23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 30 Nisan 2013 Salı Sürdürülebilir Bir Gelenek: Anadolu Ot Kültürü ? AYLİN ÖNEY TAN nsanoğlu avcı toplayıcı topluluklarından beri rızkını doğadan çıkarıyor. Günümüzde Anadolu’nun her bölgesinde doğadan toplanan otlar ve yabani yiyecekler mutfak kültürünün önemli bir öğesi. Bahar aylarında örneğin Sivas veya Çorum gibi Anadolu kentlerinde pazarlarda bulunan ot zenginliği inanılmaz boyutlardadır. Doğu illerinde kenger, çiriş gibi otlar öne çıkarken, Sivas’ta madımak baştacı edilir, İç Anadolu’da yemlik, efelik gibi otlar sevilirken ebegümeci çoğu yerin gözdesidir. Otlar söz konusu olunca bütün Anadolu’da yenilebilir otlar listesi inanılmaz derecede zengindir. İç Anadolu’da birçok köyde baharın gelişi çiğdem pilavı yapılarak kutlanır. Çocuklar çiğdem toplamaya çıkar, dönüşte ellerinde köklü çiğdem demetleri, ev ev dolaşarak bulgur, yağ, tuz gibi malzemeleri toplarlar. Bütün bu toplama, derleme sırasında da türküler çığrılır, tekerlemeler söylenir. "Çiğdem çiçecük / Ebem küçücük / Verenin oğlu olsun! / Vermeyenin kızı olsun!" Yüzyıllardır tekrarlanan bu gelenekle bahar karşılanır. Baharın gelişi insanlığın ilk gıda kaynağı olan doğanın uyanışıdır ve kutlanması gerekir. İ Ot toplama geleneği nesillerden nesillere özellikle de kadınlarla aktarılan bir bilgi birikimi, ancak bu engin bilgi hazinesinin kentleşme ile hızla kaybolma tehlikesi altına girmesi an meselesi. Hititlerden günümüze uzanan halk geleneği Anadolu’nun çoğu yerinde eriyen karların arasından ilk beliren çiçek çiğdemdir, dolayısıyla bu yunaşın ilk habercisi olan çiğdem kutlamaların başlangıcını oluşturur. Bu gelenek araştırmacı etnobotanikçi Dr. Füsun Ertuğ’un araştırmalarına göre Anadolu'nun en eski uygarlıklarından Hitit dönemine dayanır. Ertuğ’a göre Hititlerin en önemli kutlamalarından biri mart ayı boyunca süren AN.TAH.SUM. sar adı verilen çiğdem festivalidir ve bu festival Hitit uygarlığı ile birlikte tarihe karışmamış, aksine bir halk geleneği olarak günümüze kadar uzanmıştır. Aslen arkeolog olan Füsun Ertuğ sonraları etnoarkeoloji, arkeobotani ve giderek etnobotani (halkın bitki kullanımı) konusuna gönül veren bir araştırmacı. Çalışmalarını bire bir sahada sürdüren ve birinci elden deneyimleyen çalışmaları var. Nitekim Anadolu'nun yenilebilir yabani bitkilerini incelerken, daha önceki araştırmaların genellikle erkekler tarafından köy kahvelerinde yine erkeklere sorularak yapıldığını fark ettiğinde son derece radikal bir karar vermiş: NiğdeAksarayKızılkaya köyünde tek odalı bir köy evine oğlu ile birlikte yerleşmiş. Köy kadınları ile birlikte 18 ay boyunca ot toplamaya çıkmış, ocak başında yemek yapmış ve ot toplama geleneğinin inceliklerini öğrenmiş. Bu çalışma sonucunda Anadolu’nun orta yerinde ot kültürünün hiç de Ege Bölgesi’ne göre azımsanacak bir yanı olmadığını tespit etmiş. Çalışma boyunca toplandığı tespit edilen tüm bitkilerin bilimsel analizleri yapılmış. Ortaya çıkan sonuç oldukça şaşırtıcı bir zenginlik ortaya koyuyor. Aksaray çalışmasında 10502000m. yükseklikler arasında toplanan 600 kadar bitki örneği alınmış; 340 tür (73 familya) saptanmış, bunların 300 kadarının yerel halk tarafından kullanıldığı belirlenmiş ve yerel adları kaydedilmiş. Bu saptananlardan 100 bitki türünün yendiği, 44'ünün sadece ilaç olarak halk tıbbında kullanıldığı, 170 türün hayvan yemi ve 15 kadar türün yakacak olarak değerlendirildiği görülmüş. Bu çalışma Anadolu’nun zengin ot toplama geleneği hakkında küçücük bir örnek. Füsun Ertuğ daha sonra Muğla, DenizliBuldan gibi pek çok yerde benzer çalışmalar sürdürdü ve özellikle kadının ot toplama geleneğindeki birikimi üzerine pek çok çalışma gerçekleştirdi. Son yıllarda gerek dünyada, gerek Türkiye’de yabani yenilebilir otlara karşı giderek artan bir ilgi var. İskandinav ülkelerinde başını şef René Redzepi’nin çektiği Nordic Lab hareketi yabani otları en üst düzey lokantaların gündemine taşıyor, pek çok araştırmacı ve yazar bu konuya yöneliyor. Ülkemizde de son yıllarda ot festivalleri yapmak yaygınlaşıyor. Festivallerin başını çeken Urla Slow Food grubunun düzenlediği Mart Dokuzu Festivali bahar aylarının en erken festivallerinden biri. Alaçatı ve Bodrum ot festivalleri de Urla’yı takip ediyor. Ot toplama geleneği bir anlamda yeniden keşfediliyor. Bu geleneği korumak ve yaşatmak çok önemli. Ot toplama geleneği nesillerden nesillere özellikle de kadınlarla aktarılan bir bilgi birikimi, ancak bu engin bilgi hazinesinin kentleşme ile hızla kaybolma tehlikesi altına girmesi an meselesi. Bu köklü kültürün sürdürülebilmesi açısından festivallerin yaygınlaşması, bu konuda Dr. Ertuğ’un yaptığı gibi araştırmalara ağırlık verilmesi gerekiyor. Ot festivalleri giderek zenginleşmeli, çoğalmalı ve yaygınlaşmalı, sadece Ege’de değil yurdun dört bir yanında deyim yerindeyse ot gibi bitmeli.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle