17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kafkaslar’ın ardındaki ülke Gülsen KIRBAŞ Geçen haziran ayı içinde, acentamız Novitas Turizm ile bir gurup gezgin için düzenlediğimiz ‘AzerbaycanErmenistanGürcistan’ gezisi, bizi alışılmış rotaların dışında, farklı yerlere, bir yandan çok bildik ve tanıdık, bir yandan da bir o kadar uzak ve yer yer acılarla örülü ortak geçmişimize götürdü. Kafkaslar ve ortak geçmişimizi anlamak için çok anlamlı bir gezi olan ‘AzerbaycanErmenistanGürcistan’dan, bizde kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum. Kafkasya gezimizin bu üçüncü ülkesi, yaklaşık 70 bin km2 yüzölçümü ile Ermenistan’dan biraz daha büyük… Gürcistan; güneyde Türkiye, Ermenistan, Azerbaycan ile kuzeyde Rusya Federasyonu’na komşu… Ermenistan’la Azerbaycan’ın diplomatik ilişki kurmamasına karşılık, bu iki ülkenin de, üçüncü ülke olan komşu Gürcistan’la ilişkileri gayet iyi… Özellikle birçok Ermeni, Gürcistan’da, birçok Gürcü de Ermenistan’da yaşıyorlar ve birbirlerinin dillerini konuşuyorlar. Örneğin, bizim Ermeni partner acentemizin temsilcisi Gürcistan’da yaşayan bir Ermeni genciydi ve hem Tiflis’te hem de Erivan’da evi vardı. Kısaca, daha ilk anda edindiğimiz bu bilgilerle, sınırdan girdikten yaklaşık bir saat sonra Tiflis’e vardık. Şehrin tam merkezinde, Devlet Başkanı Saakaşvili’nin saray boyutlarındaki rezidansını tam cepheden gören, son derece güzel ve lüks otelimize yerleştik. Hava hayli geç karardığı için, dışarıda yiyeceğimiz akşam yemeği için yürüyerek şehri geze geze yola koyulduk. İlk akşam, Gürcistan’la ilgili ilk önemli gastronomik saptamalarımızı yapıyoruz ve diyoruz ki mutfağı ve özellikle şarapları sınıfı fazlasıyla geçiyor. Bol sebze, zeytinyağlılar, zengin salatalar, hamur işi olarak bir tür devasa mantı, içi kaşar peyniri dolu çok enfes tereyağlı pideler, türlü çeşitli hazırlanmış mantar yemekleri... Özellikle bu sonuncusu, doğal mantarın ne kadar lezzetli ve besleyici bir gıda olduğunu bir kez daha hatırlattı bize ve korkusuzca yedik. Son güne kadar da, bu böyle sürdü. Esra AÇIKGÖZ Malta’dayız. Güneş ve denizin ülkesinde... Sıcak güneşten kavrulan tenimizi, denizden esen ılık rüzgâr yalıyor. Huzurluyuz. Zaten Malta’yı birkaç kelimeyle anlatmak gerekse, tam da bunlar söylenir; güneş, deniz, huzur... İşte biz de bu huzuru, Orangecruise Tur sayesinde, onların davetlisi olarak tadıyoruz. Malta takımadaları üç büyük, iki küçük adadan oluşuyor. 237 kilometrekarelik küçük bir ada Malta. Daha başka bir anlatımla İstanbul yüzölçümünden 20 kat küçük, nüfusundansa 32 kat az, yani 413 bin 609. Şişli ile Eminönü arasındaki mesafe kadar ilerlediğinizde bir şehirden başka bir şehre atladığınızı söyleyerek somutlaştırmak lazım belki de rakamları. Bu küçüklüğüne rağmen 60 şehre sahip. Malta’nın diğer iki büyük adasının adı ise, Gozo ve Comino. Biri 68 kilometrekare, diğeri 2. Evet yanlış duymadınız, 2 kilometrekarelik bu adada bir polis, bir rahip ve bir çiftçi yaşıyor. Güneş, deniz ve huzurun ülkesi GÜRCİSTAN Batum MALTA 2.53 saatlik bir uçuşla Malta’ya ulaşmak mümkün. Unutmadan söyleyelim, bizi götüren Orangecruise Tur’un da Malta’ya yönelik programları var. Uzun lafın kısası, iyi gezmeler... Yemek, alışveriş ve Malta Başkent Valetta büyük alışveriş mağazalarının da mekânı. Ufak tefek anı hediyelerinden büyük markaların mağazalarına kadar her şeyi burada bulabilirsiniz. Ancak Maltaâdan hediye almak istiyorsanız size gümüş ve altını öneririz. Çünkü Malta altın ve gümüşteki kendine özgü süslemeleriyle ün salmış. Valettaânın arka caddelerinden buna kendiniz tanık olun. El emeği ürünlere değer verenler içinse adres, Gozzo. Dantel, nakış ve el işi ürünleri uygun fiyata bulabilirsiniz. Maltaânın ünlü çorbaları Minestra ve Aljottaâyı tatmayı da unutmayın. Tatları mı? Malta mutfağı, Arap, İtalyan, İspanyol ve İngiliz lezzetlerinden etkilenmiş. Tabii bir adaya gidip de deniz ürünü yememek olmaz. Malta bu konuda size pek çok seçenek sunuyor. Malta’nın kuruluşunda şövalyeler rol oynuyor Eriği, Humphry Bogart’ın ölümsüzleştirdiği “Malta Şahini” filmi, İttihat ve Terakki Fırkası’nın lider kadrolarının Malta sürgünleri, bir dönem Akdeniz’i titreten şövalyeleriyle köklü bir tarih yaşamış bu topraklar. Fenike, Kartaca, Roma, Bizans, Arap ve İspanyol medeniyetinin hâkimiyeti altına girmiş olsa da; gözümüze takılan İngiliz telefon kulübeleri, zaman zaman bize İngiltere’de olduğumuz yanılsaması yaşatsa da Malta’nın kuruluşundaki en etkin isim, Osmanlı. Ancak kanlı bir hikâye bu. Bu kadar kan olmasa, bir masala dönüşebilirdi belki, ne de olsa Malta’nın kuruluşunda şövalyeler rol oynuyor... Hikâyenin kökü Rodos’a dayanıyor; 11. yüzyılda kurulan Hospitalier ya da St. Jean Şövalyeleri tarikatının 1309’da Rodos’u ele geçirmesine... Bağımsız devlet gibi yönetilen Rodos, tam iki yüzyıl, 1522’deki Osmanlı fethine kadar şövalyelerin kontrolünde kalıyor. Sürülünce gözlerine yeni bir ada kestiriyorlar: Malta. Yerleşiyor, geliştiriyorlar. Ancak Kanuni Sultan Süleyman, Avrupa’nın geçiş yolları üzerindeki Malta’yı da imparatorluk sınırlarına katmak için harekete geçiyor 1565’te. Dört ay süren kuşatmadan, şövalyeler galip çıkıyor. Avrupa’nın ve Hıristiyanlık âleminin güvenini işte böyle kazanıyorlar. Adalar, bu dönemde mimarlık, sanat ve kültür açısından altın devrini yaşıyor. Fransız ve İngiliz hâkimiyeti altına da giren Malta, bağımsızlığına 21 Eylül 1964’te kavuşuyor. Tiflis: İçinden su geçen şehir Tiflis, içinden su geçen bir şehir ve bu özelliğiyle hemen kalbimizi kazanıveriyor. Biz deniz ülkesi çocukları, bu su sevdasını her gittiğimiz yerde yaşıyoruz ve “sulu şehirler”, bizi cezbetme konusunda işe bir puan önde başlıyorlar. Tiflis’in tam ortasından geçen ve şehri ikiye bölen nehir, aslında yabancımız değil: bizim topraklarımızda doğan ve Gürcistan’a, oradan da Azerbaycan’a geçerek, Hazar Denizi’ne dökülen Kura nehri, Gürcüce Mtkvari, ama böyle yazıldığına bakmayın, Gürcüler bunca sessiz harfi yan yana yazıp, sonra sadece “Kvari” diye okuyorlar. Yeri gelmişken, Gürcü dili ve alfabesi de tıpkı Ermenilerin olduğu gibi, kendilerine özgü ve ünik. Ve, onların da alfabeyi değiştirmeye hiç niyetleri yok, ulusal birliğin çok önemli bir mihenk taşı çünkü… Tiflis’teki ikinci günümüzde, önce tarihi şehir merkezini yürüyerek gezdik. Sovyet rejiminden çıktıktan sonra, Batıdaki birçok örnekte olduğu gibi (Prag, Budapeşte, Üsküp, Zagreb, Dubrovnik, vd.), yoğun bir restorasyon faaliyeti başlamış, eski Sovyet öncesi neoklasik yapılar onarılıp ortaya çıkarılıyor, otantik yapılar, mahalleler, bohem sokaklar oluşuyor, barcafeler açılıyor. Ve bu restorasyonların birçoğuna, Batılı fon kuruluşları, vakıflar, dernekler destek oluyor. Tarihi şehirde, Narikala kalesi, eski bir kervansaray (Tiflis’in, ipek yolunun önemli bir durağı olduğunu hatırlatıyor), sinagog (geçmişte ciddi sayılara ulaşan bir Aşkenaz Yahudi varlığı varmış, şimdi de hâlâ küçük bir cemaat var). Azerilere ait, çok eski ve güzel bir hamam ve kükürtlü kaplıca ve tabii ki şehrin en önemli dini yapısı, Gürcü kilisesinin uzun süre patriklik makamı olan Sioni Katedrali… Gürcüler, Hristiyan Ortodoks mezhebine mensuplardır. Batum’un geçen yüzyılın başına kadar, bataklıklarla kaplı olmasından kaynaklandığını öğreniyoruz. Zaman içinde kurutularak, şehir inşa edilmiştir. Batum’a yaklaşırken, coğrafya ve iklim değişiyor. Tıpkı bizim Doğu Karadeniz sahillerini andırıyor; yemyeşil yüksek dağlar kıyıyı yakından izliyor, sahilde ise nemli bir Akdeniz iklimi hâkim. Gürcistan’da ziyaret ettiğimiz veya mola verdiğimiz her kırsal yerleşim biriminde, işsizlik baş sorun olarak anlatılıyor. Herkes iş imkânını büyük şehirde, özellikle de Tiflis’te görüyor. Böylece 4.5 milyonluk ülkenin başşehrinin nüfusu bir milyonu aşmış… Gürcistan, var gücüyle ekonomisini geliştirmeye çalışıyor Gürcistan şu anda var gücüyle ekonomisini stabilize etmeye ve gelişmeye çalışıyor. Ekonominin temel dinamikleri, Kafkasların transit geçiş ve turizm ülkesi ve Karadeniz kıyısında önemli bir turizm merkezi olmaktan (nitekim varlıklı Ermeniler ve hatta İranlılar Batum, Poti gibi sahil kentlerine akın akın tatile geliyorlar) geçiyor. Üretim olarak ise şarapçılık, narenciye, çay üretimi önemli girdi sağlıyor. Gürcü şarapları, sınırlarını aşan bir üne sahip, şarap bölgesi ülkenin doğusundaki düzlükler. BaküTiflisCeyhan boru hattı bir diğer önemli ekonomik avantaj. Bu sayede Gürcistan’a, uluslararası gaz ve petrol aktarımında önemli bir rol biçilmiş durumda. Gürcistan, AB’ye aday olmak istiyor ve şimdilik özel bir “ortaklık anlaşması” için görüşmeler sürüyor. Sırada ise, Ermenistan ve Azerbaycan’ın olduğu ifade ediliyor. bizim Doğu Karadeniz sahillerini andırıyor; yemyeşil yüksek dağlar kıyıyı yakından izliyor, sahilde ise nemli bir Akdeniz iklimi hâkimdir. Bol okaliptüs (bataklıları kurutmak için dikilmiş), narenciye, fındık, palmiye, hatta muz görmek mümkündür. Sahil boyu oteller, moteller, eğlence yerleri, casinolar ve şimdiye kadar Gürcistan’da görmediğimiz bir zenginlik ve bolluk. Modern ve şık otelimize yerleştikten sonra, şehri yürüyerek geziyoruz. Liman, tam şehrin ortasındadır. Sahil boyu yemyeşil, bakımlı bir park ve hemen ardındaki upuzun, temiz kumsalın her yerinden denize giriliyor. Şehrin ilk 5 yıldızlı oteli olan Sheraton’u da yine tanıdık bir Türk firması yapmış ve işletiyor. Oteli geziyoruz. Fiyatlar da, bizdekilere göre makul. 3 bin yıllık başkent Mzcheta Öğleden sonra ise Tiflis’e 20 dakikalık mesafede bulunan, 3 bin yıllık eski başkent Mzcheta’ya (Mşeta gibi okunuyor) gidiyoruz. Buradaki 11. yüzyıldan kalma muhteşem katedral Sveti Zchoveli, mimarisinin görkemiyle ve içindeki yüzlerce çok iyi korunmuş freskle bizleri büyülüyor. Ortodoks Gürcü Kilisleri, Ermeni kiliselerinin aksine, zengin iç bezemeleri ve freskleriyle öne çıkıyor. Hele bunların iyi korunmuş olanları, sanat tarihi meraklıları için bulunmaz bir hazine… Uzun uzun inceleyip fotoğraf çekiyoruz. Bu kilisenin bahçesinde ayrıca, ülkenin ilk Hıristiyan kral ve kraliçesinin mezarları da var, yani en eski kraliyet mezarlığı. Buradan, yakındaki rahibeler manastırına gidiyoruz. Burada dikkatimizi çeken, kilisede ve manastırın bahçesinde dolaşan çok sayıda ve çok genç rahibe kızlar. 1617 yaşlarında birçok rahibe, kâh kiliseyi temizliyor, kâh bahçede çalışıyor. Sanki mıntıka temizliği yapan genç erler gibi görünüyorlar. Bu kadar çok sayıda genç kızın neden manastıra kapandığını sorduğumuzda, bunun son yıllarda özellikle yoksulluğun bir sonucu olduğunu, kendini beslemekte zorluk çeken ailelerin kızlarını manastıra verdiklerini öğreniyoruz. Gerçekten de, Tiflis Bir şehri baştan sona yürümek! Malta’nın başkenti Valletta, ismini şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette’den alıyor. En erken dönem raylı sistemin kullanıldığı şehirlerden biri olma namı dışında hâlâ sapasağlam surları ve burçları, korunaklı doğal limanlarıyla UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde de yer alıyor. Dolayısıyla şehri araçla gezmek mümkün değil, ancak korkmayın, birbirine paralel ve dik kesen “grid” tipindeki sokak ve caddeleri sayesinde rüzgârın eksik olmadığı, düzgün yolları, orijinal taş mimarisiyle yorulmadan atılacak bir tur sunuyor size Valetta. 1.5 km. uzunluk ve 1 km. genişliğindeki şehir, küçüklüğüne inat koca bir tarihe, önemli yapılara sahip. Tabanında şövalye mezarlarının bulunduğu, duvarları altın varak süslemeli, St. John’un hayatını anlatan tavandaki resimleri 40 yılda tamamlanan, ünlü İtalyan ressam Caravaggio’nun “St. John’un İnfaz Edilmesi” ve “St. Jerome” eserlerinin bulunduğu, Malta Şövalyeleri’nin Osmanlı kuşatmasından hemen sonra yapmaya başladıkları, muhteşem barok kilisesi St. John Manastır ve Katedrali mesela. Ya da ülkenin taş mimarisinin güzel örneklerinden Malta hükümet binası. Büyük liman, Vittoriosa, Senglea, Marsa ve Kalkara şehirleri ve Malta’nın gemi yapımında kullanılan büyük tersanelerinin görülebildiği, eşsiz bir Tiflis’ten Batum’a Sonraki gün, ülkenin ikinci büyük kenti ve dini bir merkez olan Kutaisi’de, çok önemli 2 dini yapıyı, UNESCO kültür mirası olan Bagrati katedralini ve Gelati manastırını görüyoruz. Ardından gezimizin son durağı olan Batum’a doğru yola çıkıyoruz. Batum, Gürcistan’ın Karadeniz’e açılan kapısı, Acaristan Özerk Cumhuriyeti’nin başkenti ve eski Osmanlı toprağı… Dilimizde o malum türkü: “Ben giderum Batum’aa, Batum’un batağunaa….” Buradaki batak lafının, gerçekten de Batum’un geçen yüzyılın başına kadar, bataklıklarla kaplı olmasından kaynaklandığını öğreniyoruz. Zaman içinde kurutularak, şehir inşa edilmiştir. Batum’a yaklaşırken, coğrafya ve iklim değişiyor. Tıpkı Mükemmel bir somon ızgara, salata ve biradan oluşan öğle yemeği mönüme, sadece 40 TL ödüyorum. Batum’un, 19. yüzyıldan kalma görkemli Avrupai mimarisi, şimdilerde çokça uluslararası destek projesi ve sermayesiyle ayağa kaldırılıyor. Yollar yeniden döşeniyor ve düzenlemeler yapılıyor. Şimdilik her yer inşaat, ama durum onu gösteriyor ki, en fazla 34 sene içinde Batum, mükemmel biçimde korunmuş ve restore edilmiş bir tarihi şehir olacak ve şimdikinden kat kat fazla turist çekecek. manzara izleme imkânı veren Üst Barakka Bahçeleri de Valletta’da. Şimdi biraz sessizlik... Malta’nın diğer önemli kenti, “Sessiz Şehir” diğer adıyla Mdina’dayız. Motorlu taşıtın giremeyeceği dar sokaklarıyla tipik bir ortaçağ şehri. Her an köşebaşından atlı bir şövalyenin çıkmasını bekletecek kadar koruyor şehir ruhunu. İşkence Müzesi’nden cam yapım atölyelerine kadar her parçasıyla size Malta, tarihini ve güzelliğini bir şehirde sunuyor. Sessizlikten yorulanlar için de alternatifler yok değil. Eğlence hayatının kalbi St Julians, 24 saat canlı. İster sokak göstericilerini izleyin, ister cadde boyunca uzanan barlarında dans edin. Malta’da görülebilecek diğer güzel yerlere gelince... Temel Reis filminin çekildiği, dekorun sökülmeyerek ziyarete açıldığı Popeye Village, Malta ile özdeşleşen klasik sandalların süslediği balıkçı köyü Marsaxlokk, Gozo Adası’nda Malta denince akla ilk gelen görsel zenginliklerden Azure Window, UNESCO kültür mirası listesindeki Ggantija Tapınakları ve eşsiz plajlar... Bu sırada, Malta’da hiç dağ ya da akarsu bulunmadığını biliyor muydunuz? Su ihtiyacı, yeraltı kaynaklarından ve denizden karşılanıyor. Ne zengin, ne de fakir bir ülke Malta. Mesela hiç evsiz ya da dilenci yok, sosyal devlet anlayışıyla bu sorunlar çözülmüş. Ancak çok lüks ve gösterişten de uzak. 137 kilometre uzunluğundaki kıyılarında yer alan kumsalları, koylarıyla tam bir turizm cenneti. Haliyle, Malta ekonomisi de turizmden dönüyor. Sadece tatilden bahsetmiyoruz, İngilizce öğrenmek isteyenler için de güvenli ve huzuru nedeniyle rağbet görüyor. Türkiye’den DGLRV EDŞYXUXQX]X WP RSHUDW|UOHUGHQ \DSDELOLUVLQL] C MY B C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle