Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
StYASET 84 ERHAN KARAESMEN günlerde Paris'ten Ankara'ya ara yolG eçtiğimiz sıra denk düşen dönüş başculuklarından birini yaptım. Mesleğe 11 langıç döneminin anılarıyla, hâlâ süren kişisel dostluk ilişkileriyle ve Türkiye dışında geçen yıllarımda uzunca yaşayarak tanıma fırsatı bulduğum yabancı kentler içinde beni en fazla etkileyeni oluşuyla Paris'e yolumun sıkça düşmesi olağandır. Çok kısa uğrayışlardan bile çoğunlukla keyifli dönmüş olduğumu ansıyorum. Bu kez, arada başka ülkelere uğrama zorunluluğu bulunmasına karşırı daha uzunca kalabilme şansım doğdu ve daha tedirgin, daha kafam karışmış döndüm. Üniversite ve araştırma dUnyasından, sanat çevrelerinden eski dostlarla, daha ycni simalarla, yine eskilerden gcnçliğimde calıştığım araştırma kurumlarında yanımda işçi olarak işe başlayıp sonradan ustabaşıhğa yükselmiş ve çok uzun zamandır görmediğim düz Fransız vatandaşı Pierre'lerle, Roger'lerle rastlaştım. Bir iç dürtüyle birkaç dakikalık hoş beşten sonra bütün bu insanlarla sözü TürkiyeFransa ilişkiierine getirdik. Dünya sorunlarına, politikasına olan ilgi düzeyleri ve genel, özel kültür birikimleri epeyce farklılık gösteren bu kişilerin ortaklaşa vardığı yargı şu oluyordu. "Bu iki ülke arasındaki gerginlik alabildiğine anlamsızdır." KültUrlü ve dünyayı bilen araştırma uzmanı bir dostuma göre Türkiye sosyokültürel sorunlannı tam aşamamış, ama endüstriyel ve ekonomik güç oluşturmaya başlamış bir ilginç ülkedir. Birkaç kez gelip gittiği için de yetkiyle ekliyordu: "Ayrıca, bir turizm ve misafirperverlik cennetidir." Yeni tanışlardan bir sanat eleştirmenine göre doğubatı dünyaları kesişmesinin ilginçliğini ve renkliliğini kaybetmemiş son zinciridir Türkiye. Gelmiş ve yeniden gelecekmiş, Istanbul'a. Paris'ten Ankara'ya, Aııkara'daıı Parfc'e rüyor. Ama uzanamıyor, oraya". Eski işçim, yeni başteknisyen ama hâlâ mavi tulumuyla ve becerikli bileğiyle iş üreten, gözlerinin içi gülen Roger, "Yahu benim Türkiye'de tatil yapmaya bütçem uygun degil. Ama, konu komşu, eş dost bir yıgın adam gitli sizin oraya. Herkes hayatından çok meınnun donuyor. Galiba kendi aranızda biraz itfş kakış oluyormuş. Vaktiyle terör varmış, şimdi de tam oturamamış, partiler secime giremiyormuş gibilerden şarkılar da duyuyoruz. Aslını bir anlat bana da rahatlayayım." Sevimli dostumu Türkiye'nin endüstriyel ve teknolojik gelişmesinden, yetişmiş insan gücünden, artık neredeyse sanayileşmiş bir ülke sayılabileceğinden söz ederek ve bu gelişmeye karşın insanî dayanışma ve misafirperverlik sıcaklığının henüz kaybolmadığı dünyadaki son toplumlardan birinin Türk toplumu oluşunu vurgulayarak daha genel ve geleceğe dönük bir düzlemde rahatlatıyorum. Aslında politikayla falan ilgisi olmayan, spor ve magazin dergileri okuyan ama uyanık bir Fransız ortadireğidir, söz konusu dostumuz. Türk basketbolundaki gelişmeden ve bu sporda Fransız takımlarını yenip duruşumuzdan söz açarak sürdürüyoruz. kelerin aydınlannın Türkiye'nin müstesna yerinc nasıl gıptayla baktıklarını içtenlikle anlatıyor. Bir genç Fransız sanatçı grubu ilgiyle izliyor ve hararetle onaylıyor bu düşünceleri. Farklı çevrelerde benzer nitelikte başka söyleşiler de oluyor. Fransızın ağzından Türkiye ile ilgili hep olumlu şeyler dinliyorum, on gün boyunca. Kafayı karıştıran da bu. Bu kadar farklı dünyalardan meslcklcrden bir yığın insan, "Türkiye iyidir, önemlidir. Türk Fransız ilişkileri içler acısıdır" diyor. Rastlantısal otuz küsur kişinin görüşünü bir anket örneklemesi mantığıyla genelleştirecek değilim. Bu dostluk rastlaşmalarının böyle bir amaca ve Ankara'ya dönünce bir izlenim yazısına dökülmesi planı da kesinlikle yoktu. Ama, bu rastlantısal izlenim dizisi kimi Fransız basını ve yayın organlarının TUrkiye Fransa ilişkilerinin önce gerginleştirilip, sonra da gergin tutulmasındaki olumsuz rolünden duyduğum sürekli rahatsızlığı birden yoğunlaştırdı. Küçük burjuvası çok yaygın olan toplumlarda, çapsız, sindirimsiz, minnacık kentsoyluluğun içini gıcıklayıcı basın ve yayın politikasının egemen olduğu görülmüştür. Fransız küçük burjuvasında hatta kimi sahici burjuvasında bile biraz bilgiçliğin de getirdiği bir egzotizmle karışık mahalli renk arayışı merakı egemendir. Yok Ermenilik, yok Kürtlük, yok Rumluk vb. gibi bizim toplumumuzla olan ilişkilerdeki değer yargılarına da etki yapan kimi konuların deşilip durulmasında Fransız küçük burjuvasının bu temelsiz egzotiklik merakını pupa yelken tahrik eden bir bölüm basın yayın organının, bu arada devlet denetimindeki televizyonun payı bulunmaktadır. Bir başka payı da Fransız devlet kurumsallığına bağlamak mümkün gibi gözüküyor. Büyük Fransa kompleksini Fransız iş dünyası, aklı başında bilim ve düşün dünyası silkeleyip attığı halde, çok köklü ama atıl devlet mekanizmasında buyüklük kuçüklük, soyluluk garibanlık gibi nesnellik ölçütü bulunmayan değerlendirme faktörleri hâlâ ağırlığını sürdürebiliyor. Sanayileşmesini bazı eksik gediğıyle de olsa tamamlama yoluna girmiş, büyük bir yetişmiş insan gücü potansiyeline sahip, satışı ve pa zarlaması zayıf da olsa Akdeniz'in doğusunda granit gibi kitlesel bir yer kaplayan 1980'ier Türkiye'sini küçük ve garıban görebilme hatasını işletiyor. Devlet kurumsallığı düzeyinde bu değerlendirme çarpıklığını görünüşte dostumuz olan başka Batılı ülkelerde de görebilirsiniz. Ama konumuz gereği burada altını çizerek Fransa'daki değerlendirme güdüklüğünü ön plana çıkanyoruz. Bizim pencere Gelelim, bizim penceremizden bakıştaki dcğerlendirmeye ağırlığını koyan kimi bilgi eksikliklerine. Fransa ortalama kamuoyu Türkiye'yi fazla bilmezlikten gelir, kimi kurumları da tamamen ıskalarken, bizim bakışımızdan duygusal bir hiddete yol açan yakışıksız olaylar dizisi ortadayken, Ankara'dan Paris'e soğukkanlı bir bakış göndermck hiç de kolay olmayabilir. Ama sağduyunun bir ölçüde seferber edilmesinde yarar olacağı da açıktır. Doğasının güzelliği, Paris'in büyuleyici çekiciliği, belli bir kültür birikimine sahip kentsoylusunun görgülü ve renkli yaşama biçımi, uyanık genç kuşaklar yetiştirebilme potansiyeli, sanat alanında olduğu kadar bilim ve teknolojideki yaratıcılık özelliğiyle Fransa ve Fransız toplumu, Batı Avrupa camiasının çok ilginç bir halkasını oluşturur. Yazımın akışı içinde kıyasıya eleştirdiğim küçük burjuvasının çapsızhğına gelince, herhangi bir toplumdakinden daha aşağı düzeyde olduğunu da söyleyemeyiz. Orta ve hafifçe orta üstü Fransızın Türkiyc'ye karşı özel, bireysel husumet taşıması için hiç ama hiçbir tarihsel, coğrafi neden yoktur. Aksine yazının girişinde verdiğimiz birkaç örnekten görülebileceği gibi aklı başında ve sağduyulu Fransızın Türkiye'ye sevecenlikle bakıyor olması şansı da pekala mevcuttur. öte yandan ülkeler arası ilişkilerde duygusallık falan yerine ekonomik ve uluslararası politika çıkarlarının etken olması gerektıği açıktır. Bu anlamda duşıinursek Fransa'nın Avrupa ulkelcrinin kcndi iç ilişkilerinde çok prestijli bir yere vt genel dünya dengesindc küçümsenemeyecek bir ekonomik, teknolojik potansiyele sahip bir ulke olduğunu görüyoruz. Turkiye'den bakışta son yıllardaki kızgınlığınıız bu gerçeği gölgeliyor olsa da, bu böyledir. Bu mantık çerçevesinde, Türkiye'nin çıkarlan bakış açısından gözden çıkarılmasmda hiçbir yarar olmayan bir ülkedir Fransa. Hele, çeşitli karşılıklı ilişki sorunlarına karşın, daha yakın hissedegeldiğimiz bir Batı Almanya'nın bile uluslurarası yeni bir ekonomik teknolojik guç oluşturmada Fransa'nın açık desteğini ve işbirliğini arayıp zorladığı bir dönemde. Benim yurt dışında bulunduğıım son haftalarda Fransa'nın başlatır gibi olduğu ilişki gerginliğini yumuşatma girişiminin karşılıklı bir yeniden düşünme ve arama dönemine yol açmasını temenni etmek gerekiyor. Anadolu uygarlıklan Eski şefim, üniversite hocası, güneş enerjisi araştırma projeleri yöneticisi, üç kuşak Türkiye âşığı (önümüzdeki yıl torunları Antalya'da tatil yapacak) bir diğer değerli dostla Monet'nin Giverny'deki müzeleştirilmiş evini ve ünlü Nilüfer havuzlarını gezip fotoğraf çekerken Türk tslam sanatının UstünlUklerinden, geçen yılki dünya sanat âlemini sarsan Anadolu Uygarlıklan sergilerinden konuşuyoruz. Uluslararası bir sanat çevresi söyleşisinde bir gece yarısı Paris'te kariyer yapmış Bangladeşli bir baleci hanım, gelişmekte olan ül Olsa olsa Montparnasse bistrolarının çeyrek yüzyıllık en uyanık kadın hizmetkârlarından ama Fransa dışında bir tspanya'yı bilen Georgette'e göre, Paris'te bile bu kadar çok sanatçısı, ressamı olan bir Türkiye, olsa olsa önemli bir ülkedir. Yanındaki bir arkadaşı ekliyordu: "Ayrıca agırbaşlı insanların Ulkesidir. Onbinlerceniz Paris'in kuzey mahallcsinde kendi aralarında kinıseyi rahatsız etmeden, sessiz sedasız yaşıyorlar. Zil takmış dolaşan iıç (ane zibidi Ermeni ile kıyaslanmaz bile." Türkiye'yi özel olarak bilmeyen, ama dünyayı iyi bilen Sorbonne'lu profesörün filozofça yaklaşımına göre ne idüğü meçhul altmış küsur yıllık bir yalan yanlış söykırım efsanesiyle kafa yoracak yerde 2000 yıllarına doğru gelisecek bir yeni kuzey güncy dıyaloğunda Türkiye'nin sahip olacağı büyük potansiyele bakmak gerekir. Dünya ile birlikte Türkiye'yi de bilen bir diğer değerli bilim adamı aynı zamanda özel sektör danışmanhğı da yapmanın pragmatumi içinde; "Hızlı gidiyorsunuz, azizim" diyor. "Benim danışmanlık yaptıgım Fransız inşaat firmalarına Orta Dogu pazarında Allalı bilir belki de scnin danışmanlık yaptıgın Türk şirketleri rakip oluyor ve elimizden iş kapıyor." Eski dost ve uluslararası arenada yeni rakipler olarak karşılıklı gülüşüyoruz. Sonra, daha ciddileşerek sürdürüyor: "Ama uluslararası piyasada firmalar bazında kapsamlı bir TürkFransız işbirliğini ya da universitelerimi/. arasında bir ortak projeyi yürütme şansım maalcsef zor görüyorum. Her iki ülke yoneticilerinin de kusur payı olmalı. Bir yapay uzaklaşına yaratıldı. Fransızın kendinden fazlaca emin bir adam oldugu doğrudur. Ama, iş dünyasında kiiçiik görmelere falan yer yoktur. Fransız iş ve bilim dünyası gelişen Türkiye gerçegini gö