01 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 27 EKİM 2010 ÇARŞAMBA TURİZM C Bir masalın iki yakası İKBAL KAYNAR Bir ekim ayında, Yunanistan’dan size sıcak bir merhaba demek için sabah 07. 00’de yola çıkıyoruz. Yol boyunca İpsala Sınır Kapısı’na varıncaya dek gökyüzünde ay bize eşlik ediyor. Besbelli akşamdan kalmışs(!) diye gülümsüyorum aya sevgiyle. Sınırda beş metre arayla nöbet tutan Türk, Yunan erleri görüyoruz. İçim kıpır kıpır, halkların kardeşliği, dostluğu duygularını taşıyorum hep içimde. Mitler ülkesinin, o havasını koklama duygusu beni heyecanlandırıyor. Çünkü yıllar önce Assos’a gittiğimde bile hemen o mitolojik çağlara gidivermiştim. Athena mı olsam, Hera mı, sonra da Sokrat’ın öğrencisi mi olsam demiştim. Gümülcine radyosunu dinlerken Türk köylerini görüyoruz camileriyle. İskeçe’de öğle yemeği yiyoruz. Drama şehrini göremiyoruz ama Dramalı Hasan’a bir selam gönderiyoruz şu dörtlüğü söyleyip. “Mezar taşlarını Hasan koyun mu sandın Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandın At martini de bre Hasan dağlar inlesin Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin” Selanik’e varıyoruz sanki Türkiye’nin bir başka kentine gitmiş gibiyiz, gibisi fazla İzmir’deyiz adeta. Kordon Boyu’nda gezerken birileri gelip Beyaz Kule’yi ve Büyük İskender’in heykelini dikmişler sadece. Beyaz Kule önceleri deniz feneri olarak kullanılmış, daha sonra ağır mahkumların konulduğu ve ağır işkencelerin yapıldığı bir hapishane olarak kullanılmış. En ağır suçlulardan birisine “Bu kuleyi hiç çıkmayan beyaz boya ile boyarsan seni serbest bırakırız” demişler. Bunun üzerine mahkum günlerce uğraşmış, çıkmayan beyaz boya bulmuş ve boyamış. Sonunda mahkum emeğinin mükafatını almış, özgürlüğüne kavuşmuş böylece. Daha sonra o bölgeyi Osmanlılar aldığında da Beyaz Kule yine hapishane olarak kullanılmış. Beyaz Kule’nin tam önünde Büyük İskender’in heykeli var. Büyük İskender’i, Beyaz Kule’yi iyi korusun diye orada bırakarak Atatürk’ün evini ziyarete gidiyoruz yağmurla birlikte. Atatürk’ün doğduğu ve çocukluğunun geçtiği bu tarihi Pembe Ev şimdi müze olarak sevenlerine hizmet veriyor. Aynı binanın bitişiğinde Türk konsolosluğu var. Atatürk’ün evindeki eşyalar değişik yerlerden toplanarak bu evde sergileniyor. Bu pembe ev, Atatürk’ün Osmanlı Devleti’nin kötü gidişine karşı 1906’da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin birçok gizli toplantısına tanıklık eder. 1912’de Balkanlar’da savaş kaybedilince Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım İstanbul’a taşınır. Pembe Ev’e bir Yunan aile taşınır. 1933 yılında, yani Cumhuriyetin kurulmasından 10 yıl sonra 4 Kasım’da yapılan bir törenle Türkiye Büyükelçisi, Makedonya genel valisi, Selanik Belediye başkanı tarafından Pembe Ev’in girişine bir plaket çakılır. Bu plakette şu sözler yer alır: “Türk Ulusunun ve Balkan İttifakının yenilikçi mimarı Gazi Mustafa Kemal bu evde doğdu. Bu plaket Türkiye Cumhuriyetinin 10. Yıldönümünde 29 Ekim 1933’te konulmuştur. ” Sonra Aya Dimitri kilisesini görüyoruz. İçerisi çok kalabalık, birçok öğrenci grupları var kiliseyi görmeye gelen. İkonalar gerçekten görülmeye değer. Yağmurla geldik, yağmurla ayrılıyoruz Selanik’ten. Yunanistan gezisinin ikinci şehri Atina. Demokrasinin beşiği, bir zamanlar Akdenizin Paris’i Atina’da otele yerleştikten sonra Pire’ye gidiyoruz Türk limanındaki bir restoranda akşam yemeği için. Artık hazırız Atina’yı gezmeye. Önce Atina adını nasıl almış onu öğreniyoruz. Mitolojik tanrılar döneminde Kekrops’un kurduğu bu şehre isim aranırken deniz tanrısı Poseidon kendi adının verilmesini ister, Athena ile anlaşamazlar, sonunda Zeus işe karışır: “Hanginiz insanlar için yararlı bir şey yaparsa onun adı verilsin” der. Bunun üzerine Poseidon elindeki üç dişli yaba ile bir kayaya vurur. Azgın bir at çıkar, kişneyerek kaçar gider. Sıra Athena’ya gelince o elindeki yaldızlı mızrağı yavaşça yere dokundurunca yerden dalları zeytin dolu gümüş yapraklı güzel bir zeytin ağacı biter. Bu barışın sembolüdür. Tanrılar heyecanla Athena’yı alkışlarlar; şehire onun adı verilir böylece. Acropolis’e giderken camdan yapılmış 22 ton ağırlığındaki cam atlet heykelini görüyoruz. Site devletinin 42 kilometre koşarak savaşı haber veren maratoncusunu simgeliyor. Böylece Yunanistan atletizmin beşiği, ilk olimpiyat oyunlarının yapıldığı yer olmaya hak kazanıyor. Olimpos Dağı’nda hâlâ olimpiyat meşalesi yanar. Nasıl yanmasın? Prometeus değil miydi insanlar için güneşten ateşi çalan? Boşuna mıydı insanlar uğruna Zeus tarafından cezalandırılarak bir kayaya bağlanıp ciğerlerinin kocaman bir kartal tarafından yenmesi? Akdenizin Paris’i: ATİNA Atina’nın her tarafında mitolojik tanrılara ait eserler görmek olası. Bunun yanında antik çağ filozoflarına ve felsefeye yeterince ilgi gösterilmemiş gibi. Din olgusu daha ağırlık kazanmış, gördüğüm kadarıyla. Aynı gün Korint Kanalı’nı görmeye gidiyoruz. Dünyanın üçüncü kanalı 6,5 km uzunluğunda. Adriyatik Denizi’yle Ege Denizi’ni birleştiriyor kısa yoldan. Adalar turuna çıkıyoruz Hermes adlı gemiyle. Gemi her ulustan insanlarla dolu. Müzik ve animasyon programları yapılıyor. Yunan folklorundan örnekler izliyoruz zevkle. Yöresel oyunları sirtakive rebetiko görülmeye değer. Özellikle Zorba’daki figürler muhteşem. Bizim Yunan ulusuna, kültürüne duyduğumuz saygıyı ve ilgiyi biz kendi ulusumuz adına duyamadık nedense. Gemideki anonslarda Türkçe yok, müzik programı yapılan yere gruplar olarak dönüşümlü giriliyor, yine Türklerin adı yok. Uyarılarımız dikkate alınmış olacak ki dönüşteki program Eurovizyon şarkı yarışmasında birinci olan Sertab Erener’in söylediği Everyway That I Can şarkısının Türkçesiyle başladı. İlk olarak Poros’la başlıyoruz ada turuna. Poros minicik evleri ve minicik, dar sokaklarıyla adeta bir dantel gibi. Burası galiba çıkmaz sokak derken minicik bir sokak daha görüyorsunuz. Evler çok şirin. Sanki yedi cüceler burada yaşamış gibi. Kendime birkaç ev beğendim (!) İkinci ada Hydra: Buradaki evler Poros’takilere göre daha büyük, sokaklar da öyle. Terk edilmiş bir ada görüntüsünde bu mevsimde. Buradan da güzel evler beğendim, bunlar da sizin için. “Hayal sermayesi eksik olan her gönül çaresizdir” demiş Ömer Hayyam, biz de çaresiz olmayalım. Üçüncü ada Aegina; en verimli adalardan birisi. Nüfusu diğer adalara göre en kalabalık olanı. Aegina savaştan sonra bağımsız Yunanistan’ın ilk başkenti. Egina nehir tanrılarından Esepos’un kızıdır. Zeus Egina’ya âşık olur, kartal şekline girip kızı bu adaya götürür ve tecavüz eder. Sonraları bu ada genç kızın adını alır. Acropolis’in etkisinden kurtulamıyoruz Acropolis’e varıyoruz büyük bir heyecanla. Zamanında nice oyunlara, nice konserlere sahne olmuş antik tiyatrosuyla, Zeus tapınağıyla, müzesiyle, agorasıyla, Posedion tapınağıyla sizi mitler diyarına götürüyor. Uzun süre Acropolis’in etkisinden kurtulamıyoruz. Syntagma Meydanı’na geliyoruz. Bizim Taksim Alanı’na benzer bir yer. Kanun anlamına geliyor Syntagma. Alanın karşı tarafında parlamento binası var. Askerlerin nöbet değişimine tanık oluyoruz otantik giysileri içinde. Diğer bir alan ise Omonia Alanı, ağlama anlamına geliyor Omonia. Bu meydan yıllarca çocukları gerek gözaltında, gerekse başka yolla yok edilen annelerin gözyaşı döktüğü yermiş. Tıpkı bizim Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri gibi. Şimdi bu alan Yunanistan’da yaşayan yabancıların eylem yaptıkları bir yer. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle