24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA CUMHURİYET 26 EYLÜL 2012 ÇARŞAMBA A4 ANKARA Yaşam iPhone da ‘i’ harfini unutursa! uh artık” demek lazım. Cihazın markası ‘i’ ama klavyesinde bir harf unutulmuş, o da ‘i’ harfi! “Nasıl olur?” demeyin. Olunca oluyor. Ama iş her nedense hep bizim başımıza geliyor. Mevzu şu: Apple firması iPad tablet bilgisayarlara ve iPhone telefonlara nihayet Türkçemizi de ekledi. Onlarca dil çoktandır aktifti, Türkçeyi ise yeni eklediler. Şöyle ki: Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de merakla beklenen iPhone5 telefonlarda artık klasik QWERTY klavyenin yanı sıra Türkçeye özgü F klavye de seçenek olarak var. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’yi ziyareti sırasında “Y Silikon Vadisi’ndeki Apple üretim üssünü de ziyaret etmiş, Türkiye’ye gönderilen ürünlere F klavye de eklenmesini istemişlerdi. Ne var ki, onlarca Türk mühendisin de bünyesinde çalıştığı Apple ‘İ’ harfi ile ‘I’ harfini ayırt etmekte başarılı olamamış. Cihazlara F klavye eklendi eklenmesine de, bu kez de klavyede büyük “İ” harfi ve küçük “ı” harfi unutuldu. Birinci sorun klavyede, “İ” olması gereken yerde “I”, “I” olması gereken yerde ise “İ” var. İkinci sorun, bu harflerden hangisini tuşlarsanız tuşlayın, büyük “i” harfı ve küçük “ı” harfi karşınıza çıkmıyor. Yani İngilizcede olduğu gibi. Sony imdada yetişiyor C Kuyruğa girene 100 dolar yevmiye! iPhone çılgınlığı inanılır gibi değil. İzmir’de bir telefon satış bayisi eleman arıyor. Eleman ne işi mi yapacak? ABD’ye gidip iPhone kuyruğuna girecek. İş sadece bu... Hem ABD’yi gezip görecek hem de para kazanacak. Karşılığı mı? 100 dolar yevmiye. Peki iş başvuruları nasıl gidiyor? İşletmeci akıllı. Dükkânı İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun karşısında açmış. Hal böyle olunca, karşı kapıya gelen, ilanı görüp telefoncuya da başvurmuş. İki günde tam 60 başvuru. Firma 30 kişiyi ABD’ye göndereceğini, elemanlarının her türlü masrafını karşılayacağını söylüyor. Kuyrukta üşümesin diye battaniye de hediyeymiş. Canım Türkiyem! iPad’im bulunacak, bul! iPad ve iPhoneların çok enteresan bir özelliği var. Nasıl kıymetli otomobillere gizli bir GPS sistemi entegre ediliyor ve otomobil çalındığında yeri tespit edilebiliyorsa da, durum Apple’ın cihazlarında da aynı. Telefonunuzu ya da tablet bilgisayarınızı mı kaybettiniz? Bir bilgisayardan elektronik haritayı açıyorsunuz, cihazınızın o anda hangi konumda olduğunu buluyorsunuz. İşte bu kadar basit. Yerini yurdunu bulduktan sonra, hırsızdan kurtarmasını da polise bırakın! 43 yaşındaki ABD’li Endy Ronelle Dye’ın başından işte böyle bir olay geçti. Nevada’dan uçağa binerken yanında olan iPad’i bir de bakmış yok olmuş! Düşmüş cihazın peşine, açmış elektronik haritayı. Nitekim bulmuşlar cihazı. Hem de nerede mi? Uçağında uçtuğu hostesin elinde. Hostes “Çalmadım, koltukta bırakılmıştı” dese de, bilgisayarın belleğinde hostese ait kişisel bilgiler bulunması ipleri koparmış. ‘“Find my iPad” uygulamasının bir macerası da hostesin işten atılmasıyla son bulmuş! ep telefonu sektöründe uzun yıllar Ericsson ile işbirliği yapan Sony, şimdi akıllı telefon dünyasında rüştünü ispat etmeye başladı. Experia telefon serisinde öyle çok seçenek var ki, “Sony’den başka marka elektronik cihaz kullanmam” diyenler bile seçim yapmakta zorlanıyor. Portföy çok geniş. 600 TL’den başlayıp 1600 TL’ye kadar uzanan modeller var. Türkiye’de piyasaya yeni çıkan Experia S 12.1 MP kamera çözünürlüğüyle rakiplerine fark atıyor. Experia S, Türkiye pazarına giren ilk F klavyeli akıllı telefon olma özelliği de taşıyor. Sony henüz bu ürünün tanıtımını nasıl yapacağını bilemedi, ama benden söylemesi. Hatta kim bilir, belki distribütörler bile telefonun fark yaratıcı özelliklerinin ayırdında değil... Gerek elektronik satışı yapan mağazalarımız, gerekse çalışanları ürünlerin yeteneklerini öğrenip müşterilerine tanıtmakta o kadar isteksiz ve beceriksiz ki, bir ürünü satın almadan önce yabancı internet sitelerinden araştırma yapmazsak, hiçbir şey öğrenemiyoruz. Sony’nin bir diğer ürünü, ABD’de boy gösteren, ancak Türkiye’ye ne zaman ulaşacağı henüz belli olmayan Experia Duo’nun ise bizim memlekette çok ilgi çekeceği kesin. Çünkü çift SIM kart girişine sahip bulunuyor. Cebinde birden fazla telefon taşımak zorunda olanlara duyurulur! Ankara’yı Özlüyorum!.. HÜSEYİN ATABAŞ “Uygarlık” sözcüğünün yerleşik yaşama ilk geçen Uygur Türklerinden geldiği yazılıdır kaynaklarda. Biz Türklerin ne büyük bir ulus olduğu da bundan mı bellidir! Bu bilgiyi, insanlık tarihinde uygarlığa ilk geçen topluluk Uygurlarmış/Türklermiş gibi algılayınca insanın hoşuna gidiyor. Oysa bugün dünya uygarlığının neresindeyiz diye düşününce moralimiz bozuluyor… Arapçada “medeniyet” sözcüğü ile karşılanan uygarlık “kent/kentli” anlamına gelir. Yani kentlilik uygar olmak demektir. Ama bu nedenle de kentte yaşanın maddi/manevi bir “bedeli” vardır. Ne var ki günümüzde o bedel, kentlerinizin tarihsel dokusuna bakmadan, rant (kâr, kazanç) uğruna onları gökdelenlerin “beton imparatorluklarına” teslim ettiniz mi en uygar toplum siz oluyorsunuz; ya da böyle sananlar, onlar kime ve neye hizmet ettiklerini bilmeyenlerdir; onlar devleti yönetenler de olsalar bile bilmiyorlar. * * * Vakti zamanında Ankara imar müdür yardımcılığı yapan inşaat mühendisi ve avukat olan bir Yılmaz ağabeyimiz vardı. 1970’li yıllarda ABD’den Türkiye’ye, üzerinde gökdelen resimleri olan kartpostallar göndermezlermiş ki, Türkiye’de de onlara özenilip gökdelenler yapılmaya kalkılmasın. Çünkü bizde kentlerin altyapısı (yol, su, elektrik, gaz, kanalizasyon, peyzaj, çevre, ulaşım gibi donanımlar) eksiktir. Bu eksikliğin üzerine bir de gökdelenler diker, yani kent nüfusu yoğunlaştırırsanız kentte yaşamayı felakete dönüştürürsünüz… Ankara Belediye Başkanlığı sırasında KentKoop başkanı da olan rahmetli Ali Dinçer, Batıkent planlaması yapılırken, altyapı sorununu çözmeden bina yapımı sürecine girilmeyeceğini düşünürdü. Ama olaylar öyle gelişti ki bu düşünceye uyulması olanak bulmadı… Ali Dinçer ve arkadaşları, 1970’lerin son yıllarında 350 bin nüfusa göre tasarlanan Batıkent’i bitirince Ankara’da gecekondu olayını da bitireceklerini sanıyorlardı. Sanırım o günden bugüne Ankara’ya on kadar Batıkent daha eklendi ama gecekondu, eskisi gibi değilse de, hâlâ bitirilemedi. * * * Yıllardır çıkıp Ankara’yı şöyle bir keyifle dolaşamıyorum. Dolaşmaya mecalim yetse de o keyfi bulup bulamayacağım kuşkulu. Kumrular, Kumrular Sokak’ı, sürü sürü kuş cıvıltıları Kızılay’ı terk edeli yıllar oldu. Kentten kaçan kuşların Çankaya Köşkü koruluğuna sığındığı söyleniyor, ama ben sanmıyorum! Neyse… Yine de haftada bir Kızılay’a inip üç beş arkadaşımla Konur Sokak’ta bir çaysimit yerinde sohbet * * * Bu yazıya “kent ve uygarlık” olgusunu anlatma düşüncesiyle başlamıştım sözde, C M Y B C M Y B ediyorum ya da pinekliyorum. Yıllar önce, Atatürk Bulvarı’ndan ayrılıp pek kimsenin çıkmaya tenezzül etmediği Konur Sokak’ta bile yürünmüyor artık. Çünkü burası, daha beşaltı yıl önce Çetin Öner’le Nihat Genç’in sohbet ederek volta attıkları sokak değil. Birilerine çarpmadan yürüyemiyorsun, konuştukların duyulmuyor… Eskiden bizim Kardelen’in alt katında yaptığımız kavgalar daha fazlasıyla sokağa taşmış gibi. Yankesicilik almış yürümüş, masanın ya da yanındaki sandalyenin üzerine bıraktığın çantanı çaldırman işten bile değil. Kentkentli kültürü dedikleri böyle bir şey mi oldu, hayret… Neyse ki Yüksel Caddesi ile Konur Sokak’ın kesiştiği köşedeki “içiciler” epey zamandır yok ya da ben dikkat etmiyorum çevreme… Adnan Azar’ın bir zamanlar Bulvar Palas’ta “Timur bir Türkü söylesene” diye asıldığı Timur Selçuk Ankara’ya uğramaz oldu, çünkü Bulvar Palas yok artık. Metin Altıok’un, “Ankara, benim aziz kentim, kestane ağaçları ve aşklarım elbet. Meclisin arkasındaki Begül’ün güz bahçeleri, kafekonyak ve kitap, (…) sen kendini biraz fazla koyverdin, bense gençlik taslıyorum” diye özlemle andığı Ankara yok gayri… nereden nereye savrulmuş, gelmiş bir özleme tutunmuşum: “Yazının bulunuşunu uygarlığın başlangıcı olarak kabul etmeliyiz” diye yazmıştım. “İnançlarının gerekleri farklı olsa da, insanların büyük bölümü dünyada ve evrende olup bitenlerin doğaüstü bir özne tarafından ‘yazıldığı’ inancındandır. Kimi olayların ardından ‘böyle yazmış yazan’ denir. O yüzdendir ki ‘kader’ sözcüğüne önerilen Türkçe karşılık ‘yazgı’ olmuştur” diye başlamıştım Tahir Abacı’dan alıntılayarak. “Yazı, belirli bir yapısal düzeyde, dile dair görsel işaretlerin kullanıldığı bir tür iletişim aracı. Bu tanım prensipte yazının düşüncelerin değil, ‘dilin’ bir temsili olduğu olgusuna dikkat çeker” diye bir yerlerden not etmiştim. Buradan uygarlığa doğru gidecektim sözde, olmadı, Ankara ya da kent olgusu bırakmadı, bir özleme doğru sürükledi beni, hâlâ daha sürükleniyorum… “Bu aşk beni iflah eder, öldürmez”; korkmayın… Ankara’yı özlemek de güzeldir. Ben geldiğimde (1963) Ankara’nın nüfusu 800 bin kadardı, şimdi 5 milyon mu oldu? Uygarlık dedikleri budur belki de, köylünün kente yığılması. Ama kentte yaşamanın kültürel bir bedeli vardır, bunu unutmak gerek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle