29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yeni seçenek: Doğal tarım Çetin YİĞENOĞLU DANA Kafdağı’nın ardı kadar uzak görünüyor, ayağını basınca insanın dizine kadar gömüldüğü kara, humuslu toprakların Çukurovası… Etin et, sütün süt, meyvenin meyve, sebzenin sebze gibi kendine has tadı ve kokusuyla yendiği günler… O zamanlar nerden bilecektik Truman Doktrinini, Marshall yardımını… "Mareşal yardımı" diyordu halk; biz de bunu "Atatürk ya da Fevzi Çakmak’ın yardımı" gibi algılıyorduk. Uygarlık, varsıllık demekti bu traktörler, yardımlar… Karasabana veda etmek, bire üç, bire beş yerine, Meksika buğdayıyla bire elli, yüz almak demekti… Pulluk, toprağın karnını ne denli derin yararsa yüksek verim o denli garantiydi; hele bir de suni gübre kullanılmışsa… Görece bolluk yaşandı bir süre; herkes mutlu göründü… Derken terslikler yaşanmaya başladı. O, homurtularıyla Toroslar’ı inleten traktörler birer birer arızalandı ve bir süre sonra Çukurova’yı traktör mezarlığına döndürdü. Nerden, nasıl geldiği bilinmez bir sinek bastı Çukurova’yı; ak bulutlar gibi… İnsanları soluksuz bırakan bu afeti yok etmek için kimyasal ilaçlar sattı kimileri; tefecibezirgân… Daha önce organik gübre yerine suni gübre satarak aslan payını almışlardı, bu kez zehirli kimyasallardan beslendiler. Böylece, beyaz sinekle birlikte doğadaki birçok şeyi de yok ettiler… Kurdu, A yılanı, çıyanı, akrebi, toprakta organik, canlı ne varsa hepsini, her şeyi öldürdüler. Doğadaki beslenme zincirinin birçok yerinden kopmasına yol açtılar. Börtü böcek kaçacak delik aramaya başladı Çukurova’dan. Şimdilerde yolunu şaşırmış birkaç uyanık leylek, beslenmek için tarla süren traktör peşinde, yarılmış toprakta solucan arıyor, şansına... Gelişmeler, Çukurova’da intihar biçimini bile etkiledi. Klasik intihar yöntemlerinin yerini Basudin intiharları aldı… Önceleri, sentetik ve kimyasal ilaçların sebzemeyve yıkanınca geçtiğine inanılırdı. Biraz da bu intiharlar sayesinde, zamanla öğrenildi acı gerçek… Hormon çıkınca suni gübreye, tarıma transgen teknolojisi damgasını vurunca katkı maddelerine razı oldu insanlar… Öyle bir noktaya gelindi ki yayla domatesi, salatalığı arayışları artık sonuç vermez oldu. Bunun nedeni, aşırı kâr hırsının ürünü hibrit tohumun, antik tohumun köküne kibrit suyu dökmesiydi. Yine aşırı kâr için yapılan aşırı sulama, suni gübre ve sentetik/kimyasal ilaçlar toprağın organizmasını çoktan bozmuştu. İşte bu gelişmelerin sonucunda ciddi bir tuzlanma ve erozyon tehlikesi baş gösterdi. Toprağa, suya ve besinlere karışan toksik metaller insan sağlığını ciddi biçimde tehdit etmeye başlayınca Türk’ün aklı başına bir kez daha sonradan geldi... Şimdilerde organik tarımdan söz ediyor halkım… Organik, Türkçe sözlükte "Canlı, organizmayla ilgili olan" diye tanımlanıyor. İnorganikse, "İçinde canlı göze bulunmayan, cansız" anlamında. Yani, tam da bizim topraklar inorganik hale getirildikten sonra "organik" tarımdan söz edilmeye başlandı… Aslında, bu işin adını "İronik Tarım" koysalardı, yaşadığımız gerçeklikle daha uyumlu olacaktı… Neden mi, diyeceksiniz? Nasılsa yapılan işin adı bile özenti. Geçen yüzyılın başında bu işe kafa yoran Batılılar da farklı biçimde tanımlamışlar bu tarımsal tekniği. Kimi, "ekolojik tarım", kimi "biyolojik tarım", kimi "anlaşmalı üretim", kimiyse "alternatif tarım" demiş. Biz ise hep özentisi olduğumuz İngiliz, Amerikan geleneğini taklit ederek "organik tarım"ı yeğlemişiz. Oysa sadece "doğal tarım" demek bile yeterliydi. Çünkü, yapılan iş doğal yöntemlerle tarımsal üretim yapmaktan başka bir şey değil. Kimyasal girdi kullanmadan, üretimden tüketime, her aşaması denetlenen bir sertifikalı tarımsal üretim biçimi. Zararlı böceklerin yararlılar tarafından yok