Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BAŞYAZI ‘İyi ki avukat var, iyi ki varsınız’ Av. Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL İstanbul Barosu Başkanı Değerli meslektaşlarım, sevgili yurttaşlarım; 5 Nisan’da Avukatlar Günü’nü ve İstanbul Barosu’nun kuruluşunun 134. yılını kutluyoruz. Peki kimdir avukat ve niye var? Sevgili yurttaşlarım avukat sizin için, hakkınızı, hukukunuzu korumak için var. Hak arama hürriyeti ve savunma hakkı herkes için vazgeçilmez kutsal bir hak. Ancak teknik özellikleri ve karmaşık bir yapısı olan hukukun bu özelliklerine vâkıf olmadan bu haklarınızı nasıl kullanacaksınız? İşte avukat, hak arama hürriyetinin ve savunma hakkının etkin, işlevsel olarak kullanılabilmesinin aracı ve teminatı. Avukat, sizlerin hak arama temsilcisi. Bu nedenledir ki, savunma görevini yaparken avukata tanınan birtakım haklar ve hatalı biçimde “ayrıcalık” olarak görülen düzenlemeler, aslında avukatın kendisi için değil, sizin için gerekli ve önemli. Aksi halde kendisi güvencede olmayan avukat sizin hakkınızı nasıl savunacak? Görüldüğü gibi, yargının kurucu unsurlarından olan avukat, hukuk güvenliğinin sağlanması ve yaygınlaşması, toplumun tüm katmanlarında yer etmesi, haklının hakkını alabilmesi için var. Avukatlar sadece savunma görevini yerine getiren bir savunman olarak değil, hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin işlerlik kazanması için de toplumsal bir görev yapan, önder bireyler olagelmişlerdir. Avukatlar Günü’nde ve de Baromuzun 134. kuruluş yıldönümünde hukukun üstünlüğü, adil yargılanma hakkı, yargı bağımsızlığı, yargının ağır iş yükü başta olmak üzere yaşanan sorunlar ve avukatlık mesleğinin sıkıntıları konusunda yıllardır gerekli adımların atılmadığı, aksine, bu sorunların daha da ağırlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Gerçekten hiçbir dönemde olmadığı kadar avukata ve savunmaya ağır saldırılar var. Ne yazık ki, başta özel görevli ağır ceza mahkemelerinde olmak üzere, savunma hakkının sınırlanması, hatta tamamen ortadan kaldırılması, yaptığı savunmalar nedeniyle kanuna aykırı biçimde duruşmalardan men edilmesi, söz verilmemesi, yıldırma ve sindirme amaçlı suç duyuruları, gözaltı ve tutuklamaların yaşandığı günlerdeyiz. Yukarıda belirttiğim üzere, aslında tüm bu saldırılar ve ihlaller size karşıdır. Bunlarla mücadelede avukatların, baroların yanında olmanız, destek vermeniz çok önemli ve değerli. Sevgili yurttaşlarım; haksız ve maksatlı söylemlere lütfen kulak asmayın. Baro asla siyaset yapmıyor. Ancak baro bir hukuk kurumu. Sizlere soruyorum: Hukuk ve hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ile ilgili gelişmelere baronun seyirci kalması mümkün mü? Aksine Avukatlık Kanunu’nun gerek 76. maddesi, gerekse 95/21. maddesi, barolara hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunma, koruma ve bu kavramlara işlerlik kazandırma görevi veriyor. Sizlere yeterince yansımasa da Karadeniz’in güzelim doğasını tahrip eden hidroelektrik santrallarla, siyanürle altın aranmasıyla, genetiği değiştirilmiş organizmalarla mücadelede, kısaca her türlü hakkınızın, hukukunuzun korunmasında baro hep var ve olacak. Baro, kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin her türlü insan hakkı ihlali ile mücadelesini kararlılıkla sürdürecek. Çünkü bilinen bir ifadeyle avukatlar köle kullanmadı ama asla efendileri de olmadı, olmayacak… Bu vesileyle ömürlerinin en değerli zaman dilimlerini hukuka, hakkın tespit ve tesciline adayan, her türlü baskı, saldırı ve olumsuzluğa karşı direnerek hak arama mücadelesini sürdüren değerli meslektaşlarımın önünde saygı ve sevgiyle eğiliyorum. Yukarıdaki ağır koşullar dikkate alındığında hepiniz birer hukuk savaşçısı ve kahramansınız. Bugünlere erişemeden yitirdiğimiz tüm meslektaşlarımızı da bu vesileyle bir kez daha rahmet ve minnetle anıyorum. Ülkemiz ne yazık ki hukuk devleti olma yolunda ciddi sıkıntı ve sorunlar yaşıyor. Hukuk devletinin tüm kurumlarıyla işlediğini söylemeye olanak yok. Savunmaya yönelik saldırılar, kısıtlamalar ve baskılar kaygı uyandırmaktadır. Bu durum kabul edilemez. Ancak bunlar hiçbir şekilde de bizleri yıldıramaz. Barolar ve avukatlar olarak görevimizi bu zamana kadar her türlü zorluğa, olumsuzluğa rağmen var gücümüzle ve hukuk içinde kalarak yerine getirdik. Bundan sonra da aynı doğrultuda yerine getirmeye devam edeceğiz. 134 Yıllık Hukuk Anıtı: İstanbul Barosu aro sözcüğü, Fransızcada, adliyelerde avukatları mahkemeden ayıran yer anlamına gelir. Bizde ilk Baro’nun kurulması, matbaanın kabulü ve Tanzimat Fermanı’nın yayımlanmasıyla başlayan Batıcılık hareketlerinin etkisiyle İstanbul’da gerçekleşir. İlk hukuk fakültesi bugünkü Galatasaray Lisesi’nde açılır. Baro’nun çekirdeği olan ilk oluşum, İstanbul Dava Vekilleri Genel Kurul Toplantısı 5 Nisan 1878 yılında yapılmıştır. O toplantıdaki konuşmalarda avukatların insanların canını, malını, namusunu korudukları belirtilmiştir. Avukatlar Günü’nün her yıl 5 Nisanda kutlanmasının nedeni budur. Avukatlar, bu özel günde yalnız Avukatlar Gününü değil, aynı zamanda İstanbul Barosu’nun kuruluşunu da kutlarlar. 1880 yılında imparatorluğun ilk barosu unvanıyla kongresini düzenleyen İstanbul Barosu, başkanlığa Abdülhamit’in etkisiyle Rus uyruklu Rusaloto’yu getirmiştir. O dönemde kapitülasyonların bu başkan seçiminde etkili olduğuna kuşku bulunmamaktadır. Bir süre sonra Abdülhamit Rus harbini bahane ederek Meclisi Mebusan’la birlikte birçok kurumu kapatıp susturmuştur. Baro faaliyetleri de bu kapsamda durdurulmuş olsa da İstanbul Barosu susmamış, tüm baskılara karşın 96 maddelik bir yasa önerisiyle istibdat’a karşı hukukun sesini yükseltmiştir. 1908 sonrası Baroya üst üste başkan seçilen Celalettin Arif Bey, sıkı bir Padişah karşıtıdır. Kurtuluş Savaşı saflarında yer alarak Kuvvai Milliye’ye katılmış işgalcilere karşı amansız savaşımlar vermiştir. Cumhuriyet yönetimi ve Atatürk, baroya özel önem verir. Hukukun laikleşmesi kapsamında başlatılan çalışmalar doğrultusunda 3 Nisan 1924 tarihli Muhamat Kanunu çıkarılır. Dönemin Baro Başkanı Lütfi Fikri’nin Cumhuriyet karşıtı görüşlerine karşın ilk Cumhuriyet dönemi hükümeti Baronun bağımsızlığını tanıdığını bildirir. Bu durum, Cumhuriyet’i kuranların ve o iradenin, hukuka ve yargı bağımsızlığına göstermiş ol B C MY B C MY B Tüm taleplere karşın yargı bağımsızlığının bir türlü sağlanamaması, ülkemizin en önemli sorunudur. Açıklıkla ifade ediyoruz ki; mesleki anlamda başka hiçbir sorunumuz bu sorundan daha öncelikli ve önemli değildir. Çünkü bu temel olmadığı sürece yurttaşlarımızın haklarını etkin bir biçimde savunabilmek, sonuç alabilmek mümkün değildir. Unutulmasın ki, adil bir yargılama olmaksızın, adil bir karara ulaşılamaz... Bunca yıldır hukuk devleti özleminin ifade ettiği çağdaş hukuk uygulamalarını yakalayamamış olmak, bizler için derin bir üzüntü kaynağı. Ancak umutsuz olmaya da hakkımız yok, bu gerekli ve anlamlı da değil. 134 yıllık bir varoluş, demokrasi ve hukuk mücadelesi veren İstanbul Barosu ve onun temel yapıtaşı avukatlar bu mücadeleyi yurttaşlarımız adına sürdüreceklerdir. Bu nedenlerle biz bu günü ve haftayı direnerek “kutluyoruz”. Çünkü bizce 5 Nisan, esasen bir direniş ve dik durma günü. Bu duygularla, hukukun üstün kılındığı, sosyal hukuk devleti ilkelerinin hayata geçirildiği, eşitlik, özgürlük, kardeşlik duygularının egemen olduğu bir ülkede yaşama arzusuyla, tüm meslektaşlarımın avukatlar gününü kutluyor, uzun ve sağlıklı bir meslek hayatı diliyorum. İyi ki varsınız… Saygılarımla… dukları duyarlılığın en büyük kanıtıdır. Baronun ilk kadın avukatı kaydına doğal olarak Cumhuriyet’ten sonra rastlanır. Adı Süreyya Ağaoğlu olan bu genç hanım, 1925 yılında Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş Baroya 1927 yılında kayıt olmuştur. Genç Süreyya, Atatürk ile bir karşılaşmasında, Gazi’nin “sen okulu bitirince ne olacaksın,” diye sorması üzerine; “Efendim hukukçu olacağım ama kızlar hukuk fakültesine alınmıyor,” der. Atatürk, bu konuşma üzerine gerekli talimatları vererek Hukuk Fakültesi’ne kızların alınmasını sağlar. 1950’li yıllar Türkiye için sancılı yıllardır. Demokrat Parti’nin hukuk tanımaz uygulamaları avukatları ve baroyu oldukça rahatsız etmektedir. “Ben çoğunluğum her istediğimi yaparım,” anlayışı ile hareket eden iktidarın bu yapısı en başta hukukçuları rahatsız edecektir. Bu dönemde yapılan iktidarı protesto yürüyüşlerine İstanbul Barosu üyeleri de destek verir. 27 Mayıs ihtilaliyle, Demokrat Parti kapatılır ve partinin yöneticileri hakkında Yassıada’da özel bir mahkeme kurulur. Sanıklar Anayasayı ihlal etmekle suçlanmaktadırlar. Baronun iki üyesi Yassıada sanıklarının savunmasını üstlenir. İstanbul Barosu demokrasiden yana tavrını korur ve Yassıada’da sanık savunmalarını üstlenmekten çekinmeyen üyelerinden birini yıllar sonra Baro’ya Başkan seçer. O kişi aynı zamanda Baro’nun şu anda olduğu sokağa adını veren Orhan Apaydın’dan başkası değildir. 12 Eylül’de bir milyona yakın kişi gözaltına alınır, tutuklanır. Baro için savunma hakkı mücadelesi adeta yeniden başlamıştır. 12 Eylül’ün gazabından Baro Başkanı Orhan Apaydın da payını alacaktır. Apaydın ünlü savunmasında, “Biz sadece barışın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, insani değerlerin yanlısıyız. Bu yanlılıkla ülkemizde ve dünyada hukukun üstünlüğü ilkesinin, insan hak ve özgürlüklerine saygının gerçekleşmesi mücadelesi veriyoruz. Özde ve gerçekte burada yargılanmamızın nedeni de bu mücadeledir.” der. Ne yazık ki 12 Eylül’den bu yana; insan hakları, hukuk devleti ve yargı alanında olumlu bir gelişme yaşanmadı. Türkiye’nin, özellikle son yıllarda otoriterleşen siyasal iklimi, yargı (Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel görevli/yetkili ağır ceza mahkemeleri) aracılığıyla sürdürüldü. Silivri Yargılamaları olarak ünlenen toplu davalarla, yargı toplumsal muhalefet üzerinde bir baskı aracı olarak kullanıldı. Tutuklamalar, bir önlem ol Nasılsın? İ yi günlerimde çok eller uzanır ellerime, R esmimi baş köşeye asarlar... F akat demir kapıların her kapanışında üzerime, A rdında taş duvarların her kaldığım zaman, N e arayan beni, ne soran... E eeehhhh, daha iyi be bunun böyle olduğu... M innetim ve borçluluğum yalnız sana kalsın. İ yi günlerimde benim unuttuğum insan eli N asılsın??? Nâzım Hikmet’ten Avukatına maktan çıktı ve peşin ceza yöntemi haline geldi. Adil yargılanma ilkesi uygulanmaz oldu. Avukatı yargılamada yok sayan ya da usulen bulunması gereken bir unsur olarak gören anlayış ortaya çıktı. Savunma hakkı yok sayıldı. Basın susturuldu. Gazetecilere yönelik yargı operasyonları ve oluşturulan tek sesli bir medya aracılığıyla, yargılama bitirilmeden insanlar suçlu ilan edilmeye başlandı. Masumiyet karinesi çiğnendi. Mahkemeler ve yargıçlar bağımsızlık kavramını unuttular. Yargıda birlik kayboldu, Özel Yetkili/görevli Ağır Ceza Mahkemeleri kendi anlayışlarına uygun bir yargılama tarzı geliştirdiler. Polis fezlekeleri iddianame olarak mahkemelerin önüne geldi. Hapishanelerde yer kalmadı. Türkiye, ileri demokrasi iddialarına rağmen, demokratik değerler ve düşünce özgürlüğü bakımından, sınıfta kaldı. 194 ülke arasında, kısmen özgür ülke statüsünde ve 112. sırada yer aldı. Özetle, Türkiye; insan haklarının, ifade özgürlüğünün yargı eliyle bastırıldığı, otoriter anlayışın sıradanlaştırıldığı, herkesin birbirinden kuşkulandığı, konuşmaya korktuğu, yargıçların kendilerini özgür ve bağımsız hissetmedikleri büyük bir gözaltı ülkesine dönüştü. Sıradan davalarda bile, adaletli bir sonucun elde edileceğine olan inanç neredeyse kalmadı. İstanbul Barosu, İmparatorluktan Cumhuriyet’e ve günümüze kadar hukukun üstünlüğü, insan hakları ve yargı bağımsızlığı mücadelesi ile geçen, sorumluluklarının bilincinde bir kurum olarak, bugün de aynı kararlılık ve azimle hukuk mücadelesini sürdürecektir. Orhan Apaydın’ın belirttiği üzere, İstanbul Barosu, her zaman için barışın, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, insani değerlerin yanlısıdır. Baro bu ilkeler doğrultusunda 134 yıldır yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü savunan hukukçuların elindedir; ve bu gelenek değişmeyecektir. Av. Doç. Dr. Ümit KOCASAKAL