “O gece gülüşe oynaşa sabahladık. Atatürk benimle birkaç kişiyi sona bıraktı. Gece üstüne bir hayli dedikodu HAFTANIN KITAP ÖNERISI: Falih Rıfkı Atay Zeytindağı: Pozitif Yayınları’na ait bu kitap, Falih Rıfkı Atay’ın 1. Dünya Savaşı sırasında Cemal Paşa’nın emir subayı olarak görev yaptığı günleri konu ediniyor. yaptık. Çıkıp gideceğimiz sıra kendisine dedim ki: Şimdiye kadar sizin için yalnız yabancılar yazdı. Biz yanınızdayız. Sizi ve eserinizi daha iyi tanıyoruz. İzin verir misiniz, Yakup Kadri ile sizin için bir kitap hazırlasak... Ferah ve uyanık bir bakışla beni süzdü: Dün geceyi yazacak mısınız? Canım efendim, bu kadar hususiyetlerinize girmeye ne lüzum var? Ama bunlar yazılmazsa ben anlaşılmam ki... Siz de başkalarının yazdıklarını tekrarlamış olursunuz.” Atatürk’e ait sayısız anının yer aldığı kitapta, bugün “tören kıtası” olarak bilinen selamlaşmanın ilk defa nasıl yapıldığı da anlatılıyor. Buna göre, Osmanlı döneminde askeri selamlaşma, komutanın “selamün aleyküm” demesi ve askerin “aleyküm selam” diye yanıt vermesiyle yapılıyordu. Ancak Selanik’te 38. Piyade Alayı Komutanlığı’na tayin edilen Mustafa Kemal, bu geleneği değiştirdi. Tören kıtası sırasında askeri “Merhaba asker” sözleriyle selamlayan Atatürk, askerlerden de şaşkın bir bekleyişin ardından “Merhaba” yanıtını aldı. O ta rihten sonra bu tek kelimelik selamlaşma usulü, orduda bir gelenek halini aldı. ‘Cephane yoksa süngü var’ Kitapta 105. yılı kutlanan Çanakkale Zaferi’ne ilişkin bölümler de bulunuyor. Bu bölümlere göre Atatürk, Conkbayırı’nda cephaneleri bittiği için geri çekilen ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğü ile karşılaşır. Bölükteki askerlerden birine “Neden geri çekiliyorsunuz” diye soran Atatürk, “Efendim cephanemiz bitti” yanıtını alır. Bu yanıta “Cephaneniz yoksa süngünüz var” karşılığını veren Atatürk, askerlere “Süngü tak ve yat” emri verir. Olayların geri kalanı, kitapta Atatürk’ün şu anlatımıyla yer alır: “Erler yere yatınca düşman da yere yattı. Kazandığımız an, bu andır. Düşman ne yapacağına karar verinceye kadar 57. Alay Conkbayırı’na yetişti. Arkasından 19. tümenin öteki alaylarını da Arıburnu’na yöneltti. Savaş gece boyu sürdü ve düşman kıyının son sırtlarına kadar geri çekildi...” ‘İşte fark...’ Kitapta Atatürk’ün yanı sıra İsmet İnönü gibi isimlere ait anılar da yer alıyor. Anlatılana göre, Şeyh Sait isyanının giderek büyüdüğü günlerin birinde Atatürk, Çankaya’da bir oyun daveti verir. Dönemin en önemli isimleri o gece davete gider. Atatürk’ün oturduğu masada Falih Rıfkı ve Yakup Kadri de vardır. Bir diğer masada dönemin başbakanı Ali Fethi Okyar oturmaktadır. İsmet Paşa da yine ayrı bir masada oturur. Hepsi de masalarında briç oynamaktadırlar. Oyun sırasında Atatürk’e isyanın büyüdüğüne dair bir telgraf gelir. Atatürk, telgrafın Ali Fethi Bey’e iletilmesini ister ve masadakileri dürterek “Çocuklar, dikkatle izleyin” der. O sırada kendini oyuna kaptırmış olan Ali Fethi Bey, telgrafı getiren emir erini “Sonra bakarız” diyerek başından savar. Atatürk de emir erine yazıyı İsmet Paşa’ya götürmesini söyler. İsmet Paşa, eline verilen yazıyı alınca sandalyesini masadan uzaklaştırır ve dikkatle yazıyı okumaya başlar. Bir sigara yakar ve telgrafı tekrar okur. Ardından ayağa kalkar ve oyun arkadaşlarına bir şey demeden çıkışa yönelir. Atatürk, İsmet Paşa çıkmadan onu yakalar ve sorar: “Nereye?” İsmet Paşa, “Raporu görmedin mi? Tedbir almak lazım” diyerek odayı terk eder. Atatürk de masadakilere döner ve “İşte fark” der. Bu olaydan kısa bir süre sonra da İsmet Paşa, başbakanlığa getirilir. l ANKARA Cumhuriyetin ilk kadın milletvekillerinden Satı Kadın, 64. ölüm yıldönümünde anılıyor ‘İşte mebus olacak kadın’ Milli Mücadele’nin özel fotoğrafları Ankara Üniversitesi, birçoğu ilk kez gün yüzüne çıkan Milli Mücadele dönemine ait özel fotoğraflar yayımladı. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü arşivlerinden yayımlanan fotoğraflar, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının Milli Mücadele öncesi ve Kurtuluş Savaşı yıllarına ait mücadelesine ışık tutuyor. Tarihi kareler, Türk milletinin zorlu şartlar altındaki mücadelesi ve bağımsızlığa uzanan yolda yaşadığı tarihsel serüveni gözler önüne seriyor. Milli Mücadele’den Kurtuluş Savaşı’na uzanan yolda, Atatürk’ün tüm Anadolu’da tanınmasını sağlayan sürece ayna tutan fotoğraflar, halkın kurtuluşa ve bağımsızlığa yönelik azim ile mücadelesini bugünün kuşaklarıyla buluşturuyor. Kareler arasında, Atatürk’ün, savaş yıllarına ait cephedeki ve siyaset arenasındaki fotoğrafları da yer alıyor. l ANKARA Satı Çırpan, bilinen adıyla Satı Kadın, ölümünün 64. yılında anılıyor. 1890’da Ankara’nın Kazan köyünde doğan ve ilk eşi Cafer Efendi öldükten sonra Balkan Savaşı’nda gazi olan İbrahim Efendi ile evlenen Satı Çırpan, babası Kara Mehmet’in ihtiyarlığını fırsat bilip arazisini gasp etmek isteyenler yüzünden eşi ile birlikte babasının evine döndü ve babasının mülküne sahip çıktı. 1933’te kadınların muhtar olma hakkı kazanması ile köyün muhtarı seçilen Satı Çırpan’ın yaşamı ise 1934’te Atatürk ile karşılaşmasından sonra değişti. 16 Temmuz 1934’te İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan Atatürk’ü yol boyu çevre köylerdeki yurttaşlar karşılar ve yiyecek ile içeceklerinden ikram ederlerdi. Ankara Kızılcahamam güzergâhından geçen Atatürk’ü karşılayanlardan biri de Satı Çırpan’dı. Yolculukta Atatürk’e eşlik eden manevi kızı Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler adlı kitabının “İlk köylü kadın milletvekili” başlıklı kısmında Atatürk ile Satı Çırpan’ın karşılaşmasını şöyle anlatır: “Sıcak yaz mevsiminde, otomobille Kızılcahamam yolundayız... O zamanki şose, Zir Ovası’ndan giderdi. Yol boyunca bütün köylüler, Atatürk geçecek diye çıkmışlar, kısım kısım yerlerde toplanarak ağaç dallarından çardaklar ve taklar yapmışlardı. Kazan köyüne yakın bir yerde durduk. Okul öğrencileri, öğretmenleriyle sıralanmıştı. Nahiye müdürü, köy muhtarı ve kadınlı erkekli köylüler hep bir arada idiler. Atatürk, üstü kapalı, yanları açık bir otomobilde... Yanımızda Nuri Conker ve başyaveri bulunuyordu. Otomobil durdu. Fakat o topluluktan hemen cesaret edip yaklaşan olmamıştı. Adeta emir bekliyorlar gibi bir durum vardı. Onların içinden birdenbire sırma işlemeli en güzel köylü elbiselerini giymiş, yağız çehreli bir kadın otomobile yaklaştı, “Paşam hoş geldiniz, senin için yer hazırladık, ayran yaptık, insene” dedi. Atatürk nezaketle yolumuzun uzun olduğunu ve her yerde durmanın mümkün olmayacağını anlattı. Fakat aynı zamanda da bana, ‘Bu kadın kimmiş, sorsana’ dedi. Ben onunla konuşurken diğer erkekler de cesaret alarak Atatürk’e yaklaşmışlar ve onun çeşitli sorularına yanıtlar veriyorlardı. Satı Kadın’dan öğrendiğim şu idi: Kendisi Kazan köyünün muhtarı imiş ve seçimle köy yönetiminin başına yeni geçmiş. Muhtar Satı Kadın, oraların hâkimi edası ile ayranı otomobile getirtti. İçtik ve kendisinden köyü hakkında bilgi edinerek tekrar yola koyulduk. Atatürk, ‘İşte mebus olacak kadın’ dedi. Satı Kadın, Türk köylü kadınının cesur bir sembolü olarak karşımıza çıkmıştı. Yol boyunca onun hakkında gözlemlerimizi söylüyorduk. Nuri Conker, Büyük Millet Meclisi’ne üye olarak girebilecek bu yeni aday arkadaşı hakkında şakalı sözler sarf etmekle beraber, Atatürk bu muhtarın ismini ve köyünü kaydetmemi emir vermişti. Satı Kadın’ın kişiliğinde Türk köylü kadınının milletvekili adaylığını görmekle gururlu idim. Satı Kadın, 1935 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, ilk kadın milletvekili olarak seçilmiş ve o devre müddetince görev yapmıştır. Bu durum, ulusun demok ratik bir fikrinin ilk uygulaması olmuştur.” Cesur Türk kadını Satı Kadın’ın torunu Zekai Çırpanoğlu, babaannesi Satı Kadın’ı Cumhuriyet Anadolu’ya anlattı. Atatürk’ün, Satı Çırpan’a eski Türkçede “cesur Türk kadını” anlamına gelen “Hatı” adını verdiği ve Meclis kayıtlarında böyle geçtiğini söyleyen Çırpanoğlu, Atatürk ile Satı Kadın’ın görüşmesini ise şöyle anlatıyor: “Babaannem, Atatürk’e ayran verdikten sonra Atatürk ‘Kimsin’ diye soruyor. Babaannem de ‘Paşam, ileride gördüğünüz köyün muhtarıyım’ diyor. Bir kadının muhtar olması Atatürk’ün hoşuna gidiyor. Atatürk, babaannemin yaşını soruyor. Babaannem ise ‘Paşam, 1919 doğumluyum’ diyor. Atatürk diyor ki ‘Şaşırmış olmayasın, biraz daha yaşlı gözüküyorsun.’ Babaannem ise ‘Sen Samsun’a çıkmadan önce yaşamıyorduk ki’ yanıtını veriyor.” Daha sonra Atatürk’ün Satı Kadın ile Ankara’da görüştüğünü ve “Satı Kadın, kocandan boşan. Seni kadınlara başkan yapacağız” diye denediğini söyleyen Çırpanoğlu, şunları kaydetti: “Babaannem, ‘Emzirdiğim çocuğum var. Ben başkanlık istemem’ diyor. Bu yanıt Atatürk’ün çok hoşuna gitmiş. Babaannem, milletvekilliği görevi bittikten sonra şalvarını giyerek köyüne dönermiş. Milletvekilliği döneminde ise köylüleri TBMM’ye getirir ve dertlerini dinlermiş. Meclis’e köylüler çok gelince babaannemi Atatürk’e şikâyet etmişler. Atatürk de ‘Satı Kadın’a karışmayın’ demiş. Babaannem de köylülerden şikâyetçi olanlara ‘Bunlar milletin asıllarıdır. Biz vekilleriyiz’ yanıtını vermiş.” ‘Satı Anne’yi beklerdik’ Satı Kadın’ın yaşadığı evi, adının yaşaması için belediyeye bağışladıklarını ve eşyaları ile birlikte müzeye dönüştürüldüğünü aktaran Çırpanoğlu, Satı Kadın’ın Atatürk’ü karşıladığı bindallısı ile gümüş ve altın kaplamalı olan kuşağını kendilerinin sakladıklarını söyledi. Satı Kadın’ın, her 5 Aralık kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmasının yıldönümünde mezarı başında anıldığını belirten Çırpanoğlu, ilçede Satı Kadın’ın adına park olduğunu da kaydetti. Satı Kadın’ın, Milli Mücadele sırasında yayımlanan Tekalifi Milliye emirleri çerçevesinde orduya destek sağladığını ve bölgedeki asker tarafından da çok sevildiğini söyleyen Çırpanoğlu, 24 Ocak 1993’te katledilen yazarımız Uğur Mumcu’nun, kendisini ziyaret ettiğinde Satı Kadın ile ilgili anılarını anlattığını da belirtti. Çırpanoğlu, “Uğur Mumcu çocukken, babaannemin milletvekili olduğunda yaşadığı ev ile komşuymuş. Bana, ‘Biz Satı Anne’yi beklerdik. Kapıdan çıkınca çok modern, üzerinde etek ve şapka ile çıkardı. Hepimizin başını okşardı’ demişti” ifadelerini kullandı. l ANKARA