edildiği, doğal beslenme zincirinin doğal yasalara uygun biçimde tıkır tıkır işlediği, kıpır kıpır canlı bir toprakta yapılan bir üretim bu. Hani, atadede usulü tarımın bilimsel yöntemlerle geliştirilmişi, denilse yeri… Toprağı, su kaynaklarını ve havayı kirletmeden üretim yaparak çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını korumayı amaçlayan bir tarım yöntemi. Bu çevreci, çevre dostu tarımın kırmızı çizgilerini ise genleriyle oynanmış tohuma, transgen teknolojisine, sentetik/kimyasal zirai ilaçlara, suni gübrelere, hormonlara, katkı maddelerine karşı olmak oluşturuyor. Türkiye "organik tarım" alanında henüz emekleme çağında. Pazar payı 150 milyon Dolar dolayında. Bunun yüzde 35’i ise Çukurova’nın… Bütün iyi dilekler, adı ne olursa olsun, bu "organik tarım"ın gelişip yaygınlaşması yönünde… Rapunzel masalından gerçeğe… ‘Türkiye treni yakalamaya çalışıyor’ İ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Organik tarımının öncü kuruluşlarından Alman ortaklı Rapunzel Türkiye firmasının ülkemizdeki macerası, 1980’li yıllarda başlıyor. Dünyada hızla yaygınlaşan organik ürün ticaretine bağlı olarak Almanya’da 1974 yılında kurulan Rapunzel, daha sonraki yıllarda Ege’ye yöneliyor. Bugün Kemalpaşa Ören’deki tesislerde üretim yapan şirket, ağırlıklı Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın pek çok noktasına ürün gönderiyor. Rapunzel, 1989 yılında Türkiye’de ilk resmi irtibat ofisini açıyor. Daha sonra 1997 yılında Rapunzel Türkiye kuruluyor. Firmanın ortağı ve Genel Müdürü Atila Ertem, ülke organik tarım sektörünün deneyimli isimlerinden. 14 ilden mal aldıklarını, 8 bin 500 metrekare kapalı alan ve 3 bin ton kapasiteli soğuk hava deposuna sahip olduklarını belirten Ertem, geçen yıl 405 üreticiyle çalıştıklarını belirtiyor. Ertem, firmanın geçen yıl yaklaşık 10 milyon dolarlık ihracat rakamına ulaştığını da belirtiyor. Ertem, Türkiye’nin ekolojik tarımda dünyada söz sahibi bir ülkeyken bugün "kalkan trenin son vagonunu yakalamaya çalışan" bir konuma sürüklendiğini savunarak, şunları söylüyor: "1990’larda dünyada ekolojik tarımda ilk 5 ülkeden biriydik. Fakat ilgili kişiler kolaylaştırma, sektörün önünü açmak yerine, ‘küçük olsun benim olsun’ mantığıyla Pazar payının kaptırılmasına neden oldular. Doğu Avrupa, Kuzey Afrika ülkeleri bile bizi geçmek üzereler. Dünyadaki sektörle ilgili fuarlara İtalya’dan 120’ye yakın firma katılıyor. Bütün masraflarını hükümetleri çekiyor. Oysa biz 5 kuruş bile almadık. 1990’da aynı düzeyde olduğumuz İtalya, bugün bize 10’a katladı. Bizim 50 milyon dolarlık ihracat kapasitemiz, onların 500 milyon dolarlık kapasiteleri var. İtalyanlar ürünlerimizi alıp kendi markalarıyla pazarlayabiliyorlar. Biz onlardan daha avantajlıyız. Sürekli gelişen bir pazarımız var. Ancak iddi bir avantajı kaçırdığımızı düşünüyorum. Kimse elde ettiği pazarı kaptırmak istemez. Trenin son vagonuna yetişebilirsek iyi olur." Döviz kurlarında yaşanan düşüş ve liranın değer kazanmasından yakınan Ertem, son yıllarda Tarım Bakanlığı’nda yaşanan yönetici değişikliklerinin de sektörü olumsuz etkilediğini vurguluyor. Ertem, iç pazarın canlandırılmasının, bunun için de hükümetin harekete geçmesinin gerekli olduğunu belirterek, "İç pazarın mutlaka devlet politikalarıyla özendirilmesi gerekiyor. Bunun için devletin para harcamasına gerek yok. Elindeki olanakları kullansa yeter. Ülkemizdeki yurttaşlar, konunun öneminin yeterince farkında değil. Bugün bir sigaranın üstüne istediğiniz kadar ‘öldürür’ yazsanız da, o insanlar gidip o sigarayı tüketecek. Bugün iç pazarın ticari büyüklüğü 1 milyon dolar. Bunun 100 milyon doları bulması gerekiyor" diyor. Rapunzel Genel Müdürü Atila Ertem 4
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle