Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4/ 19 OCAK 2011 ÇARŞAMBA TURİZM C Yaşam bilgeliği peşinde koşmak... ESRA ALKAN Seyahatin felsefesini yaşama taşıyan Evliya Çelebi pirimdir benim. Söylence bu ya, ibadet anında şefahat ya resulullah diyeceğine ‘Seyahat ya resulullah’ diyen Evliya Çelebi öyle anlaşılıyor ki ‘şefahat’i de seyahatle bulmuş. Ya diğer insanlara kim ne dedi de durmadan bir yerden bir yere görüp tanımak amacıyla seyahat ediyorlar!?. Doğayı gezerekkoşarakbakarak okuyan insan sayısı hızla artıyor. Tam da bu nedenle “Dünyanın sırlarını öğrenmek, öğrendiklerini hafızaya ya da kâğıda kaydetmek, yaşam bilgeliği peşinde koşma olarak bilince taşınır” diyor bilge öğretmen Esat Korkmaz. Yaşam bilgeliği peşinde koşma, pratiğe seyahat etmekle taşınıyor. Ama öyle herkes gidiyor diye gitmek değil sözünü ettiğim; ihtiyaç olduğunu fark etmek... Cumhuriyet’in seyahat sayfalarından dokunacağım size zaman zaman. Bazen de TRT’deki ‘Kalk Gidelim’ seyahat programlarında, bazen çocuklar için yazdığım yine seyahat kültürü kitaplarımla... Belki de çıktığımız seyahatlerden birinde öğrendiklerimizi, demem o ki, seyahat bilincini insan biçiminde kimliklendirerek gönle taşıyacağız birlikte kim bilir!.. 17. yüzyıl Evliya Çelebi ruhunun nice seyyahlarla bugüne taşındığını görmek, canlıcansız her şeyin ne düşündüğünü öğrenme arzumu kamçılıyor. Okuduklarımızı seyahat ederek pekiştirirken, Baudelaire’in dediği gibi “Bu hareket etme tutkusunu sonsuza kadar taşıyacağım”. Ancak, ondaki yaşadığı mekânı terk etmek adına terk etmek değil benimkisi. Bir şiirinde der ki: “Orada yıldızlar gördük Ve dalgalar, kumlar gördük Ve onca krize ve umulmadık felakete rağmen, Burada sıkıldığımız kadar sıkıldık.” Sanırım ben de şöyle diyeceğim: Bir seyyah vardır, Bir de seyyahtan içeri. İçimdeki bu seyyah Doğrudan seyahat bilincinin kendisi. Yunan filozoflarının ‘mutluluk’ diye tanımladıkları anlayışa alçakgönüllü bir katkı sunan seyahat etmek, bu yanıyla daha sarıyor beni. Belli ki sizi de. Haydi, şimdi kalkın gidiyoruz göller ve güller diyarı Isparta’ya. Burası, antik dönemin Pisidya’sı, Burası, Hititlerin Pataşşa’sı, Burası, bir dönemin Konya’ya bağlı Hamidabat’ı, Burası, Cumhuriyet döneminin güller diyarı Isparta’sı, Yine burası, ileriki haftalarda anlatacağım pek çok Anadolu kentimiz gibi ziyaretçisine çok şey sunan kentlerimizden... 365 gün Isparta... Davras Kayak Merkezi Yok ben tamamen Isparta il sınırları içinde bir göle gideyim derseniz, buyurun Eğirdir Gölü’ne. Aslında buraya direkt trenle gelmek vardı ya! Atıf Yılmaz’ın çektiği Türkan Şoray’lı, Cihan Ünal’lı Mine filmini de yanınıza alın. Dışı mozaik taşlarla kaplı o güzel, şimdi tarumar edilmiş evin bahçesinde, ot bürümüş demiryolu raylarının üzerinde açın şarabınızı. Karışan olursa, ona da filmi izlettirirsiniz laptopunuzdan. Birlikte ağlarsınız belki, bazen gülmekten iyi geliyor!.. Sonra silin gözyaşlarınızı, bırakın gövdenizi masmavi denizgöl Eğirdir’in sularına. Kumsalında dolaşın, kerevit, sazan, levrek balığını afiyetle yiyin, üstüne kıpkırmızı elmasını dişlerken Atıf Yılmaz’ın balıkçı teknesinden el salladığını göreceksiniz. Siz de ona gülümseyin. Ne dedik!?. Yaşam bilgeliğinin peşinden koşuyoruz biz. Bütün olanlara eyvallah. Efteni Gölü Göller Bölgesi Sırada Kovada Gölü bekliyor bizi. Onu da gördükten sonra artık Isparta için şaşırmamayı öğreniyor insan. Sadece kendine şaşıyor ki nasıl daha önce yokmuş buralarda. Göller Bölgesi dedik ya, Gölcük Krater Gölü de ayrı âlem. Artık Sütçüler ilçesine gitmek zamanı. Kentin güneydoğusundaki Sütçüleri ve Yazılı Kanyon’u sona sakladım. Sakladım ki, kanyonun ürpertici güzelliğiyle öğretici tarihçesi belleğimizde kalsın. Kral Yolu’ndan yürürken, Aksu’nun kolu olan Çandır’ın vadisine kazınmış hür insan üzerine şiiri okuyalım. “Ey yolcu, yol hazırlığını yap ve koyul yola; şunu bilerek: Hür kişi sadece karakterinde hür olan kişidir. Köle doğup filozof olarak ölen Epiktetos için yazılan yazıların gerisini, gidin kayalara dokunarak kendi gözlerinizle okuyun, ruhunuza alın. Isparta’yı bilenleriniz hani Davras Kayak Merkezi mi diyorsunuz? O da ayrı bir yazı konusu. Yazın florası, kışın kayak merkeziyle turizmini 365 güne yayıyor Isparta. Bize artık birlikte seyahate çıkacaklarımızı seçmek kaldı. Seyahatte bizi birleştiren şeyler, birbirimizden ayıranlardan fazladır diyoruz. Tıpkı yemek masası gibi... Aşkın sembolü gül Aşkın sembolü gülün diyarı Isparta, aslında dünyanın gül bahçesi.. Yılda 10 milyar dolarlık gül ürünleri ihraç ediliyor. Kozmetikte ise doğallığıyla gittikçe öne çıkıyor. Akdeniz’in sıcaklığıyla, Toroslar’ın serinliğini birlikte sunan Isparta’nın il sınırları içerisinde, insana mutluluk veren çok farklı coğrafyalar var. Bir seyahatinizi gül toplama dönemine getirin. 15 Mayıs15 Haziran içinde bir sabah, saat 05’te, güle kızgın güneş vurmadan, su damlacıkları üstündeyken dokunmak, işçilerle birlikte gül toplayıp çuvallara doldurmak az yaşanır deneyimlerden. Yağlık gülü Bulgaristan’dan 1870’te getirip yerleşen Müftüzade İsmail Efendi’ye selam olsun... Kentin tam ortasından geçen çayın üstünde kahvaltıya geldi sıra. Güller içindeki Çayboyu’nun Türk, Acem, Rum evleriyle donanmış so kakları, hamamları, camileri, ünlü halılarının satıldığı pasajları dolaşmak iyice acıktırır insanı. İsterseniz kentin hemen yanı başındaki mesire yerlerinde alın öğle yemeğinizi, isterseniz kent içinin parklarıyla iç içe nezih lokantalarından. Asırlık (1851) Kebapçı Kadir’in etli pilav kabunesiyle fırın kebabının ta dı hâlâ damağımda. Kendi rotanızı çizin, başlayın dolaşmaya. İsterseniz araba kiralayın ki çok ekonomik oldu artık; dilerseniz de toplu taşıma araçları... Bir diğer zevk ise kültür turizmi insanı, şehrin valisini bulmak. Sayın Ali Haydar Öner’i tanımak başlı başına bir seyahat. Bir kent, yaşayanları kadar yöneticilerinin de omuzlarında yükseliyor. Şehre ait basılı dokümanları ise kent âşığı insanların olduğu kültür turizm müdürlüğünden alacaksınız. Resul Taştan bir başka gönül insanı. Yatacak, yenilip içilecek, görülecek yerlerin canlı bilgileri de ondan. Kent merkezine 105 km. uzaklıktaki Yalvaç ilçesi benim ilk durağımdı. Öncelikle, antik kenti ve Men Tapınağı’nı gördüm. MÖ 4. yy’da ay tanrısı Men için yapılan tapınak, o yolu kat etmeye değer, tabii ki kış mevsimi dışında. Keza, Hoyran Adası, kaya mezarları... Konya’yla komşu olan bu ilçeye 1 gün ayırmalısınız. Dönüşte Şarkikaraağaç’tan geçer, Kızıldağ Milli Parkı’na uğrarsınız. Oradan ver elini Beyşehir Gölü... Bildiğiniz gibi Konya’yla ortak kullanılıyor, kavgasız, gürültüsüz. Masal Diyarı: Slovenya... BURCU AKKAYA Slovenya’nın başkenti (Ljubljana) Lubyana ismini ilk kez gazetedeki “THY Ljubljana’ya direkt uçuşlara başladı” sloganını okuduğumda duymuş ve bu ilginç isimli yeri merak etmiştim. Sonraları bu isim, bilinçaltımda “Uzak bir yer olsa gerek ki direkt uçuşlar henüz başlamış” olarak kalmıştı. Lubyana’ya bir atölye (workshop) çalışması yapmak üzere davet edildiğimde bize sadece yaklaşık iki saat uzaklıkta bir yer olduğunu öğrenecektim. Arkadaşlarıma Slovenya’ya gidiyorum dediğimde çoğunun Slovenya’yı Slovakya ile karıştırdıklarını ve Kuzey Kutba yakın bir ülke olduğunu düşündüklerini işittim. Oysa Slovenya Cumhuriyeti, Orta Avrupa’nın güneyinde; Hırvatistan, İtalya, Macaristan ve Avusturya ile komşu küçücük bir ülke. Belki bu şaşkınlık; ezberci ve dolayısıyla puslu coğrafya bilgilerimizden, serbest dolaşım elde edememiş ülkemizin vatandaşları olarak çok gezemediğimizden, ekonomik olarak uluslararası gezilere çıkmaya para ve zaman ayırabilecek kadar gelişemediğimizden ya da bireysel ilgisizliğimizdendi... Slovenya’ya ilk gidişim 2008 yılının Kasım ayına denk gelmişti. Gitmeyi düşünenlere ve aşkı arayanlara özellikle bu ayı tavsiye ederim. Kasım ayında Lubyana bir başkadır, başka bir romantiktir, havasında aşk kokar… Arnavutkaldırımlı sokakları ve şehir merkezinden yürüyerek çıkılabilen kale yolu, ağaçlardan dökülen sarının her tonundan yapraklarla süslenmiş, sonbaharın en güzel görüntülerinden birini oluşturmuştur. Sanki yapraklardan oluşan bir nehir akar sokaklardan… Kaleden manzarayı izledikten sonra yamaçtaki yatay asansörle tekrar şehre inebilir ve köprü başları ejderha figürleriyle süslü şehri gezebilirsiniz. Bağımsızlığını 1991 yılında kazanan Slovenya’nın milli marşı da şair Preseren’in dizelerinden alınmış. Eski Yugoslavya’nın parçalarından biri olan Slovenya, 2004 yılında Avrupa Birliği’ne katılarak eski Yugoslavya’nın parçası olan ülkeler arasında bir ilki gerçekleştirmiş. 2006.akkaya?gmail.com Bled Gölü Slovenya’nın turist olarak görmeye değer en güzel yerlerinden birisi görkemli şatosu ve kilisesiyle masal diyarlarına benzettiğim Bled Gölü. Evlenmek ve balayı için de şüphesiz tercih edilecek bir yer. Ancak burada evlenmeyi seçerseniz damadın gelini kucağına alıp 99 basamağı çıkması gerekiyor! Bled’in kıyısında kendinizi gerçekten bir masalın içinde zannedebilirsiniz. Slovenya üçte ikisi ormanlarla kaplı yemyeşil bir ülke, üzüm bağları ve muhteşem şarapları var. Termal turizm, kongre turizmi ve kayak turizmi gelişmiş. Lipica At Çiftliği’nde beyaz atlarla dolaşan atlılara havlayan köpekleri, Savica şelalesini, Triglav Milli Parkı’nı, Pipistrel’in ultra hafif uçaklarını, Postojna ve Skocjanske mağaralarını ve kimi zaman karlı kimi zaman çiçekli dağlarını görmek gerek. Alp dağlarında yürümek Etrafındaki Alp dağlarından dolayı, özellikle kayak gibi kış sporlarında ve dağcılıkta oldukça başarılı olan Slovenyalılar, dağlara yürümeyi ve hatta tırmanışı çok seviyor. Her evde kayak takımları ve çocuklar için bile su geçirmez kar kıyafetleri var. Hafta sonları teleferiklerle çıktıkları dağlarda ailece kayak yapıyorlar. Olimpiyatlarda madalya kazanan atletlerinin yanında, gökyüzünün ana tanrıçası Everest’e ilk kayaklı çıkışı gerçekleştirip zorlu kayalardan kaymayı başaran ilk sporcu olan Davo Karnicar da Slovenlerden çıkmış bir isim. Lubyana’ya 10 km uzaklıktaki Smarna Gora’ya (Gora, Slovence’de dağ demek) çıkmak ve tepede manzaraya karşı bir şeyler içip dönmek onlar için günlük, kolay ve rutin bir aktivite. Bizim içinse özellikle yağmurlu günlerde çamurlara bata çıka tırmanılan bu orman yolu oldukça zorlu görünebilir hatta bilek burkabilir ama bunlara rağmen güzeldir. “3 başlı” anlamına gelen Triglav ise ülkenin en yüksek dağı ve Slovenya bayrağındaki dağ da buradan geliyor. Yedi cüceler Lubyana’nın merkezinde Slovenyalı şair France Preseren’in bir heykeli bulunur. Preseren Meydanı olarak adlandırılan yerde; şairin heykeli, karşısındaki binanın duvarı üzerinde duran bir kabartmayı seyreder: Kavuşamadığı büyük aşkı Juliya’yı… Heykelin arkasındaki bank, bebek arabasında çocuklarını gezdiren anneleri, soğuktan korunmak için taktıkları bereleriyle okul gezisine çıkmış 7 cüceleri (anaokulu çocukları) ve daha birçok insanı izlemek, yazı yazmak ya da hayallere dalmak için ilham verici bir noktadır. Belki de romantik şair Preseren’in ruhu hâlâ oralarda dolaşmaktadır da ondan… C MY B C MY B