Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İşsizliği siyasal iktidar yarattı YUSUF BAŞTUĞ Güneydoğu’da özelleştirme ve iflaslar yüzbinleri işsiz bıraktı ADANA – Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre işsizlikte rekor kıran Anamur’dan Hakkari’ye dek uzanan bölgeye en büyük darbeyi özelleştirme ve iflaslar vurdu. Tarımsal üretimin bitirilmesine ve sosyoekonomik dengeyi bozan göçün hayvancılığa darbe vurmasına, iflaslar sonucu binlerce işyerinin kapanması da eklenince sorunlar dağ gibi büyüdü. “Piyasa ekonomisi”, “Küreselleşme” ve “Liberalizm” tartışmaları ekseninde Türkiye’de 19851999 yıllarını kapsayan 15 yıllık süreçte 4 milyar 622 milyon Dolar tutarında özelleştirme yapıldı. Atatürk’ün, “Her fabrika bir kaledir” sözüne karşın, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den 2010 yılının ilk dört ayına dek ise toplam 31 milyar 287 milyon Dolarlık satış gerçekleştirildi. “Devir, Varlık Satışı, Blok Satış, Halka Arz ve Tesis Satışı” gibi isimlerle Türkiye genelinde olduğu gibi Doğu Akdeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yer alan Adana, Mersin, Gaziantep, Diyarbakır, Adıyaman, Hatay, Batman, Bingöl, Elazığ, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Osmaniye, Şanlıurfa, Bitlis, Tunceli, Van, Hakkari ve Şırnak’ta devletin üretim merkezleri yok pahasına, “zarar ediyor” gerekçesiyle birer birer ya kapatıldı ya da özelleştirildi. mez’ hale getirince işsizliğin boyutları katlanarak arttı. Bölgemizde kapanan kaleler Adana’da çoğunluğu Cumhuriyet eseri olan Güney Sanayi, Aksantaş, EtBalık Kurumu, SEKA, BOSSA, Sümerbank, Paktaş, Çukobirlik, SASA gibi işyerleri özelleştirildi veya üretimi daraltıldı. Yine Adana, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Hatay, Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta TEKEL Tütün İşletmeleri, Sigara ve Şeker Fabrikaları, Dicle Elektrik İşletmeleri özelleştirilmeye açıldı. Mersin’de, İskenderun’da limanlar, devlet yatırımının dışında istihdam olanağı bulunmayan ve ciddi terör sorunu yaşayan Tunceli, Muş, Bingöl, Bitlis, Elazığ, Mardin, Batman ve Van’da Telekom’un özelleştirilmesiyle birlikte çok sayıda kişi ekmeğinden oldu. Osmaniye, Niğde ve Kilis başta olmak üzere bölgede TİGEM Çiftlikleri’nin kapatılması da işsizliği körüklediği gibi ulusal tarıma büyük darbe indirdi. Özelleştirme ve iflaslar sonucu ekmeğinden olan binlerce yurttaş kahvehanelerde iş bekliyor, sosyal güvenceli ve kadrolu çalışmayı düşlüyor. Üretim alanları yok edildi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) tarafından, “Devletin ekonomideki sınai ve ticari aktivitesinin en aza indirilmesi, rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT finansman yükünün azaltılması, sermaye piyasasının geliştirilmesi ve atıl tasarrufların ekonomiye kazandırılması için” yapıldığı savlanan özelleştirmelerin ardından kepenk indiren işyerlerinde çalışan on binlerce kişi işsiz kaldı. Enerjiden tekstil, iletişim ve gıdaya, limanlardan madencilik, bankacılık ve ulaşıma dek üretim alanlarını çoğunlukla yabancı sermayeye terkeden anlayış, ülkeyi ‘ürete DİSK Çukurova Bölge Temsilcisi Kemal Aslan: Türkİş 4. Bölge Temsilcisi Edip Gülnar: Emek sömürüsüne son verilmeli ukurova Bölgesi, tarımsal üretimden tekstile dayalı sanayiye kadar bir çok alanda on binlerce insanın geçimini sağladığı çok zengin bir coğrafyaydı. İktidara gelenler özelleştirme ve taşeronlaştırma mantığıyla insanların ekmek kapılarını birer birer kapattı. Tarımsal üretimin bitirilmesi köylüyü, işçinin işsiz kalması esnafı bitirdi. İnsanlar çalışıp para kazanamazsa ekonomi nasıl ayakta kalır? TEKEL, Çukobirlik, SASA, MENSA, Özbucak, Aksantaş gibi kapatılan ve özelleştirilen işyerlerinde en az on binlerce kişi çalışıyordu. Bölgemizde TEKEL’in kapatılması bile 22 ilin belini kıran önemli bir olaydır. İşsiz kalan insanların ne yapması gerekiyor? İnsanlara istihdam kapıları açılmalı ve emek sömürüsüne son verilmelidir... Ç İnsanların ekmeği elinden alındı on dönemde Adana, Mersin, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Diyarbakır, Gaziantep, Malatya’da kapatılan ve özelleştirilen iş yerlerinin adlarını sayamayız. Tarım da olduğu gibi sanayide de üretim bitirilmek isteniyor. TEKEL örneğinde Türkiye şahit oldu, binlerce insanın ekmeği ellerinden alındı. Bu insanlar çocuk okutuyor, askerde çocukları var ve geçimlerini sağlamak zorundalar. Ne oldu? Birileri ‘Kapatın’ deyip kapattı koca koca fabrikaları. On binlerce kişi işsiz kaldı, devletin eli kolu olan, üretim kaynakları olan işyerleri bir bir kapatıldı. Bunun izahı yoktur. İşçisine, vatandaşına sahip çıkmayan anlayışı kabul etmiyoruz. İnsanları mağdur etmeye kimsenin hakkı yoktur.... S ÇUKUROVA NASIL ÇÖKERTİLDİ? Bereketli topraklar, diye de bilinirdi... Oldum olası umut kapısıydı; işçi, emekçi cennetiydi... Şimdi işsizler cehennemi oldu...Daha doğrusu yapıldı... Nasıl mı? Göstere göstere... Baltayı ulu ağacın köküne vururcasına.... Beceriksiz, basiretsiz, liyakatsiz, ama o ölçüde pişkin politikacıların, oda yöneticilerinin, bürokratların işbirliğiyle yaratıldı bu cehennem... Bu çökertme, bu yıkım projesi, bu cehennem senaryosu tam kırk yıl önce uygulamaya konuldu... Kaos ortamı yaratmak için sinsi bir saldırıyla başlatıldı yıkım süreci... O sinsi saldırı ak bir bulut gibi çöktü Çukurova’nın üstüne... kısa sürede kara bir kabusa dönen o ak afetin adı “beyaz sinek”ti... Biyolojik savaş gereci olduğu nice zaman sonra konuşulmaya başlanacak miniminnacık ak bir yaratık... Milyarlarcası bir araya gelince öldürücü buluta dönen bir yaratık, bir canavar... Onların kanatlarına binmiş zirai ilaç satıcısı kılığında piyasaya dalan tefeciler, üreticinin şah damarına saldırırken başta Çukobirlik olmak üzere kooperatifler, üretici örgütleri gözü dönmüş haramiler tarafından talan edilmeye başlandı... “Ak afet”le kıvranan Çukurovalının karşısına çıkan mazlum suratlı kimi devlet yöneticileri halkın önüne sözümona bir çözüm reçetesi sunuverdi: “Pamuğu Harran’a kaydıralım, Çukurova’yı da narenciye cenneti yapalım...” Hiç tartışılmadan kabul edilen bu önermeyle Çukurova’da pamuk tarımına son verildi... Bir anda Çukurova üreticisinin engin tarım deneyimi çöpe atılırken pamuk üretimi Harran’ın deneyimsiz, üretici olmaktan çok uzak köylülerine emanet edildi... Çukurova beyaz sinekten kurtuldu, kurtulmasına, ama beyaz altınını da yitirdi... böylece tarihinin en büyük vurgunlarından birini yedi... Sanayide en büyük tarım girdisi, lokomotif ürün pamukla birlikte tarıma (pamuğa) dayalı sanayisini de yitirdi. Bu tam anlamıyla bir çöküştü. Bu çöküşün miladı 1970’lerin başıdır... Çukurova’nın amansız bir kaosa sürüklendiği o yıllarda aslında Türk ekonomisi de açmaza girmişti. Uygulanan ekonomik politikalar sonucu hazine boşaltılmış, döviz transferleri bile yapılamaz duruma gelinmişti. Dönemin yöneticileri, o sıra zehirli bir örümcek türünün ağlarıyla bütün dünyayı sarmaya başladığından habersizdi... Bu örümcek ağı, o zamanlar birkaç uzmanın dışında milyarlarca insanın bilmediği, anlamadığı, algılayamadığı, adına daha sonra YDD denilecek ekonomik globalizm projesinden başka bir şey değildi. Bu, sözüm ona yeni dünya düzeninin en önemli özelliği parada altına dayalı sistemden (Bretton Wood) vazgeçilmesi, paranın sistemiyle birlikte biçiminin de (elektronik para) değiştirilmesiydi... Buna koşut üretim biçimi de değiştirilmişti, sistemi de... Bu sürecin Türkiye’de günümüzü de etkileyen kırılma noktası 12 Eylül’dü, kuşkusuz. İşçi hakları o dönemden itibaren budanmaya başlandı. Üretim düştü. İthalat arttı. Yatırımlar geriledi. Gelir dağılımında denge bozuldu. Sosyal doku tahrip edildi. 1990’ların başında ise soğuk savaş döneminin sona erme sürecinde yaşanan 1. Körfez Savaşı, İncirlik nedeniyle bir tarım ve tarıma dayalı sanayi cenneti olan Çukurova’yı adeta cehenneme çevirdi... Çukurova, kolonyel bir bölge olması nedeniyle zaten insanlık tarihi boyunca emperyal güçlerin her zaman ilgi odağı olagelmişti... Egemen her güç tarafından yakılmış, yıkılmış, ama sonra yeniden kurulmuştu... Prometheus gibi kendini yenileme özellliğine sahip olan Çukurova, sanayi devrimi sonrası, son iki yüz yılda derin etkiler yapan üç liberal dalgadan ilk ikisinde de yıkıldıktan sonra yeni, daha güçlü bir kimlikle çıkmıştı ortaya... Ama ne yazık ki, son kırk yıldır yaşamakta olduğumuz üçüncü liberal dalga Çukurova’nın adeta sırtını yere getirdi. Bu dönemde, işe ekonominin lokomotifi tarımı çökertmekle başlanınca her şeyin altı üstüne geldi. Bu son operasyona destekleme alımları kapsamındaki ürünlerin ayrıcalıklı konumdan çıkartılmasıyla başlanmıştı. Operasyonun sonraki aşamasında kredi faizleri tarım sektörünün yapısına uymayan düzeye çıkartılırken enflasyona neden olduğu gerekçesiyle tarım ürünlerinin fiyatları düşük tutuluyordu. Böylece, ürünlerin yüksek fiyatlarla tüketiciye ulaşmasının faturası üreticiye çıkartılarak dış alım yoluyla ‘fiyatların düzenlenmesi’ yoluna gidiliyordu. Üreticiler, serbest piyasa koşullarının uygulandığı bu dönemde kendileriyle ilgili hiçbir konuda belirleyici olamıyorlardı... Kısa sürede bankalarla tefecilerin arasında soluk alamaz duruma geldikleri için şaşkındılar... Çünkü, senet protestoları artmış, neredeyse haciz girmeyen köy evi kalmamıştı. Traktörler, ekipmanlar, tarlalar satılıyordu... Büyük tarım alet ve ekipman fabrikaları birer birer kapanıyordu... Türkiye, eskiden dünyada pamuk dışsatımı yapan ülkeler arasında ilk altı sırada yer alırken 12 Eylül sürecinde uygulanan ekonomik politikalar sonucu pamuk dışalımı yapan ülke durumuna geldi, daha doğrusu bilinçle getirildi.Bu süreçten tarımla birlikte sanayi de payını aldı. Binlerce işçinin ekmek kapısı sanayi imparatorlukları birer birer çöktü. Paktaş, Güney Sanayi ve Milli Mensucat gibi dev sanayi tesisleri birbiri ardına ya kapandı ya da sudan ucuz fiyatlarla el değiştirdi... Oysa Cumhuriyet döneminde İstanbul’dan sonra sanayileşen ikinci kent Adana’ydı, Çukurova’ydı. Ne varki 1980’den sonra büyük ölçekli sanayi yatırımı bağlamında tek bir çivi çakılmadı. Eş dönemde ülke çapında uygulanan ekonomi politikalarla özelleştirme, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik harcamalarının kısılması, görülmemiş yükseklikte enflasyon, medyada tekelleşme ve medya terörünün yanı sıra, dışardan dayatmaların da etkisiyle tam bir küçülme, geriye çekilme, üçüncü sınıf olmayı kabul etme, ulusal devletin tasfiyesi anlamına geliyordu. Bu tasfiyeci anlayış, ülkenin her noktasında olduğu gibi Çukurova’da da çöküntüye yol açtı. Yapılan bazı değerlendirmelere göre Adana’da sanayide yaratılan katma değer içinde özel sektörün payı yüzde 96, kamu sektörünün ise sadece yüzde dörttü. Bunun da nedeni, devlet Adana’yı daima kendi kendine yeterli zengin bir il olarak görmüştü. Adana’ya ağır sanayi yatırımı yapmadığı için kentin sanayi yapısında yan sanayi ve dolayısıyla KOBİ’ler gelişemedi. Bu süreçte inşaat sektörü de insanların konut gereksinimini rant kapısı olarak görenler tarafından yozlaştırıldı. Adana’daki her sektörde olduğu gibi inşaat sektörü de olumsuzluklardan payını aldı. Uygulanan politikalar, iç ve dış baskılar sonucu 1980’den sonra planlı ekonomi de terk edildi. Dahası, kamu harcamalarına kaynak yaratmak için vergileme yerine yüksek oranlı iç ve dış borçlanmaya gidildi. Üreterek para kazanma anlayışı yadırganmaya başlandı. Yatırımın hiçbir güvencesinin olmadığı, ancak ranta her türlü güvencenin sağlandığı bir ülkede bir kentin, Adana’nın rant gelirlerinde neden ikinci kent olduğunu anlatması açısından bu yapılanma çok anlamlıydı... Türkiye’nin içinde bocaladığı bunalımların kökten etkisi bir yana, Adana’nın 2000’li yılların başında çökmesinin ibret verici öznel nedenleri de vardı... 1980’lere bakıldığında Adana’da ciddi bir yatırımın yapılmadığı dikkat çeker. Birkaç küçük yatırım dışında para hareketlerinin ya eski sanayi işletmelerinin kelepir durumda satın alınmasında ya da rant piyasasında olduğu görülür. Bazı araştırmalar 2000’lerin başında Adanalının yatırımdan özenle kaçındığını, rantiyeciliğin rehavetine bayıldığını gösterir. Eldeki verilere bakıldığında Adana’da eskiden yılda bir milyar Dolar tarımsal hasıla elde edildiği görülür. Söz konusu dönemde yeni yatırım yapılmadığı için eldeki bu sermaye, reel ekonomik faaliyetler yerine ranta kaydırıldı. Adana’da oluşan yaklaşık 1.5 milyar Dolarlık mali kaynak, döviz, vadeli mevduat, hisse senedi, hazine bonosu arasında dolaşmaya başladı. Adana böylece, Türkiye’de, rantiyelikte İstanbul’un ardından ikinci sırada yer aldı. 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları’yla temeli atılan ve 12 Eylül’le gelişen bu neoliberalist süreç Adana için sonun başlangıcı oldu. Sonradan görme ağaları (1950’lerin türedi zenginleri) “komprador burjuva”lığa soyunup önce Çukurova’daki derebeyliklerini tasfiye ederek verimli toprakların rant birikimini, sanayi sermayesi olarak Marmara’ya transfer ettiler. Daha sonra ise globalist sermayeye entegre olan bu ulusal kaynağı yönetenler yeraltına çekildi... Eskiden patron Sabancı’ydı, Sapmaz’dı, Sabuncu’ydu, Bos ÇETİN YİĞENOĞLU nalı’ydı... Onların hepsi birer birer yok oldu piyasadan, imitimi belirsiz oldu... Onlar, adına elektronik, iletişim, bilişim denilen zırha bürünerek yerin yedi kat dibine ya da göğün yedi kat üstüne çekilip sırra kadem basarken adına işçi, emekçi denilen yığınlar, çoğu yerde olduğu gibi Çukurova’da da yağmurun, çamurun, karın altında dımdızlak kaldılar... Bu ara, birikimli ve eğitimli insan gücünün de terkettiği Çukurova’da tersine göçten sonra yeni yatırımlar daha da azaldı. İnanılmaz bir hızla artan nüfusun etkisiyle hem nitel, hem nicel yönden, kısa sürede birçok şey değişti. Son liberal dalgada büyük, güçlü, varsıl görünmenin bedelini ağır ödedi Adana; nakavt oldu, iyice yoksullaştı. Peş peşe gelen olumsuzluklar nedeniyle tarım kenti olmaktan çıkmakla kalmadı, sanayi kenti niteliğini de yitirdi. Kimi Adanalıların yorumlarına bakılırsa gelişmiş kabul edilmenin bedelini ödedi kent. Kimine göre Adanalı girişimciler bekledikleri teşvikleri alamadıkları için Adana’ya yatırım yapmaktan kaçınmışlardı. İşte bu yüzden son yıllarda Adana’nın gelişmesi ne yazık ki sadece nüfus artışıyla sınırlı kaldı. Özetle, yatırım teşviklerinden yararlanamama, devlet desteğinden, korumasından yoksun kalma bir yana, utanmazlığın, para düşkünlüğünün, rantiyeciliğin yaşam biçimi olduğu, yüz kızartıcı çıkar ilişkilerinin, rüşvetin, yolsuzluğun, bilgisizliğin, yurtsever Adanalı olma onurundan yoksunluğun alıp başını gittiği, her türlü kuralsızlığın liberalizm diye sunulduğu kaos ortamında ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yaşanan tahribatlar sonucu Çukurova’nın merkezi konumundaki Adana, ulusal ekonominin doruklarından 22. sıraya düştü. Bu ara, Türkiye’de gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu kent durumuna da geldi. Ayrıca, nüfus yoğunluğu ve toplam değerler açısından 6. sıraya, “Sosyoekonomik Gelişmişlik” sıralamasında 9’a, “Beşeri Gelişmişlik Düzeyi” açısından 16’ya ve kamu yatırım harcamalarında 30. sıraya geriledi. Adana sadece bir konuda, işsizlikte birinciliği kimselere kaptırmadı... Resmi rakamlara göre yüzde 22 olarak görülen işsizliğin yüzde 30’ların üzerinde olduğu bildirildi. C MY B C MY B