Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sihirli Değnek “Küçük Tay”, Hamdullah Köseoğlu, Çınar Yayınları, Ekim 2007, 150 sayfa (10+ yaş) Hazırlayan: Nilay Yılmaz Mehmet GÜLER (yazar) Bir kitap, iki yorum Sihirli Değnek bu hafta iki konuk ağırlıyor. Mehmet Güler ve Ayşe Çekiç Yamaç, 2007 Rıfat Ilgaz Çocuk Romanı Yarışması Başarı Ödülünü alan “Küçük Tay”ı anlatıyor. Sınırlar silinip gider, insan ve doğa birbiri içinde erir, yok olur… Köseoğlu’nun dili son derece doğal ve sıcaktır. Bu dil bir rüzgâr olup eser. Su olup akar. Çiçek, ağaç olup koku salar. Dağ, taş, kurt, kuş olup konuşur. Bazen Dedem Korkut’un dili olup masallarla birlikte sarar, kuşatır. Türkü, destan, söylence olup içinize işler. İşte küçük bir alıntı: Baba: “Hoş bulduk hanım. Çok acıktım. Bugün ne var?” Ne olduğunu söylemedi Suna Hanım. Akşam döneceğini düşünmediği için özel bir yemek yapmamıştı. “Ne istiyorsun?” dedi. “Çok acıktım. Ne olursa yerim. Eğer geç kalırsam oğlumu da yerim.” Kıkır kıkır güldü Gürbüz. Yorganın altına girdi. Suna Hanım sesine bal katarak, “Hiçbir canavara yedirmem ben oğlumu”, dedi. Yavrusunu korumak için canavarın önüne durdu. “O zaman seni yerim” dedi canavar. Anne kendini savunmadı. Azgın canavar anneyi oğlunun yanına yatırdı. “İkinizi birden yiyeceğim,” dedi. Yorgun, bungun anne değişip genç kız oldu. Kanat çalıp mutfağa doğru uçtu..... Sonunda yoruldu canavar. “Ey demir donlu yiğit! Seni böyle bilmezdim! Gücüne, direncine inanmazdım! Ben ettim, sen etme. Ne olur canımı bağışla” dedi (s.77). Dikkat edilirse, anlatı / tahkiye geleneğinden gelen bir biçem hemen belli ediyor kendini. Bu biçem, Anadolu’nun öykü, masal anlatım geleneği olan sözlü kültür ürünlerine ait. Yazarımızın Karslı olması, çocukluğunu doğanın, bu sözlü yazın kültürün içinde geçirmesi, doğal olarak bu anlatım biçimini özümsediğini, içselleştirdiğini gösteriyor bize. Doğrusu çok da iyi oluyor. Onun kaleminden dökülen öyküler, romanlar bir boşlukta kalmıyor. Ayaklarını Anadolu kültür toprağına basıyor. Dünün halk kültürüne ait sesler yankılanarak büyüyor, günümüze kadar geliyor. Her şeyin yabancılaştığı, mekanikleştiği, kalıplara döküldüğü günümüzün söylem biçiminde duru ırmaklar gibi çoğala çoğala akıyor. Dağ, vadi koyak demeden yankılanıyor… Köseoğlu’nun sesi Dedem Korkutların, Köroğluların, halk ozanlarının, Leyla ile Mecnunların, Yusuf ile Züleyhaların, Tahir ile Zührelerin seslerine akortlu. Bizden ve doğal. İçten ve sıcak. Yerli ve yalın. Köklü ve kalıcı… Yazar, dünü anlatırken bugünü, bugünü anlatırken dünü ihmal etmiyor. Şimdi geçmişle kucaklaşıyor. Geçmiş günümüzün içine akıyor. Tüm zamanların iç içe geçiyor. Bir başka deyişle Anadolu anlatı kültürü arı bir dille harelenerek açılıyor, tarihsel dokusunu yitirmeden güncelleniyor. Bu yüzdendir ki Hamdullah Köseoğlu ne yazarsa yazsın çağdaş bir masalcı olarak çıkıyor karşımıza. Çınar Yayınları’nın roman ödülünü alan “Küçük Tay” bu nedenle çağdaş bir masaldır. Romanda yoğunlaşan doğa ve at sevgisi, sözlü anlatı geleneğimizin içinden geçerek günümüze kadar gelen, bizi saran, kuşatan coşturan bir yiğitlik destanıdır. Bu destanın içinde Küçük Tay, bazen romanın kahramanı Gürbüz oluyor. Gürbüz’se bazen Küçük Tay kesiliyor. Hangisinin insan, hangisinin hayvan olduğu karıştırılacak noktaya varılıyor. İnsan, doğa birlikteliği iç içe geçerek birbirlerinde eriyor. Doğrusu bu büyük doğa ve at sevgisi ancak öyle verilirdi, öyle