Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 2 AĞUSTOS 2008 CUMARTESİ ‘Soyut bir tutku, daha doğrusu benim yaşamım’ Modern Türk Sanatı’nın yaşayan en önemli temsilcilerinden biri olarak değerlendirilen Abdurrahman Öztoprak’ın sanat serüveni, birbiri arkasında ilerlemeyen farklı sıçrayışların bütünü olarak değerlendirilebilir. Onun Akademi’de NECMİ Nurullah Berk Atölyesi’nden mezun olduktan burslu olarak 1952’de SÖNMEZ Roma’ya sonra gitmesi, 1954’te Maya Sanat Galerisi’nde kişisel sergi açması, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Taşkışla binasında o zamana dek Türkiye’de gerçekleştirilmiş en büyük freski (5x12 metre boyutlarında) boyaması üzerinde durulması gereken etkinlikleri arasındadır. Ancak bu başarılarına rağmen genç sanatçı araştırmalarını sürdürebilmek için 1960 yılında Almanya’ya göç etme kararını alır. 1975’de İstanbul’a geri dönüp atölyesini açtığında farklı arayışınlara, büyük bir yanlızlık içinde birbiri arkasına ilginç deneylere girer. Bu deneyler ancak 2000’li yıllarda kavranır. Öztoprak, daha önce Modern Türk Sanatı’nın seyrinde görülmemiş bir biçimde, 80 yaşına bastığında değerlendirilmiştir. Bu açıdan sanatçının Venedik’teki Ca’Pesaro Galleria Internazionale d’Arte Moderna’da Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi koleksiyonundan derlenen çalışmaları ve müzenin organizasyonuyla açılan sergisi, onun sanat yaşamında karşılığı olmayan büyük bir sıçramanın sonucudur. Öztoprak’ın 30 Mayıs’ta açılıp 27 Temmuz’da kapanması planlanan sergisi gördüğü ilgi üzerine Ağustos sonuna kadar uzatıldı. Sergi kataloğunun yayınlanması nedeniyle İtalyan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bir sunum sırasında, yaşamını sürdürdüğü Gökova Akyaka’dan İstanbul’a gelen sanatçıyla bir konuşma gerçekleştirdik. Sevgili Abdurrahman Öztoprak, geçen yıl İstanbul’da düzenlenen serginizden sonra Venedik’teki Ca’Pesaro müzesinde önemli bir kisisel serginiz açıldı. Bunun şimdiye dek yurt dışında açılan en kapsamlı serginiz olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu serginin sizde uyandırdığı hisler nelerdir? Evet yurtdışında açtığım en önemli sergi bu oldu. Elgiz Koleksiyonunun girişimleri ve İtalya’daki güçlü kontakları sayesinde gerçekleşen sergi bir anlamda benim ilk kapsamlı müze sergim. Öğrenebildiğim kadarıyla 1898 yılında modern sanat müzesi olarak açılan bu barok saray Avrupa’nın ilk önemli modern sanat müzesi olarak biliniyor. Ne söyleyebilirim ki? Bir sanatçının istediği uç noktalardan biri oldu. Açılış sırasında yıllar önce yaptığım resimleri tekrar görünce heyecanlandığımı hissettim. sergi Atletizme adanmış bir yaşam Yapı Kredi Kültür Merkezi Kazım Taşkent Sanat Galerisi, 2008 Pekin Olimpiyatları öncesinde, hayatını olimpiyatlara ve Türk atletizminin gelişmesine adamış çok yönlü bir insan olan Cüneyt E. Koryürek sergisine ev sahipliği yapıyor. Bu yıl kaybettiğimiz Cüneyt E. Koryürek’in anısına hazırlanan ‘Atletizme Adanmış Bir Yaşam: Cüneyt E. Koryürek Türkiye’nin Olimpiyad Serüveni’ adlı sergi, bir olimpiyat emekçisinin, gençlik yıllarından başlayarak tuttuğu notlar, istatistikler, çektiği fotoğraflar, topladığı maskot, madalya ve aksesuarlar ve Türkiye’nin bu yolda yolculuğuna tanıklık eden çok sayıda eseri meraklısıyla buluşturuyor. Sergide, aynı zamanda Türkiye’nin ilk halkla ilişkiler şirketinin kurucu olan Koryürek’in çok farklı yüzleriyle de karşılaşılacak. Sergi, 10 Ağustos’a dek ziyaret edilebilir. (Tel: 0 212 252 47 00) Abdurrahman Öztoprak’ın 30 Mayıs’ta Venedik’te açılan sergisi, gördüğü ilgi üzerine ağustos sonuna kadar uzatıldı. Tasarım Kentleri için son günler İstanbul Modern’in ev sahipiği yaptığı ‘Tasarım Kentleri’ sergisi, çağdaş tasarımın serüvenini, uluslararası anlamda yedi kilit kente ve bu kentlerin tasarımın gelişimindeki belirleyici konumlarına odaklanarak anlatıyor. 1851 yılındaki “Büyük Sergi” zamanının Londrası’ndan başlayan sergi, 1908 yılının Adolf Loos’lu Viyana’sına, 1928’de Dessau’da kurulan Bauhaus’a, 1936 yılının Le Corbusier’li Paris’ine doğru ilerliyor. 1957 yılının Milano’suna ve 1987’de büyük bir gelişme gösteren Tokyo’ya ulaşıyor. Sergi, sonunda bugün dünyanın en önde gelen tasarım merkezi olan, Ron Arad, Zaha Hadid, Jasper Morrison ve daha birçok öncü tasarımcının yaşamakta olduğu Londra ile sona eriyor. Sergide Charles ve Ray Eames’in sandalyeleri gibi tasarım klasiklerinin yanı sıra, dönemlerini en çarpıcı biçimde gözler önüne seren William Morris, Christopher Dresser, Adolf Loos, Marcel Breuer, Le Corbusier, Eileen Gray, Achille Castiglioni, Issey Miyake ve Ron Arad gibi dünyanın en önemli tasarımcılarının çalışmaları yer alıyor. Tasarım Kentleri 10 Ağustos’ta sona erecek. (Tel: 0 212 334 73 00) Abdurrahman Öztoprak altın, bakır ve gümüş malzemeleri resimde derinlik sağlamaya çalışırken kulanmaya başlamış. Sergi Ağustos sonuna kadar açık. GERÇEKLEŞEN BİR RÜYA Daha önce Roma Akademisi’nde de fresk eğitimi aldığınız için, İtalya’nın sanatınızda özel bir yeri olduğu söylenebilir mi? Öğrenci olarak gittikten elli yıl sonra bir sergi açmak için gittiğiniz İtalya’da neler duyumsadınız? Roma benim sanat yaşamımın da bir dönüm noktası olmuştur. Akademi’de sadece kötü baskılarla gördüğüm, anlamaya çalıştığım Rönesans Sanatı’nın devleri karsımdaydı. 1952 ve 1953 yıllarının Roma’sı bambaşka bir dünyaydı, bugünle kıyaslamanıza imkan yok! Müzelerin içinde tek başına gezebiliyor, Capella Sistina’da tek başıma bankoya uzanıp Michelangelo’nun o muhteşem resimlerini seyredebiliyordum. Roma’da ilk gezdiğim müze olan Galleria Borghese koleksiyonundaki Tiziano’nun “L’Amore Sacro e L’amore Profano”, Correggio’nun “Danae”, Raffaello’nun “La Deposizione Dı Cristo”, L. Cranach’ın “Venere” ve A. Del Sarto’nun “Sacra Famiglia” adlı eserlerini ilk gördüğüm anki heyecanımı unutamam. Roma’da sadece resim sanatı değil, daha önce sadece taş plaklardan dinlediğim orkestralar ve opera sanatçıları da birebir karşımdaydı. İnanması zor bir düşün içindeydim adeta… Daha sonra defalarca gittiğim Roma benim dünya görüşümü değiştirdi. Orada aynı zamanda ilk kez soyut çalışan sanatçıların orijinal resimlerini de görme şansım oldu. Bir yanda çılgınlar gibi fotoğraf çekiyor bir yanda da görmeye, anlamaya çalışıyordum… Sanki yepyeni bir dünya açılıyordu önümde. İtalya bu açıdan tek kelimeyle hayatımın gerçekleşen bir rüyasıydı. Her zaman olduğu gibi acıtatlı hatıralar da canlandı gözümün önünde. Hiç unutmam bize müzelere ücretsiz olarak girebilmemiz için verilen kimliği Vatikan Müzesi’nin girişinde gösterdiğimde, “Burası İtalya değil, kimliğiniz geçersizdir” demişlerdi. Venedik kentinde açılan bu sergide, sizin özellikle altın, bakır, gümüş gibi aslında renk olmayan, ama renklerle birlikte kullanıldığında farklı bir görsel etki uyandıran elemanları kullanmanızın farklı bir tarihselliği ortaya çıktı. Bu kentteki Bizans Sanatı etkileriyle sizin Bizans Sanatını yorumlamanız arasında benzerlikler olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soru beni şaşırttı doğrusu. Bizans Sanatıyla olan beraberlikler ancak bilinçaltından, İstanbullu olmamdan kaynaklanıyor olabilir. Benim Bizans Sanatına karşı çok özel bir ilgim olmadı. Altın, bakır, gümüş malzemelerini 1960’ların sonunda resimde derinlik ve hareketi sağlamak için deneylere giriştiğimde kullanmaya başladım. Benim amacım tuval yüzeyinde, resim geleneğine bağlı kalarak farklı bir hareketlilik oluşturmaktı. Kinetik Sanat, özellikle 1968 yılında gördüğüm documenta sergisi beni yakından ilgilendirdi. Ben o yıllarda Frankfurt’ta yaşıyordum, benimle aşağı yukarı aynı yaşta olan sanatçıların deneylerini görüyordum. Onlar çıkış yolunu üç boyutlu deneylerde arıyorlardı, ben tuvalde ısrarlıydım. Altın, bakır, gümüş diğer renklerle birlikte kullanıldığında tuval üzerinde bir ritim oluşturuyordu. Özellikle 1990’lardan sonra çalışmalarınızda organik soyutlama ile geometrik soyutlama arasında belli dizilere göre değişen bir diyalog olduğu görülüyor. Soyut üzerinde bu kadar derinlikli düşünmenizin sizin için bir tutku olduğunu söyleyebilir miyiz? Organik ve geometrik soyut benim duygularımla, resim düşünürkenki ruh halimle yakından ilgili. Biliyorsunuz ki her ikisi de aslında doğada mevcuttur ama benim kompozisyonlarımda daha farklı bir kimlik kazanırlar. Duygulanım, sanatımın temelini teşkil ediyor. Soyut bir tutku, daha doğrusu yaşamım benim bu. Ben özellikle geometrik ya da organik soyutlama yapmalıyım diye tuvalin karşısına oturmuyorum. Bu karar benim o andaki hislerimle ilgili. Kendimi en iyi bu şekilde ifade ettiğimi düşünüyorum. Neler üzerine çalışıyorsunuz? Son resimleriniz hakkında biraz detaylı bilgi verebilir misiniz? Son çalışmalarım organik değil geometrik ve köşeliler. Daha ziyade renk ve biçimlerde huzurlu bir harmoniye dayalılar. Biliyorsunuz sivri uçlu biçimler yırtıcı etki yapar, yumuşak formlar daha duygusaldır. Ben son zamanlarda geometrik çalışmama rağmen farklı deneylerle ilgileniyorum. Atölyemdeki son resmin renkleri sarı, yeşil ve burada daha önce fazla kullanmadığım dikey ve yatay çizgiler de var. tiyatro Olya Alman devrimci Olga Benario Prestes’in yaşam öyküsü Bizim Tiyatro tarafından sahneye konuluyor. Genç yaşında komünizmle tanışan daha sonra hapse giren Prestes, kızını da hapiste dünyaya getirir. Ve yahudi ve komünist olduğu için toplama kampında yaşama veda eder Benario Prestes. Zafer Diper’in oyunlaştırdığı, yönettiği ve rol aldığı oyunda kendisine Didem Başer, Nazan Diper, Aslı Nişancı, Nevin Doğan, İzgen Diğer, Özgür Sağlık eşlik ediyor. Oyun, yarın Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda sahnelenecek. Çanakkale’de ‘Şeffaf Yanılsamalar’ Çanakkale, Uluslararası 45. Troia Festivali kapsamında düzenlenecek I.Çanakkale Bienali’ne hazırlanıyor. Çanakkale Belediyesi tarafından organize edilen, küratörlüğünü Denizhan Özer ve Seyhan Boztepe’nin üstlendiği I. Çanakkale Bienali, 925 Ağustos tarihleri arasında Çanakkale kent merkezindeki birçok mekanda eş zamanlı olarak düzenlenecek. Sergide; Türkiye’nin yanı sıra Almanya, Azerbaycan, Fransa, Gürcistan, İngiltere, İran, İsrail, Japonya, Kanada ve diğer birçok ülkeden sanatçı yer alacak. “Şeffaf Yanılsamalar” başlığını taşıyan I. Çanakkale Bienali; resim, heykel, enstalasyon ve fotoğraflardan oluşan yapıtların yanında, performans ve dans gösterilerini de kapsayacak. Ayrıca Çanakkale Kordon Boyu’na yerleştirilecek dev ekranlarda, videolardan oluşan bir dijital gösterim programı da sunulacak. Çanakkale merkezinin farklı noktalarında bulunan, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Deniz Müzesi Sanat Galerisi, Çanakkale Kordon Yat Limanı, Eski Kilise, Fevzipaşa Mahallesi’ndeki çeşitli depolar ve binalar sergiye ev sahipliği yapacak. Kibarlık Budalası ÜMRAN BULUT Molière’in unutulmaz eseri Kibarlık Budalası, usta oyuncu Haldun Dormen’in 8 yıllık aradan sonra sahneye dönmesiyle tiyatroseverlerle buluşuyor. İpek Kadılar Altıner’in uyarlamasını yaptığı, Hakan Altıner’in sahneye koyduğu oyun 17. yüzyıl Fransa’sında geçiyor. Cahil, saf ama çok zengin bir adam olan Mösyö Jourdain’in bir asilzade olmak için sarfettiği anlamlıanlamsız, yararlıyararsız ama mutlaka masraflı her çabayı anlatıyor. Jourdain’in hedefi bellidir: Soylu sınıfa girebilmek, soylu bir markizi baştan çıkarabilmek için her şeyi yapmak ve biricik kızını da mutlaka bir ‘soylu’ ile evlendirmek. Oysa kızı bir başka gence aşıktır. Oyun bugün Rumeli Hisarı’nda sahnelenecek. Izİzlenim ? Toplum sanatla iyileşir… 5 Şubat 2007 de Erdal Atabek “Toplum Sanatla İyileşir...” başlıklı yazısında yaşadığımız şiddet olaylarının gelişebileceğini öngörür gibiydi. Önlemler alınmasının gerekliliğine inancı tıpkı bugünkü gibiydi; tamdı. Yazısını şöyle bitirmişti: “Sanata yapılan katkı bu ülkenin geleceğine yapılan katkıdır. Hepimizin sosyal sorumluluğu da bu katkıya bir yerinden katılmaktır.” Doğru. Yıllardır sürdürülen ezbere dayalı eğitim sisteminin çöküşünü acı ayrıntılarda izlemekteyiz. Ayrıca yaşadığımız en olumsuz davranışların, yanlış düşünce yapılarının hazırlayıcısı da kesinlikle bu sistemdir. İnsanımız değer bilmez bir şekilde yaşamaya itiliyor. Duygusal zekanın önemi hâlâ kabul edilmiş görünmüyor. Sanat eğitiminde kazandırılan düşünme, değerlendirme, fikir ileri sürebilme, savunma gibi birçok sosyal durum duygusal zekanın gelişmesine bağlı üretimlerdir. Olumluluktur. İnsanın olgunlaşmasına yardımcı olacak kişisel zenginliklerdir. Artık tüm eğitim sınıflarında sanatın ve kültürün insan eğilimlerinde olumlu yaklaşımların çoğalmasındaki rollerinin yadsınma lüksüne karşı durulmaktan başka çare kalmamıştır. Yoksa daha çok değer bilmemezliğe bağlı gelişen acılar yaşarız, vurdum duymamazlıkla sanat eserlerimizden oluruz… Sanatın yaşamı anlamlandıran o büyük etkisinin toplumun dağarcığına yerleştirilmesi kuşkusuz öğretilecek bir bilgi, bir donanım, bir edinimdir. Sanatın eğlenceyle karıştırılmamasına, çocuğun yaratıcılığını yönlendirecek kültüre, özdeğer ve özgüven kazandırılmasına bağlıdır. Okulların yönetimlerini, ders programlarını, müfredat programlarını bir an düşünmezsek Güzel Sanatlar Fakülteleri, Eğitim Fakülteleri Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümleri, resim ve müzik öğretmenleri bu konuda birincil sorumluluğu paylaşanlardır. Sanatın, kültürün verimliliği içinde geliştirebilecekleri farklı duyarlılıkları değerlendirmeyi programlamış olarak derslerini sürdürdükleri oranda toplumsal barışa katkıda bulunacakları bilinmelidir. Bu anlamda kentler, yaşanılan bölgeler bucak bucak dolaşılıp sanatsal olaylar, tarihi yapılar, müzeler, kütüphaneler takip edilmelidir. Derslere taşınan her sanatsal, kültürel malzeme ile öğrencilerin aktif olmaları, değerlendirme yapmaları sağlanmalıdır. Görüşüm, ülkemizin en uzak köşelerindeki tarihi eserlerimizin kullanılmasıyla okularda da başat rolde olabilir. Sanat ve kültür değerlendirmelerinin eğitimimizde öncü olmasını, insanlarımızı kapsamasını; sapık, cani davranışları yerle bir etmesini diliyorum. snmdnmz?gmail.com C MY B C MY B