Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 29 EYLÜL 2010 ÇARŞAMBA TURİZM C Bir adadan başka bir adaya… NİLHAN AYDIN Bir kıtadan başka bir kıtaya göçer gibi geçtik Gökçeada’ya… Dolduk taştık, sıkıştık kaldık. Aşkımda adadan taştı. Ben ve seramik sanatçısı arkadaşım Meliha Coşkun ne yapsak diye düşünürken aklımıza Gökçeada’ya gitmek fikri geldi. Kral’a öylesine “Gökçeadaya gitsek mi” dedik. Kral’da “hemen yelkenleri açalım” dedi. İnanamadım. Nasıl (yani) bu kadar kolay olabilir! (mi?) Senelerdir her yaz sonu Bozcaada’da “seneye muhakkak Gökçeadaya gideceğim” deyip gidememişken bir anda daha gün bitmeden yelkenlideyiz ve rotamız Gökçeada… ??? Tek başıma yelkenlinin ön kısmında uzanmış uzaklara bakıyorum. Deniz sakin… Güneş batmış olduğu halde tenimde hoş bir sıcaklık hissediyorum. Uzaklardan çok uzaklardan uğultulu bir ses geliyor, sesi dinliyor anlamaya çalışıyorum, ses yakınlaştıkça kabararak artıyor. Atlılar bunlar… Nereden çıktılar, nasıl geldiler, yelelerini savurarak bizi geçiyorlar, sesleniyorum “beni de alın”. Başının önünde beyaz işareti olan kızıl at bana dönüp bakıyor… “Denizin diplerinde, uçurumlarda, Tenedos’la kayalık İmroz arasında Bir mağara vardır; geniş, kocaman. Dinlendirirdi orada atlarını POSEİDON; yeri sarsan. Çözdü arabadan, tanrısal yemlerini koydu önlerine. Bağladı ayaklarına altın zincirler Bunlar kırılmaz, çözülmez zincirlerdi Efendileri gelene dek ayrılamazlardı oradan Kendi de Akhaların ordusuna doğru yürüdü gitti.” Meliha’nın “uyan adaya yaklaştık” sesi ile gözlerimi açıyorum. Troya da mıyım, yoksa rüyada mıyım? Hakikat de miyim? Almancası “Traum und Wirklichkeit” (Rüya mı Hakikat mi?) olan Troya kitabı gözlerimin önünde hâlâ. Yunan Mitolojisine göre Gökçeada ile Bozcaada (Tenedos) adaları arasında ise Poseidon’un kanatlı atlarının ahırları bulunuyor. Meliha’ya “İmros çorak topraklardaki bereket tanrısı anlamına” geliyormuş, deyip doğruluyorum. Karşımda koca bir kıta… Bozcaada’dan sonra bana elbette çok büyük görünüyor. Zaten Türkiye’nin en büyük adası Gökçeada değil miydi? Evet, ve biz Türkiye’nin en batı ucunda güneşin battığı yerdeyiz. Adanın güneyine doğru kıvrılıyoruz. Koca bir kaya kütlesi dikkatimi çekiyor. Denize arkasını dönük olduğu halde biraz daha yaklaşınca büyük bir kaya parçasına oyulmuş birbirine bitişik iki kaya mezarı olduğunu anlıyorum. Etrafta hiçbir yerleşim yok. Sanki uzaydan oraya fırlatılmış gibi duruyor. Hafif eğri duran çift mezar sanki “yerin hazır diyor” bana. Ürperiyorum. Şalım omuzlarımdan denize uçmuş. Meliha “denize atlasana” diyor. Mezarlardan gözlerini alamayan ben ise tedirginim. “Yok soğuktur deniz” diyorum. Oysa sabah Bozcaada’da denize girmiştim. Karga adası Bozcaada’da gördüğüm birbirlerine sokulmuş kumru çiftini anımsayıp gülümseyerek “Gitti omuzlarımı saran ipek şal Helen’in omuzlarına” deyip bakışlarımı limana doğru çeviriyorum. ??? Kuzu Limanı’na sisleri delerek giriyoruz. Genellikle limanlar ve yerleşim alanı aynı yerde olur. 10 köyü olan adanın limanında yerleşim alanı yok. Sizi karşılayan kimse yok terk edilmişlik hissine kapılıyorsunuz. Arıyor gözleriniz yaşayan hayatları, etrafa bakınıyorsunuz, ada yaşıyor ama yalnız kalmış… Kapısı açık kalmış bir ev gibi… Hüzün doluyum… Geri mi dönsek? Zaten adayı fetih edemem de keşfedemem de çok büyük. Oysa Bozcaada da basmadığım karış toprak kalmamıştı. Bozcaada’da çınar ağacının altında beni bekleyen adamımın Gökçeada’da gör dediği 625 senelik çınar ağacına yine de ulaşmalıyım ve en ağacın en tepesine çıkmalıyım. Yol arıyorum. Yok, ben bu hüzün ile baş edemeyeceğim. Yabancı turist sayısında gerileme ANKARA (ANKA) Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayısı 2010 yılı Ağustos ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1.1 azalışla 3 milyon 719 bin 180’e geriledi. Ağustosta Türkiye’ye en çok ziyaretçi gönderen ülke yüzde 14.71 ile Rusya Federasyonu olurken Rusya’yı yüzde 14.34’le Almanya, yüzde 12.15’le İngiltere izledi. Yılın 8 ayında Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.11 oranında artışla 19 milyon 648 bin 882 oldu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Emniyet Genel Müdürlüğü’nden elde ettiği geçici verilere göre 2010 yılı Ağustos ayında Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1.1 oranında düşüşle 3 milyon 760 bin 372’den 3 milyon 719 bin 180’e geriledi. Ağustos ayında Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçilerin yüzde 6.63’ünü oluşturan 246 bin 518’inin günübirlikçi olduğu belirlendi. Ağustos ayında Türkiye’ye gelen yabancı ziyaretçilerin yüzde 39.96’sı Antalya’ya, yüzde 16.96’sı İstanbul’a, yüzde 15.89’u Muğla’ya, yüzde 7.33’ü Edirne’ye, yüzde 4.95’i İzmir’e bağlı sınır kapılarından giriş yaptı. AĞUSTOS’TA EN ÇOK ZİYARETÇİ GÖNDEREN ÜLKE RUSYA Ağustos ayında Türkiye’ye en çok ziyaretçi gönderen ülkeler sıralamasında Rusya Federasyonu yüzde 14.71 payla birinci, Almanya yüzde 14.34 ile ikinci, İngiltere yüzde 12.15 ile üçüncü sırada yer aldı. İngiltere’yi, Bulgaristan, İran, Hollanda, Fransa, İtalya, Gürcistan ve Polonya izledi. İSRAİLLİ ZİYARETÇİ SAYISI GERİLEMEYİ SÜRDÜRDÜ Ağustos ayında Türkiye’yi ziyaret eden İsrailli ziyaretçi sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 92.48 oranında azalışla 88 bin 890’dan 72 bin 70 kişiye geriledi. “Mavi Marmara Gemisi” krizinin patlak vermesiyle birlikte haziranda geçen yılın aynı ayına göre yüzde 90.45 azalışla 2 bin 605’e düşen İsrailli ziyaretçi sayısı, temmuzda da gerilemişti. Yılın ilk 8 ayında Türkiye’ye giriş yapan İsrailli ziyaretçi sayısı yüzde 58.85 oranında gerileyerek 206 bin 782 kişiye indi. İLK 8 AYDA TÜRKİYE’Yİ ZİYARET EDEN KİŞİ SAYISI 19.6 MİLYONU AŞTI 2010 yılının ilk 8 ayında ise Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 5.11 arttı. Bu dönemde Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayıası 19 milyon 648 bin 882 oldu. Türkiye’ye gelen bu yabancı ziyaretçilerin yüzde 5.33’ünü oluşturan 1 milyon 48 bin 166 kişisinin günübirlikçi olduğu tespit edildi. Bu yılın ocakağustos döneminde Türkiye’ye en çok ziyaretçi gönderen ülkeler sıralamasında Almanya yüzde 14.59’la birinci, Rusya Federasyonu 11.91’le ikinci, İngiltere yüzde 9.81’le üçüncü sırada yer aldı. İngiltere’yi, İran, Bulgaristan, Hollanda, Gürcistan, Fransa, Suriye ve İtalya izledi. YABANCILARIN YÜZDE 33.68’İ ANTALYA’DAN GİRİŞ YAPTI Yılın ilk 8 aylık döneminde Türkiye’yi ziyaret eden yabancıların yüzde 33.68’i Antalya’ya, yüzde 22.96’sı İstanbul’a, yüzde 11.12’si Muğla’ya, yüzde 9.28’i Edirne’ye ve yüzde 4.11’i Artvin’e bağlı sınır kapılarından giriş yaptı. MEKÂN Renklerin ülkesi: FAS MELİHA COŞKUN Ben ve 3 arkadaşım sürekli gitmeyi hayal ettiğimiz renklerin ülkesi Fas’a doğru bir yolculuğa çıkmaya karar verdik. Amacımız turla gitmek değil. Kendi araştırmamız doğrultusunda Fas’ı gezerek sadece turistik yerleri değil, daha önceden hiç kimsenin gitmediği yerleri de görmek. Uçaktan indikten hemen sonra uygun bir fiyata külüstür bir araba kiralayarak yola koyulduk. Hedefimizde Celavilerin Kasbah’ı olan Telouat var. Şehirlerarası yollar oldukça iyi. Uzun, engebeli bozuk bir yolu aştıktan sonra gece saat 22.00’de Kasbah’a giriyoruz. Yolda arkadaşlarımızdan biri bildiği bütün duaları okuyor. Berberiler bizi görünce çok şaşırıyorlar. Gece Kasbah’a kimse gelmezmiş. İlk şoku atlattıktan sonra otel olduğunu öğreniyoruz, temiz bir otel. Aç olduğumuzu söyleyince sebzeli ve tavuklu tajin getiriyorlar. En sevdiğimiz yemek, ama ben Pastillayı tercih ederim. Tajın et, tavuk, balık, köfteden yapılıyor; içinde çeşitli baharatlar, tercihe göre kuru ve yaş meyveler var. Toprak kaplarda ağır ateşte pişiriliyor. Otelde çalışan Muhammed, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize özel ilgi gösteriyor, şimdiye kadar o köye Türkiye’den hiç kimse gelmemiş. Türkleri çok seviyorlar. Muhammed bize kendisinin Tuarek olduğunu söylüyor ve hikâyesini anlatmaya başlıyor. Tuarekler Berberilerin bir kolu, çok eskiden Sahra Çölü’nde yaşıyorlarmış. Üç lehçe kullanıyorlar. Eski Tuarekler yeşil gözlü, kızıl saçlıymış, şimdi Araplarla karışmışlar. Tuarekler aynı zamanda mavi adamlar; mavi kıyafetler giyiyorlar, tenleri de maviymiş. Sahra Çölü’nde kumaşları maviye boyamak için çölde buldukları bir bitkiyi İndigo havanda döverek toz haline getiriyorlar. Dövülürken etrafa saçılan boya taneleri Tuareglerin vücutlarına da yapışıyor, çölde su olmadığından yıkanamıyorlar ve maviş maviş ortalıkta dolaşıyorlar. Bu mavi boya Tuaregleri sivrisinekten de koruyormuş. Zaman içinde Tuarekler yerleşik hayata geçince bu gelenekler ortadan kayboluyor. Cafe Kam açıldı Turizm Eki Ortaköy Dereboyu Caddesi’nde Argos Prodüksiyon Şirketi çatısı altında açılan Cafe Kam ve Sanatevi hizmet vermeye başladı. Gelenlerin “Merak ettiğiniz her şey, bu kapının ardında, bu fincanın altında…” cümlesi ile karşılandığı mekânda değişik etkinlikler de düzenlenecek. Cafede sanat etkinlikleri, müzik dinletileri, yazarlar ve sanatçılarla sohbetler, oyunculuk, kişisel gelişim, diksiyon eğitimleri, workshoplar gerçekleştirilecek. Rezarvasyon için: (0) 212 260 09 42 Türkleri seviyorlar Topragın rengine göre şekillenen şehirler ve köyler köyler ve şehirler içinde bulundukları doğanın, toprağın rengine göre şekillenmişler. Atlas dağların arasından, yeşil vadilerden geçerek Quarzazete’ye doğru yol alıyoruz. Yemek molasından sonra en eski Ortacağ İslam kentlerinden biri olma özelliğini taşıyan Fez şehrine geldik. Fez el Bali diye de anılan eski kent İslam mimarisinin ve el sanatlarının güzel örnekleriyle dolu. Eski kent aynı zamanda yaşayan bir şehir, bin yıldan beri devam eden yaşam biçimine bu şehirde tanık olabilirsiniz. Fez el Bali’nin dar sokaklarında kukuletalı (callabeler) yöreye özgü kıyafet giymiş kadınlı erkekli Magribileri görürsünüz. Fez el Bali dokuz bin dört yüz sokaktan oluşmuş. Sokaklar çok kalabalık. Bin yıldan beri aynı usulde çalışan demirciler, seramik yapanlar, eski tezgâhlarda dokuma yapan ustalar, fener yapanlar, kalaycılar, çok zor şartlarda çalışan dericiler. Sabah kahvaltıdan sonra köyü dolaşmaya çıkıyoruz. Köy çok fakir. Kerpiçten iki ya da tek odalı evlerde yaşıyorlar. Çocuklar okula gidiyor. Okulda resmi dil Arapça, kendi dilleri olan Berberi dilini de öğreniyorlar. Berberi kabileler İslamiyetin yükselişinden çok önce Yahudiymişler. Arap saldırılarıyla beraber İslamiyeti kabul etmek zorunda kalmışlar. Bugün Yahudiler sayıca çok azlar, çoğu İsrail’e geri dönmüş. Faslı Yahudiler Mellah denilen bölgelerde, kentlerde yaşıyorlar. Bütün yol boyunca gördüğümüz C MY B C MY B