anlatılırdı. Köseoğlu da bunu yapmış… Romanda son derece pastoral manzaralar var. Yazar, akıcı, şiirsel, metaforik diliyle bu pastoral tabloları ustaca çizmeyi beceriyor. Okurken doğanın gücü ve sonsuzluğu karşısında bir özgürlük tutkusuyla, bir yaşama umuduyla, lirik, epik bir destanla tepeden tırnağa yıkanıyor, arınıyorsunuz. Atın simgesel bir figür oluşu, romanı sloganlaşmalardan, katı söylemlerden kurtarıyor, inceltiyor. Kısacası Küçük Tay’ı, sarsılarak, titreyerek, ürpererek, coşarak, özgürleşerek, yer yer yüreğimi kanatarak, en önemlisi de dilin destansı tatlarını duyarak, Türkçenin şiirli sesini dinleyerek okudum. Kırsal kesimi, halk kültürünü kucakladığı için zaman zaman bu destansı dilin içine yerel sözcükler de düşüyor. Örneğin, “ürümek, yaylım, damızlık, uğru, kulunlamak” gibi sözcükler bunlar. Doğadan, halk kültüründen kopan çocuklarımıza ilk planda uzak gelebilir bunlar. Ama sözlüğe bakmak, araştırmak, sormak gibi bir iç disiplin de yaratabilir onlarda. Hamdullah Köseoğlu, onca yapıtına karşın adını yeterince duyuramamışsa, Anadolu insanı olmasından gelen onurlu ve sessiz duruşunun payı vardır bunda. Yazar olmayan, ama kendini yazar ilan eden birtakım kalemcikler, varsın görsel medyayı sonuna kadar kullansınlar. Zaman, sağlamlarla çürükleri er geç ayıracaktır. Kimsenin kuşkusu olmasın bundan. Romanı bitireli günler olduğu halde Küçük Tay’ın kişnemeleri, özgür sesi kulaklarımdan gitmiyor. Bu sesin, sağlıklı bir çocuk yazınının sesi olduğuna inanıyorum…? T ürk ve dünya yazınında doğayı, doğanın en güzel varlıklarından birisi olan atı çok iyi anlatan yazarlar var. İlk planda Cengiz Aytmatov, Tahavi Antanov, Yaşar Kemal, Abbas Sayar gibi adlar geliyor aklımıza. Kuşku yok ki bunlardan birisi de Hamdullah Köseoğlu’dur. Her yazar doğayı anlatamaz. Doğayı anlatabilmek için yazarın doğanın bir parçası olması gerekir. “Doğanın bir parçası olmak da ne anlama geliyor?” diye bir soru aklımıza gelebilir. Hamdullah Köseoğlu doğa anlatma ustası. “At”, doğanın bir parçası. Hem de en güzel parçası. Doğanın parçası olan atı anlatmak için doğayı çok iyi tanıyan birisi olmanız gerekir. Bu da yetmez, atı anlatacaksanız öze kadar inen bilgilerinizin, duygularınızın olması gerekir. Örneğin, iyi bir gözlemciliğinizin yanında atın anatomik yapısını bilmeniz gerekir. Tam burada Leonardo Vinci aklımıza geliyor. Onun çizdiği at figürlerinin başarısı, ressamlığının yanında anatomik bilgisinden de kaynaklanmaz mı? Bazılarının sandığı gibi doğa salt betimlemelerle anlatılamaz. Ona dıştan bakmasını bildiğiniz kadar, içten bakmasını da bileceksiniz. Doğa, yalın görüldüğü kadar karmaşıktır da. Sağlam bir gözlem gücü olmayanlar, dilini yalın, yalın olduğu kadar da varsıl kullanamayanlar, epik söylemi olmayanlar doğanın karmaşası ve varsıllığı karşısında yoksul, tekdüze, çaresiz kalırlar. Hamdullah Köseoğlu, iyi bir doğa gözlemcisi ve anlatıcısı olduğunu “Kar Çiçekleri”, “Barış Koyağı”, “Uzak Yaz”, “Kardelen” “Kar Kuşları”, “Mavi Irmak” adlı kitaplarında daha önceleri kanıtladı. “Küçük Tay”, doğayı anlatan onca kitabın üstüne yazılmıştır. Sudaki daireleri büyütmek için atılan taşların sonuncusudur bir bakıma. Gözlem ve betimleme anlamında doğayla ilk kez tanışmamış, daha önceki yapıtların deneyimlerinden yeni bir anlatım varsıllığına ulaşmıştır. Küçük Tay’ın, daha önceki yapıtların anlatım varsıllığının altında kalmak değil, üstüne çıkmak gibi bir savının olduğu da düşünülebilir. Özellikle “Kardelen” romanı “Küçük Tay” her bakımdan öncülük etmiş, el vermiştir. Kardelen’deki at ve sevgisi, daha bir yalınlaşarak, özgünleşerek karşımıza yeni bir duyarlıkla çıkmıştır. Bu durum bir yazarın kendi kendini yinelemesi değil, aynı tematik söylemde kendi kendini aşmasıdır… “Küçük Tay”, Gürbüz adlı bir çocuğun (ve arkadaşlarının) at sevdası üzerine kurulu düşlerinin, yaşadıklarının bir romanıdır. Kitap boyunca at öylesine somutlaşır, öylesine kişilik kazanır ki adeta Gürbüz gibi bir insan olur. Okurla konuşur, dertleşir, atların dünyasını bize anlatır. Küçük Tay’ın dünyasında koca bir evren serilir önümüze. Dağ, taş, kurt, kuş onun gözüyle dile gelir. Hemen her şey sevda, emek, tutku, özlem olur. Bir doğa türküsüne, at destanına dönüşür her şey. Gürbüz’ün dünyası da tüm sınırları yok ederek atın, doğanın dünyasına, sesine karışır. Bunlardan birisi nerede başlar, nerede biter, belli olmaz. KİTAP SAYI Ayşe Ç. YAMAÇ (yazar) Özgür bir at, gürbüz bir çocuk U ? Nilay Yılmaz, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Eski Silahtarağa Elektrik Santralı. Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No:1 Eyüp / İstanbul Tel: 0212 236 78 42 www.nilayyilmaz.com/sihirlidegnekcumhuriyet@gmail.com 934 zun yıllardır şeker yiyemem; ama bugün, yıllardır yemediğim kadar şeker tadını aldığımı söylesem ne dersiniz; hem de bir çocuk kitabından… Birkaç parça şeker de size sunayım mı? “……. Benim istediğim gizli saklı koşmak değil. Çocuklar gibi korkusuz, kaygısız, özgür olmak… Çocuklar gibi duru, yalın, içten olmak. Özgürce koşmak. Ne dün, ne yarın. İlkesiz, kuralsız. Hiçbir zaman aralığına sığmadan, sığınmadan…”(s. 10) “…….. Yarış bitti; ama değerlendirmesi, tartışması bitmedi. Birin üstüne beş koydular. Olmayanı oldurdular. Gülmeyeni güldürdüler. Tayfun’a at değil, bir dağ kartalı olduğunu söylediler, yaydılar. Bir süre sonra kendileri de inandılar” (s. 119) Hamdullah Köseoğlu’nu okumayı hep sevmişimdir. Onun ustalığı, yalnızca iyi bir Türkolog olmasından değil, çocukları ve gençleri çok iyi tanımasından ve bu özelliğini kitaplara yansıtmasından da geliyor. Yoğun bir dil işçiliği ve yazınsal duyarlılıkla ördüğü metinleri, hangi yaşta olursanız olun, sizi esir alıyor; son satırına dek okumadan bırakmıyor. Küçük Tay da onlardan biri… Gürbüz, yerinde duramayan, koşup düşüp yaralanmalardan payını alan bir çocuk… Ailesiyle birlikte bir çiftlikte yaşıyor. Bir gün, atlardan birinin bir yavrusu doğuyor; Gürbüz de yavruya Tayfun adını veriyor, onu çok seviyor. Arkadaşları Özkan, Doğan, Güney ve köpekleri Karabaş’la birlikte, zamanlarının çoğunu Tayfun’un yanında geçiriyorlar. Tayfun, birkaç yıl içinde büyüyor. Çocukların, özellikle de Gürbüz’ün sevgisini karşılıksız bırakmıyor. Kimsenin beklemediği bir zamanda, bir at yarışını kazanıveriyor. Ondan sonra da adı dillerden düşmez oluyor. Alıcısı çoğalıyor; ama bakalım Tayfun’u yakalayabilecekler mi? Gürbüz ile Tayfun’un kişilikleri iç içe geçmiş sanki… Biri diğerini tamamlıyor, yerine geçiyor; kurallara baş kaldırıyor, liderlik yapıyor… Gürbüz çocukların lideri, Tayfun yılkının… Heyecan, hüzün, acı, sevinç, merak, kızgınlık gibi duyguları yaşamama neden olan bu kitabı, her yaştan okura öneriyorum. Kitabın son sözcüğüne geldiğimde, bu kitabın, 2007 Rıfat Ilgaz Çocuk Romanı Yarışması Başarı Ödülü almasına hiç de şaşırmıyorum. Bu ödülü, hatta daha da fazlasını hak eden bir kitap. ? SAYFA 7 CUMHURİYET