22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 9 ARALIK 2009 ÇARŞAMBA KARABÜK Safranbolu’da zamanın tanıkları Hayri ARSLAN Yoksulluğun sarıp sarmaladığı eksik bir mektup gibiydi duvarların dışına çıkamamak. Size de olur mu bilmiyorum ama ahşabın kokusunu, kapılardaki oymaların büyüsünü, yoğun çam ormanlarının kokusunu ararım çoğu kez. Ağacın seslendiğini hayal etmek sonsuz cümleleri beraberinde getirir. Özellikle Safranbolu’ya her gittiğimde konakladığım Çelik Plas Otel’in eski ustaların ahşap oymacılığından örneklerini, seyrederken o ahşabın kokusunu içime çekerim hep. (0370 712 71 72) Safranbolu, kendine özgü tarihi dokusu ile bir anda ruhunuzu kuşatır. Arnavut kaldırımı dar sokakları, yol boyunca dizili sıra sıra evleri insanı büyüler. “Safranbolu” demek Suha Arın demek, tarihi ahşap evlerin çok olduğu bir kent demek, lokum demek. “Safranbolu’da Zaman”, 1977 Antalya Film Festivali’nde “En İyi Belgesel Film” seçilerek Altın Portakal Ödülü’nü kazanmıştı. Yok olan sanatlar Yücelman’ın ardından... Özgün bir model yarattı Abdülkadir Ağabeyi biraz geç tanıdım, bugün eski sayılarına baktığım zaman ne kadar çok emek ürünü olduğunu şimdi daha iyi gördüğüm “Dört Mevsim Gezi”yi hayata geçirerek; büyük ölçüde Cumhuriyet okurlarının yazdığı gezi yazılarından oluşan özgün bir model yarattı. Dahası “Gezi” ekiyle Cumhuriyet’e pek çok da yeni okur kazandırdı. Ani kaybının arkasından hep deneyimli bir spor yazarı olduğu yazıldı ama gezi yazarlığı ve gezi ekini yaşatmak için gösterdiği çabalar gözden kaçtı. Biz kendisini bu yönüyle tanımaktan çok mutluyduk ve yine bu yönüyle hatırlamaktan da mutlu olacağız... Timur ÖZKAN Sanayileşme ile birlikte gelişen teknolojinin seri üretiminin artmış olması el sanatlarımıza olan ilgiyi iyice azaltmış. Kökleri yüzyıllar öncesine dayanan, Anadolu mirasımız olan ve atalarımızın hayatını kolaylaştıran nalınlarıyla, urganlarıyla, semerleriyle, keçeleriyle renklendirmiş el sanatlarımız. Zamanla sadece bir ihtiyaç olmaktan çıkmış, Anadolu’yu simgeleyen birer sembole dönüşmüşler. Bu el sanatlarını yaşatmaya çalışan sanatkârlarımızın çoğu altmışlı yetmişli yaşlarını yaşamakta. Safranbolu’nun ara sokaklarında dolaşırken çekiç sesleri örs seslerine, keçe kokuları keskin deri kokularına karışıyor adeta. Ve çoktan öldüğüne inandığımız değerlerin yaşayan ruhlarının etrafımızda dolaştığını gözlemliyoruz. Semerci, saraç ve niceleri... Safranbolu’da kökleri yüzyıllar öncesine dayanan, Anadolu mirasımız olan ve atalarımızın hayatını kolaylaştıran nalınlarıyla, urganlarıyla, semerleriyle, keçeleriyle renklendirmiş el sanatlarımız, bugün sanayileşme ile birlikte gelişen teknolojinin seri üretiminin artmış olması bu el sanatlarına olan ilgiyi iyice azaltmış. tası. Artık eşek kalmasa bile, o çalışmaya devam ediyor. 80 yıldan beri durmaksızın çalışıyor. Şu anda gözleri az görse de 70 yıldır Cumhuriyet gazetesi okur. Gözleri az gördüğü için akşam eve gidince her gün aldığı gazetesinin sayfalarını oğluna tek tek okuttuğunu söylüyor. 87 yaşında olan semerci ustası Kemal Ağyaroğlu çoğu el sanatları ustası gibi baba mesleğini devam ettirmeye çalışıyor. Bu işin artık yok olmaya yüz tuttuğunu yüz ifadesinden anlıyorsunuz; “Günümüzde motorlu taşıtların özellikle traktörlerin yaygınlaşmasından sonra binek hayvanları bir bir yok oldu ve talep bitti. Bu meslek yok oluyor artık, bir kazanç da beklemiyorum” diyor. Ustanın en çok ağrına giden şey ise yeni insanların bu mesleğe gönül vermemesi. En fazla birkaç yıl daha bu mesleği yapabileceği, babasından devraldığı bu bayrağı bir başkasına devredemeyecek olmanın verdiği üzüntü yüzüne yansıyor. Evleriyle ün kazanmış Safranbolu’nun en önemli hatırası yine evleri olmaz mıydı? Safranbolu evlerini görüp de hayran kalan turistler, buradan evlerin maketlerinden almadan ayrılmıyor. Cemile Eren yıllardır bu maketlerden yaptığını söylüyor. Cemile Hanım evlerin içini ışıklandırmış. Maket evler sadece bir süs eşyası değil, aynı zamanda gece lambası. Çarşının her köşesinde üretim var, emek var, alın teri, göz nuru var. Hüsnü Yıldırım çarşının boncukçusu, yani saracı. Küçücük bir dükkân. Yıldırım, “Biz bu mesleği yıllardır ayakta tutmaya çalışıyoruz ama devlet bize sahip çıkmıyor” diye dert yanıyor. Gelişen teknoloji, kaçınılmaz olarak yaşam tarzımızı da etkiliyor. Böylece bir geleneğimizin daha can çekişmekte olduğunu öğreniyoruz. Us Mustafa Kemal Ağyaroğlu Fotoğrafın dili AKM’de Mardin fotoğraf sergisinin açılışının ertesi günü, “Abdülkadir Yücelman arıyor..” dediler. Telefonu açtığımda, “Sizi tanımak istiyorum, ziyaretinize geleceğim” dedi... Çok mutlu olmuştum, “Efendim zahmet etmeyin, ben size geleyim...” dedim. Kabul etmedi ve çıkıp ofisime geldi. Zarifliği ile öylesine etkiledi ki beni... Can kulağı ile onu dinledim. Heyecan içindeydi, gezi dergisi yeni çıkmıştı, “Gezi dergisinde yazmanı istiyorum” dedi. Birkaç gün sonra gazetede buluştuğumuzda ben köşe isminin “fotoğrafça” olmasını önerdim, “hayır, hayır Fotoğrafın Dili” olsun dedi. Elli yıllık basın hayatında, spor yazarlığında zirveye çıkmış duayen olmuş Abdülkadir Yücelman geziyi yayımlarken, sanki mesleğe yeni başlamış gibiydi. Öylesine heyecanlıydı ki... Her buluşmamızda projelerini anlatıyordu. Gezi yazarlarının birçoğunu buldu, bir araya getirdi. Hepimiz onun heyecanından güç aldık. Lütfi ÖZGÜNAYDIN Safranbolu’da zaman gerçekten durmuş. Buranın esnafı da eski üretim biçimlerine bağlı kalmış. Ancak her geçen gün gelişen teknolojiyle yarışmak mümkün değil. Onlar, modern çağın eski ustaları. Kaybolmaya yüz tutan zanaatların inatçı icracıları. Mustafa Kemal Ağyaroğlu bunlardan sadece biri, o bir semerci us tanın söylediğine göre işlemeli nalınlar, eskiden çeyiz sandıklarının ve nişan tepsilerinin vazgeçilmezlerindenmiş. Emektar nalıncı ustası, şimdilerde nalınların, kendilerine verilen bu önemi, köy düğünlerinde bile zor bulabildiğini vurguluyor. Safranbolu’da ayakta kalmaya çalışan ve geçimlerini kapı tokmağı yaparak sürdürmeye çalışan demirciler, restore edilen tarihi evlerin kapı tokmağı, menteşeleri gibi demir süslemelerini aslına uygun olarak bire bir yapıyorlar. Demirciler yaptıkları kapı tokmağı ve menteşeleri restorasyon çalışmaları yapan kuruma satarak yaşamaya çalışıyorlar. Safranbolu’da kaybolmaya yüz tutan bir diğer sanat dalı yemenicilik. Hünerli elleriyle yerli ve yabancı turistlere hazırladıkları yemenileri adeta zamana meydan okuyor. hayri@cumhuriyet.com.tr Duayenin duayeni Abdülkadir Hocam’ın sesini bundan beş yıl önce telefonda ilk kez duyduğumda, içim sıcacık olmuştu. Eşim Şengül Aydıngün’ü de aramıza katıp, hep birlikte dünya müzelerinden, arkeoloji konularından sayfalar doldurduk. Gazetelerde hakkında çıkan yazıları okuduğumda eşimle bana bambaşka bir yüzüyle yaklaşmış olduğunu anlıyorum. Bize duayenin duayeni spor yazarı, büyük gazeteciler yetiştirmiş bir gazeteci olarak değil, bizden daha az bildiğine inandığı konularda yazdıklarımızdan samimi bir sevinç duyan, genç bir dergi editörü gibi heyecanla ve sevinçle gelmişti. Ayrıca ondan bir kez bile “bizim zamanımızda…” diye başlayan bir cümle duymadım. “Zamanı” son anına kadar bitmeyecek olan ve sürekli geleceği yaşayan bir insan olmanın sanırım ilk şartı buydu. Ondan öğreneceğimiz çok önemli hayat dersleri var. Bir bölümünü şimdiden anlayabilmiş olduğum için kendimi şanslı addediyorum. Haldun AYDINGÜN Işıl Işıl Kapalıçarşı Turgay TUNA İstanbul’un, gariplerin şairi Orhan Veli, Kapalıçarşı’yı kapalı bir kutuya benzetir. Kapalı kutu Kapalıçarşı, dünyanın en eski kapalı çarşıları arasında şekli ve şemaili ile kendine özel kimliğini her zaman korumuş ve sahiplenmiştir. Kahire’nin Khan El Khalili Çarşısı, Marakeş’in sukları bir yana; Kapalıçarşı bir yanadır... 30 Hektardan fazla bir yüzölçüme sahip olan bu “mega” çarşı, girdili çıktılı 61 sokağı, aynı büyüklükte 4 bin dükkanı ile İstanbul’u iyi bilmeyenler ve bilhassa İstanbul’a gelen yabancılar için büyük bir labirentten farksız gibidir. Ancak, içine girilip, ışıl ışıl renkli sokaklarında kaybolunduğunda, insan kendini keyifli bir atmosferin içinde bulur. İçerde soluklanan hava, yüzyıllardan beri süre gelen doğunun çekici, renkli atmosferinden başka bir şey değildir. Halılar, kilimler, gözleri kamaştıran altın takılar, çarıklar, deri giysiler, nazar boncukları yüzyıllardır batılıların ilgi odağını oluşturmuş, bu kente gelen oryantalistlerin tablolarında, şiirlerinde, anı yazılarında yer etmiştir. Basmacılar sokağından Kolonyacılar sokağına, Kuyumcular sokağından Aynacılar sokağına bir zamanlar satılan malların çeşitlerine göre birbirlerinden isimleriyle ayrılmış olan Kapalı Çarşı sokakları, Osmanlı döneminden günümüze kalmış en özgün İstanbul köşelerinden bir tanesidir. Sahaflar, Zenneciler, Takkeciler ve Kuyumcular adlarıyla anılan dört büyük ve on yedi küçük kapısı olan çarşının üstü kemerli tavanla örtülmüş olup, sokaklar boyunca sıralanmış üst pencerelerinden gelen gün ışığı ile aydınlatılmıştır. Günümüzde, içindeki dükkânların ışıklarıyla her ne kadar ışıl ışıl aydınlatılıyor olsa da, geçmişte olduğu gibi Kapalı Çarşı yalnız gün batımına dek açık kalmakta, hemen her gün içinde binlerce, milyonlarca insanın dolaştığı sokaklar gecenin ilk saatleriyle birlikte ertesi günün sabahına kadar kapalı kapılar ardındaki sessiz, sakin, terk edilmiş bir kente dönüşmektedir. İstanbul’a gelen yabancıların “olmazsa olmazlarından” biridir Kapalıçarşı. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultanahmet Camisi gibi, mutlak gezilip görülmesi gereken yerlerden biridir. Yalnızca yabancı ülkelerden gelenler için değil, İstanbul’a taşradan gelen biri için de Kapalıçarşı’yı gezip görmeden dönüp gitmek, İstanbul’un tam anlamıyla gezilmediğinin en büyük kanıtıdır. Fatih Sultan Mehmet’in emriyle 1461 yılında inşa edilen büyük çarşı anlamındaki Çarşui Kebir, kimi araştırmacıların iddialarına göre eski bir Bizans çarşısının üzerine yapılmıştır. Geçen yüzyıllar içinde büyüyüp gelişen ve bir zamanlar içinde mescitlerin de yer aldığı çarşıda bir sebil, bir şadırvan ve yedi çeşme bulunmaktadır ki, yine içinde yer alan banka şubeleri, polis karakolu, postane, lokanta, kahvehane, sağlık ünitesi, özel itfaiye ekibi ile duvarların ardında yer alan bambaşka bir alemi oluşturmaktadır. Kimi araştırmacıların da öne sürdüğü gibi, Türkiye borsasının kalbinin attığı en önemli yerlerden biri olan Kapalı Çarşı dükkânlarındaki tonlarca ağırlığında altının, Türkiye dış borçlarının fazlasıyla üstünde bir değerde olduğu bilinmektedir. Geçmişten günümüze depremler, yangınlar görmüş Kapalı Çarşı’nın geçirmiş olduğu son büyük felâket 1954 yılının 26 Kasım tarihinde çıkan büyük yangındır. Bir yorgancı dükkânında başlayan ve kısa sürede büyük bir hızla çarşının hemen her tarafını saran yangında 1364 adet dükkân yanıp kül olmuştur. Günümüz İstanbul’unda durmaksızın inşa edilip açılan ve her ne hikmetse hemen her birinin “Avrupa’nın en büyüğü” diye tanıtıldığı dev asa alış veriş merkezleri, mimarileri ve “sonradan görme” görüntüleriyle dünyaca ünlü tarihi Kapalıçarşı’nın gölgesinde kalırlar. tunaturgay@yahoo.fr Güldüren yazılar Abdülkadir Yücelman’ı gürül gürül kahkahasıyla anımsayacağım hep. 2006 yılı başlarıydı. Cumhuriyet Dört Mevsim Gezi dergisi için gezi yazısı istemişti benden. Fransa, Avusturya, İtalya yazılarımdan gönderdim… Bir süre geçti üzerinden. Aradı beni. “Senin yazılarını okuyup okuyup gülüyoruz dergideki arkadaşlarla” dedi ve kahkahayı patlattı. O derece içten ve yapmacıksızdı ki!.. Ne mutlu bana, diye yanıtlamıştım sözlerini… Spor yazarlığının da, gezi dergiciliğinin de hakkını verdin… İnsanlara ışık götürdün, ışıklar içinde yat sevgili Abdülkadir ağabey... Murat ÖSOY Adım adım İstanbul Spor yazarlarının son kalan nadir beyefendilerindendi Abdülkadir Yücelman.. En yorgun ve en sıkıntılı anlarında bile yüzünden tebessümünü eksik etmeyen, etrafındakilere pozitif ışıklar yansıtan, kendisini saydırmasını, sevdirmesini bilen hoş sohbet, bilge bir insandı. Nur içinde yatsın. Güzel anılarıyla, kalplerimizde yaşayacak.. Turgay TUNA Zarifliğin bir anısı Önceleri sadece telefon görüşmelerimizde son derece kibar konuşmalarından tanıdığım Abdülkadir Bey’i, ne yazık ki çok geç bir zamanda, geçtiğimiz ay içinde şahsen tanıma imkanım oldu. Bazı insanlar vardır ya, daha ilk karşılaşmanızda sizde olağanüstü saygı uyandırır. Abdülkadir Bey de, sevgi dolu yaklaşımı, beyefendi kişiliği, mütevazı tavırları ile unutulmaz izler bıraktı bende. Kendisine götürmüş olduğum geçmiş olsun çiçekleri için “çiçeklerinde yazıların kadar güzelmiş” sözlerini, zarifliğinin bir anısı olarak saklayacağım yüreğimde…“Nur içinde yat, Abdülkadir Bey” Eser SAKA FOTOĞRAFIN DİLİ Çukurova Yaşar Kemal Sergisi’ni Paris’te açtık. Yoğun bir ilgi ile karşılaştım. Eski Kültür Bakanı Jack Lang gibi çok önemli insanlar katıldılar sergi açılışına. Parisliler kültür ve sanatla çok ilgililer. Paris’te kaldığım dört gün içinde biraz da fotoğraf çekmek istedim. Hava hep yağmurluydu. Ben de, yağmurun avantajlarından yararlandım, vitrinlerden caddelere düşen yansımaları da katarak fotoğraflar çektim. Yansıma fotoğrafları bir çok insanın ilgisini çeker. Su üzerindeki yansımaları genellikle ters ışıkta yap Lütfi Özgünaydın PARIS TE YANSIMALAR... malısınız. Yani güneş karşınızda olmalı. Akşam ışıkları yansıma fotoğraflarını daha da renklendirir. Cam üzerinde, parlak alanlarda bu tür çalışmalar yapabilirsiniz. Sergiyi açtığım gün değerli Abdülkadir Yücelman’ın vefat ettiğini öğrendim. Zarif, içten, çalışkan, iyi yürekli bir insandı. Heyecanı bizlere hep güç verdi. Spor yazarlığından sonra turizm alanında da önemli başarılar elde etti. Bu köşenin isim babası değerli Abdülkadir Yücelman’a Allah’tan rahmet yakınlarına ve okurlarına baş sağlığı diliyorum. Dönüm noktası Hayır, bu dönüm noktası benim için değil. Türkiye’de gazetelerde yayınlanan turizm ve gezi yazıları için dönüm noktasıdır. Abdülkadir Yücelman önderliğinde yayın hayatına başlayan Dört Mevsim Gezi dergimiz, Türkiye’nin en saygın, en okunur ve “tek biriktirilir” turizm gazetesi ve dergisi oldu. Bunun nedeni ise onun turizme bakış açısının; sadece promosyon gezileri ile ücretsiz gezdiği, gördüğü yerleri ve yediğiniiçtiğini yazan değil, turizm mevzuatını bilmeden, konunun şikayete maruz acentelerce aydınlatılmasını dahi istenmeden bu şikayetleri yayınlatan turizm yazarlarımızdan farklı olmasından ileri geliyor. Cem POLATOĞLU Şeref PINARCI lutfiozg@gmail.com C MY B C MY B Gezekal Son görüşmemiz Mehmet Sucu’nun gazetedeki son yolculuğu töreninde olmuştu. Cuma günü açılışını yapacağımız aparta gelecekti. Hatırlatmak için bir gün önce aradığımda kalp krizi geçirdiğini öğrendim. O açılışı buruk bir şekilde geçirdik ama bırakıp gideceğini düşünmemiştim o zaman. Hayatı, üretmeyi, bunca seven insan kolayına gitmez diyordum. Gezdiğim yerleri birlikte gezmiş gibi heyecanla dinler, bu şehri yaz, şu sokağı, mutfağı yaz diyerek öneriler getirir, fikirler üretirdi, heyecan duyardı. Dört Mevsim Gezi dergimizin, dergi formundan gazete fasikülüne dönüşmesinden dolayı üzgündü, bizler gibi... Gezekal Abdülkadir ağabeyi gezekal, güle güle git.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle