02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ADNAN DİNÇER’LE << F U T B O L eposta:[email protected] N E Y M İ Ş ABDÜLKADİR YÜCELMAN FUTBOL HATALARI! Gizli Doping Kuşkusu Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK), Uluslararası Olimpiyat Komitesi IOC’nin üyesidir. IOC de FIFA, FIBA gibi Uluslararası kuruluşlardır ve Türkiye’de muhatabı sadece ilgili olduğu federasyonlardır. Dünya Anti Doping Komitesi WADA da uluslarası bir kuruluştur ve muhatabı TMOK’tur. WADA bundan bir süre önce Türkiye’de akredite edilmiş olan Ankara Hacettepe’deki Doping istasyonu dışında TMOK’a bağlı bir anti doping komisyonunun kurulmasını istemiş, ancak bu istem bugüne dek yerine getirilmemiş. WADA son olarak TMOK’a 14 gün yani Kasım’ın sonuna dek komisyon kurulması için süre tanımış. WADA’nın muhatabı olan TMOK’un başkanı Togay Bayatlı ise yasanın Meclis Komisyonu’nda beklediğini ifade etmiş. Buraya kadar tamam; WADA neden anti doping komisyonunun kurulmasında ısrarlı? WADA’ya gelen bir takım veriler bu kuruluşta doping ile ilgili bir takım kuşkular yaratmış olabilir mi? Hatta doping çeşitli yollarla ortaya çıkmamış, hatta gizlenmiş olabilir mi? Eğer öyleyse durum gerçekten vahim. WADA’cılar bugünlerde İstanbul’a gelecekler. IOC’nin 350’ye yakın üyesi ise genel kurul için İstanbul’da toplanacak. Türkiye’yi tanıtmanın tam zamanı. Ama sakın ola ki Olimpiyattan söz etmeyelim. Yıllar önce temeli atılan Ataköy’deki spor salonunun bitmediğini görürlerse bir şey demezler ama çok şey anlarlar. Ö nce yaşamın şifresi olan özgürlükten başlamak lazım yoruma... Özgürlük başkalarının hakkını zorlama ile kendi hakkım diye kullanmak değildir. Söz, yazı, hareket, temas, taciz, tuzak ne gelirse aklınıza kişinin ve toplumsal yaşamın hakkına kimse engel koyamaz. Düşünce özgürlüğü bu ölçütte gelişmiştir. Bir tarafı sindirip ötekine prim tanıma olmaz. Yıllarca bilinmeyen ve kimsenin belki de ortaya atamadığı gerçek müsabakalara çıkan takımların, çalışan teknik adamların, yönetici ve futbolcuların bazen eşit koşullarda mücadele etme şansının olmayışıdır. Hani deplasman ile iç saha avantajı aslında farklı yorumlanan tek ülke belki de bizim futbolumuzda. Çünkü biz içerde oynamayı avantaj; deplasmana da zor koşullar ön yargısı ile çıkarız. Neden? Çünkü şartları değiştiren kendi içimizdeki egodur. Mutlaka her yola baş vurup kazanmaya şartlanmışız ya! Daha işin başında mental olarak arızalıyız. Yok böyle bir şey ama bizim fırsatçı ve karşımızdakini ürkütme yöntemimiz biraz da geçmişten gelen tarzımız. Kabadayı yanımız var. Her şeyi sanal olarak ürkütme ve korku üzerine kuruyoruz. Korkutmayı öne alıp korkuyu aşmayı planlıyoruz. Oysa bilgiyi öne alıp başarıya giden yolun çalışmak ve çağdaş olmaktan geçtiğini tam anlamıyla özümsemiş olsak daha rahat ve başarılı işler yaparız. Bir takım olmak için şunu önce şartları ile kabul etmeliyiz. Saha dışı baskıcı tutumun değişmesi lazım. İstek ve arzuların tribünden taraftar olarak içeri yansıması en doğrusudur. Ayrıca kimse sihirbaz değildir. Bir çalışma, bilgi, eğitim ve imkan mücadelesi verilir genelde futbolda. Şartları eşit olmayan takımların mücadelesinde yapacağımız şey kendi insanımıza olan güveni arttırmaktır. Ben daima kendi gençlerimizi Emniyet Bu Kadar Aciz Olamaz Yıllardan beri stadlardaki anarşi ve vandalizm çılgınlıklarına çözüm bulunamayışı, teknoloji yetersizliğinden diyelim. Artık bugün üstelik bu grupların elebaşıları belirlenmiştir. Gereksiz birçok telefon konuşmalarının kaydedildiği günümüzde neden bu elebaşılar da dinlenmez? Aralarındaki konuşmalar en azından planlanmış anarşinin önceden öğrenilmesine yardım etmez mi? Hadi bu yapılmıyor diyelim, geçen hafta F.BahçeG.Saray maçında Şükrü Saracoğlu’nun tribünlerine ve tuvaletlerine konulacak kameralarla olayların değişmez kahramanları tespit edilemez miydi? Her maçta 20 50 bin arasında insanların bir araya geldiği stadlardaki güvenlik bana göre hafife alınıyor. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü şunca yıldır stadlardaki anarşiyi önleyememiş ise bu ayıp acaba kimindir? Son örnek olarak da Şükrü Saracoğlu’ndaki zarar durumuna bakıyoruz. 150 plastik seyirci koltuğu kırılmış ve tuvaletlerde büyük hasar olmuş. Toplam zarar 15 bin YTL, yani 15 milyar. Bu para G.Saray Kulübü’nün kasasından çıkacak. Kendi kulübüne bunca zarar verenlerin, “Uğruna ölürüm”, “Kanım aksa Sarı Kırmızı akar” diye feryat edenlerin kafalarına bakın. Ayrıca bu kafada olanların kulüplerine ne gibi katkıları olduğunu da çok düşünmüşümdür. Vandalizm sadece Galatasaraylı yandaşlara özel değil, bu fotoğrafları hemen hemen tüm futbol sahalarında hatta spor salonlarında da görüyoruz. Nedense ya çözüm bulmakta zorluk çekiliyor, ya da birileri birilerinden çekiniyor. Geçenlerde toplumsal bir akıl tutulmasından söz ediyordu Mehmet Yılmaz. Bir Alman doktorun araştırmasına göre bebeklerin 5 saniye bile olsa sallanmaları ciddi beyin hasarlarına yol açıyormuş. Toplumumuzda bebekleri gerek salıncakta gerek ayakta sallamanın adeta gelenek olduğunu varsayarsak neden balık beyinlilerimiz olduğunu, Aziz Nesin’in neden “Bu ülkenin yüzde 60’ı aptal” dediğini düşünür hale geliriz. Parlemento ve Spor Muhabirleri eksiklerini giderip uygun kalite birkaç örnek yabancı ile donatarak takımdaş olmaktan geçen yolu denenmesini tercih ederim. Bir takımın kalitesi onun iş ahlakından özgür futbol ortamında verdiği mücadeleden geçer. Şimdi 70 milyon sadece birkaç takım, futbolcu ve teknik adamın üzerine kışkırtılıyor. Yorumların söylem ve değer farkı da önemlidir. Evde çocuğumuzun ağzından duymak istemediğimiz kelimeleri ekranda, maçta, toplu yerlerde sarf eden bir toplum olarak kendimizi sınamalıyız. Bu hafta hepimizin tekrar düşünmesi gereken bir gerçek daha yaşamak çözüm olamaz. Artık birbirimizi sevmeli ve futbola bu yanlışlardan arındırmalıyız. Beşiktaş seyircisinden mahrum bir Bursaspor karşılaşması ve benzeri durumlar kötü örneklerdir. Üç büyüklerin mutlaka rahatlıkla maçlara gidebilecek karşı taraftarlar demokrasisi getirmeleri gereklidir. Artık başarıların arkasında ilah, büyü, şans, kabadayılık, saha dışı kirlilik yerine bilgi, çalışma, emek ve eğitim aramalıyız. Liderler kolay yetişmez. Onları bizden sizden diye ayrıma tabi tutamayız. Her şey bize aittir. Yani futbola. Ne güzel bir oyun ki futbol bu kadar kendinden bahsettiriyor ve bizlere her türlüsü ile ilaç oluyor. Kullanmasını bilirseniz mutlu, bilemezseniz dert olur. Bunu unutmadan futbol hatalarımızı masum bir anı olarak yaşamımıza katmalı ve kendimize mutluluk çıkartmalıyız. Bu bizim için şu anda birleştirici bir toplumsal olay olmalıdır. Geçen hafta Başbakanlık, bazı parlamento muhabirlerine veto çekti ve akreditasyonlarını kaldırdı. Bu şu demek: “Ben sizden hoşlanmıyorum, yazdığınız haberler bana ters geliyor, sizi görünce sinirleniyorum, bundan böyle karşıma çıkmayın.” Parlamento muhabirlerine yapılan bu davranış büyük tepki topladı. Haber peşinde koşan gazetecilerin görevi değişiktir. Kimi parlamentoyu izler, kimi polis ve adliyeyi... Kimileri de spor muhabiridir, işi kulüplerden ve futbol federasyonundan haber toplamaktır. Başbakan’ın kimi gazetecileri uçağına alıp gezdirmesine kimse ses çıkarmıyor. Ama Parlamento muhabirlerinin Başbakan’ı izleme görevini Başbakan değil feriştahı olsa önleyemez. Ama önlemiş Tayyip Bey, kafası kızmış “Bundan böyle karşıma dikilmeyin” demiş. Aynı kafadan bir başka ses de Erzurum’dan çıktı... Erzurum’un Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler tarihi Lalapaşa Camii ile Yakutiye Medresesi arasındaki tarihi ağaçları kesmeye kalkışınca büyük tepki ile karşılaşmış. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay işe el koyunca Belediye Başkanı Ahmet Küçükler pısmış, sonra da “Kafam kızmıştı” demiş. Başbakan ile Belediye Başkanı’nın kafaları kızınca demek ki birisi kafa kesmek, diğeri de ağaç kesmekten başka bir yol düşünemiyorlar. Tayyip Bey “hancı ve yolcu” hikayesini asla unutmamalı. Çünkü o hikayede takiyye yoktur, “tarih tekerrürden ibarettir” dersi vardır. Ulusal takımımızın 2010’a kadar sözleşmesi olduğu halde hem sözleşmesi hem de maaşı katlanan Fatih Terim de kafası kızınca bazı spor yazarlarını, idmanlara, kamplara hatta basın toplantısına almamıştı. “Ali Kıran Baş Kesenler”le başımız derde girince sözlüklere baktım “Dalı kıran baş kesen” miş aslı, “Bir ağaç dalını kesenin kafası kesilir” anlamı taşırmış. Ve bu söz rivayete göre Fatih Sultan Mehmet’e aitmiş. eposta: ayucelman?cumhuriyet.com.tr 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle