22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADNAN DİNÇER’LE << F U T B O L eposta:adnandincer@hotmail.com N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN Çarşafa dolanan futbol! Bizde önemli özdeyiştir ‘çarşafa dolanmak...’ Daha çok ‘çuvallamak’ yani beklenen, kolay sanılan bir konuda başarısızlık göstermek, acemi ve telaşlı yaparken hata yapmak anlamına kullanılır. İnanılmaz primlerle baştacı yapılan bazı kişilerin haksız yere oralara geldikleri ve hiç de beklenen karizmada olmadığı ortaya çıkıyor. Oysa verilenle alınan, dengesi altüst olmuş futbol dünyamız daha da bunalıma girerek adeta bir kaos yaşamaktadır. Bu karışıklığın net nedeni bellidir; ego mücadelesi!.. Yani açıklarsak ‘benden büyüğü yok’ anlamına gelecek bir anlayışın enkazı ve son faciasını yaşıyoruz. G.Saray kurduğu kadroda kalite olduğu halde inanılmaz bir futbol gerçeğine aykırı inadıyla ligimizde tüm yıldızları oynatmak uğruna puan dağıtmakta ve teknik direktörün arkasına saklanan gerçekler nedeniyle kalitesinden uzakta mücadele vermektedir. Benfica ve H.Berlin’e karşışında gördüğümüz müthiş futbol başarısı bunun kanıtıdır. Türkiye’de ‘yürüyen’ futbolcular Avrupa arenasında özendiğimiz futbolcular olmakta!.. F.Bahçe hani şu son Beşiktaş ve G.Saray maçları olmasa ligde inanılmaz bir felaketin içinde bulunabilirdi. Golcü Güiza iyi niyetli bir forvet görünümünden öte geçmiş sayılmaz; Beşiktaş sayesinde kendini ortaya koyması Siyah Beyazlıların taktik hatasından olmuştur. Meydanı boş bulunca kendini kanıtlayan gole kavuşmuştur!.. Oyun anlayışları zorlanmaktadır. Çünkü koşmayı ve orta alan mücadelesini geliştiremedikleri için sıkıntı yaşamaktadırlar. Aragones belki gelecek günlerde alınacak 12 oyuncuyla takıma güç katar ve ikinci yarıda ligi zorlarlar ama Avrupa kupalarında gerçek ortadadır. Beşiktaş ise anlamsız bir kararsızlık yaşamıştır. Transferde geçen sezon Diatta, Gordon, Higuain, önceki yıl da Ricardinho ve Kleberson tutarsızlıkları Engelli Olmayan Engelliler ‘Dünya Engelliler Günü’nü çeşitli etkinliklerle kutladık. Biz de de çeşitli toplantılar, spor etkinlikleri ve demeçlerle yılda hiç olmazsa 1 gün engelli yurttaşlarımızı anabildik. Eski yıllarda 3 Aralık gelip geçerdi de yine kimse farkında bile olmazdı, engelliler evlerine kapanıp sokağa bile çıkamazdı. Son 20 yılda birçok gelişme olsa da yine yeterli sayılmaz. Her şeyden önce toplumun engellilere bakış açısından başlayalım. En azından 12 daireli bir binada oturanların merdivenlerde birbirleriyle karşılaştığında selamsız sabahsız geçip gitmelerinden söz edelim. Sevgisiz, saygısız bir toplum olduğumuzu kim yadsıyabilir? Komşuluk, dostluk kalmamış; birbirinden nefret eden, ‘bizden değil’ ayrımcılığını başlatanlara ne diyelim? Toplumu ‘sadaka toplumu’ haline getiren; şu arsızlık, hayâsızlık örneği kömür dağıtımında bile ‘sana var, öbürüne yok’ ahlâksızlığını ve ayrımcılığı getiren devlet (!) anlayışından söz edelim. Gözü dönmüşlüğün en son örneği olarak oy uğruna ölülere oy verme hakkı (!) getiren yüzsüzlüğü çerçeveletip topluma yutturmaya kalkan anlayışa ‘yuhhh...’ diyelim. Ondan sonra da engelli vatandaşlarımızın dünyada 1 gün dahi olsa anıldığı gün sözde kalan anılmaların acısını yüreğimizde hissedelim. Adam akıl hastanesinin parmaklığından içerideki deliye sormuş, “İçeride kaç kişisiniz?” diye... Deli gülmüş, “Siz dışarıda kaç kişisiniz?” Kıssadan hisse... Yine bir Dünya Engelliler Günü’nde bol bol demeç veren bir bakana sormuştum, “Siz bir kez olsun 24 saat bir engelli gibi yaşamayı denediniz mi?” diye... Çok engelli vardı o günkü toplantıda, çoğu koltuk değnekliydi. Aralarında da bir kaç da tekerlekli isklemlesi olanlar... Bakan bey suskundu, ben soruma devam etmiştim... “Bakan bey bırakın 24 saati, şu tekerlekli iskemlede bir saat yaşamayı dener misiniz?” O kalabalıktan çıt çıkmamıştı, hekes bakan beyin ne diyeceğini merak ediyordu. Bakan bey sadece yutkunmuş, sonra da işi espriye dökmüştü. Yüzsüzce “Benim iskemlem de pek rahat değil” demişti. 60’lı yılların sonuydu. Avusturya’da bir pazar günü Graz’da yayımlanan gazetede bir haber başlığı dikatimi çekmişti... “Oturarak futbol.” Haber, spor salonunda Avusturya Almanya arasında oturarak futbol maçı oynanacağı şeklindeydi. Spor salonuna yollandık arkadaşım Fehmi’yle... Salona girdik, tribünler cıvıl cıvıl, kadınlı erkekli çocuklar, hoparlörden yükselen bir Avusturya halk şarkısına el çırparak eşlik eden yaşlılar... Bir anonsla tribünlerde bir hareket başlamıştı. Yanımızda eşi ve çocuklarıyla birlikte oturan genç adam soyunuyordu. Biz şaşkınlık içinde olanları izliyorduk. Genç adam ayaklarındaki protezi çıkarıp eşine verdi, iki bacağı da dizden kesikti. İki küçük çocuğu ise neşe içinde babalarını sarılıp öpüyordu. Genç adam dizlerine meşin parçalar taktı ve salona indi. Tribündeki diğer protezliler de salonun ortasında buluştu. Önce Alman sonra Avusturya marşları çalındı, sonra protezliler salona indiler ve biraz sonra da iki takım sahaya çıktı. İşte iki ayağı olmayanların yani oturarak futbol oynayanların maçıydı bu. Salon neşe içindeydi, sanki bir festival yaşanıyordu. Hemen aşağıya indim, bol bol fotoğraf çektim. Döndükten sonra o röportajımla altın kalem kazanmıştım. 2. Dünya Savaşı’nda büyük kayıplar veren Nazilerin istila ettiği Avusturya’da hiçbir ülkede görmediğim kadar sakat görmüştüm. Çünkü sakatllar evlerine kapanmamıştı; sokakta, parkta ,alışverişte, sinemada, her yerde görmüştüm onları... Yaşamlarını normal şekilde sürdürüyorlardı. Avusturya halkı engellilerine öylesine saygılıydı ki bir tramvaya ya da otobüse binerken olağanüstü sabır gösteriyorlardı. Çünkü tekerlekli iskemlenin toplanması ve araca kaldırılması oldukça zaman alıyordu ama hiç kimseden çıt çıkmıyordu. O günlerde Avusturya halkına öylesine saygı duymuştum ki. Bizde yeşil yanar yanmaz arkadaki otonun klaksonunun sesini duyunca hep Avusturyalıların o saygılı halleri gelir aklıma. Onların saygısı, bizim sabırsızlığımız... Sanki toplum olarak tabakhaneye b... taşıyoruz. Sevgi, saygı, hoşgörü ve en önemlisi insanlık... Bizde hangisi kaldı?.. Bugünlere gelinceye dek neler gördük, geçirdik. Önce ‘sakat’larla başladı diyaloglar, sonra ‘özürlüler’ denildi, şimdi ise ‘engelliler’ oldu. Engellilerin tanımı çok yapıldı ama Orkide Aksoy öğretmenin ilkögretim öğrencilerine yaptığı konuşma en güzel bir dersti... “Engelli olmak bir kişinin herhangi bir organının olmaması ya da gerektiği gibi işlememesi ve yaşamını kısıtlı sürdürmesi anlamına geliyor. Onlar için yaşam bizimkine göre daha zor olabilir ama başardıklarını ve elde ettiklerini gördüğümüzde yüreğimiz gururlanıyor. Engel bir fiziksel eksiklik olabilir. Tüm organları olup da yaşamı gerektiği gibi yaşamamak da bir engeldir. Kendi hayatımıza dönüp nerelerde yaşamı gerektiği gibi yaşayamadığımıza bakmalıyız. Engeli olmayanlara göre yaşamında başarılar elde etmiş nice engellilerimiz var. Çünkü onlar yaşamlarını olması gerektiği gibi yaşıyor. Engelli olmak onları kısıtlamıyor. Yaşamı olduğu gibi yaşayamamak engelli olmaktır.” Yine bir gazete haberine göre yasaya karşın devletin engelliler kadrosunda yüzde 82 açık varmış. Anayasamızda sosyal devlet olduğumuz yazılı ama Anayasamızı okuyan kim? Ben daha ne diyeyim... kulübe büyük zarar vermiştir. Zamanında alınması için tavsiyelerde bulunduğum öğrencim Rüştü’yü sakat raporuyla dışlayanlar 12 yıl sonra transfer ederek doğruya güvensizlik belgesini kanıtlamıştır. O Rüştü şimdi takımın en iyisidir hâlâ!.. E.Sağlam sonrası Denizli tercihi ve yeniden değişen oyun anlayışının riski, ani farklılıklar takımda inanılmaz puan kaybına neden olmuştur. Son Ankaraspor karşılaşması bir faciadır. Bunu orta alandaki çağdaş futbol gerçeklerinden uzak oynamakla yaşamışlardır. Atak ve savunma dengesinin olmadığı bir futbol riski içinde mücadele eden Beşiktaş, yabancı futbolcularının da kurbanıdır. Başta Delgado olmak üzere Bobo ve Holosko beklenenden çok uzak ve sorumsuz oynamaktadır. Kewell, M.Baros, Lincoln, Delgado, Güiza, Meira, Tello, Holosko ve hatta Alex gibi 3 büyüklerin yıldızları Süper Ligimizde çok özverili değiller. Sanki tatile gelmişler ve Dubai’deki şov liginde oynuyorlar. Bu biraz da bizim kusurumuzdur. Çünkü futbol egolarının takıştığı bir benlik kavgası bunalımındadır ülkemiz. Ezeli rekabet adına heyecan yaşatmak isteyenler genç tribünleri belki oyalıyor ama futbolumuz çağdaş düzey devamlılığına giden yolda çarşafa dolanıyor. Umarım akıl devreye girer ve doğruyu görürüz. R A L L İ İlk gün sabahın kör karanlığı… Her taraf sırılsıklam, denizden gelen yağışın ormanlık yöredeki etkileri sürüyor… Hava sıcaklığı geceleri sıfırın altında; bu nedenle sabah olunca güneş bulutlar arasından dişlerini gösterse de buzlanma var yollarda… Sürücüler starttan 1 gün önce ilk turda yapılan etap kısaltmalarının (Hafren 19’dan 3’e, Sweet Lamb 5’ten 4’e ve yarışın en uzun etabı Myherin 35’ten 18 km.’ye) sonuca ne şekilde etkili olacağını düşünerek geldikleri Hafren’in start noktasında alıyorlar haberi. Orman içi yollardaki buzlanma yarışabilir ortamı yok etmiş; normal etap ola D Ü N Y A S I / Ş E V K İ G ÖK E R MAN cümbüşü kaplamıştı her yeri… Kurumuş yollarda ‘risk almadan sürüş’ prensibi uygulayan Loeb; kalan 2 günde Latvala’yı ısrarla kovaladı, sıkıştırdı sıkıştırabildiği kadar takım arkadaşı Sordo’nun desteğiyle… Sonunda SS18 Rheola’da geçti Latvala’yı... Geçti geçmesine de birileri çıktı “Bölük duuur, Loeb sen de dur” dediler ve verdiler tartışılır ‘10 saniye hatalı start’ cezasını Fransıza… Ama durduramadılar… SS19 Port Talbot da bir kez daha öndeydi Sebastien… Bükemediler Fransızın bileğini ne şampiyonada ne de Galler Rallisi’nde… Loeb Yine En Büyük rak geçmekten başka bir şey yok yapacak… Sen kalk Cardiff’ten çık, 150 km.’den fazla normal etap git ve kuşa dönmüş bir parkura gel, orada da etap iptaliyle karşılaş… Etap iptali olmaz mı?... Olur… Olur da uzun süre yarış yapılmamış yolları kullanacaksanız ‘bir şey olmaz abi’ mantığından uzak olmanız, her türlü olasılığı düşünmeniz gerekir… Sürpriz isimler ve dramatik olaylar vardı yağış altındaki ilk gün. Citroen’li gençler şampiyonu Fransız Ogier herkesi şaşırttı yaptığı dereceler ve aldığı sonuçla. Ancak sonunu getiremedi, vites kutusu arızasıyla gerilere düştü. Dramatik olay ise Mikko Hirvonen’in SS5 Sweet Lamb’de viraj öncesi girdiği su birikintisinden çıktığında takla atıp yol kenarında ‘ters dönmüş kaplumbağa’ gibi kalmasıyla Ford’un markalar şampiyonasına vedasıydı… Ormanların yeşilini siyaha dönüştüren kara bulutlar gitmiş, yerini parlayan güneş almıştı; sarıdan neftiye uzanan bir renk 14
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle