11 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA CUMHURİYET 21 EYLÜL 2012 CUMA A2 ANKARA Kültür Sanat ‘Zorluklarakarşıninadınasanat’ SELDA GÜNEYSU Ve Perde... Eren AYSAN [email protected] ANKARALI KİTAPLAR SAVAŞ SÖNMEZ CUMHURİYET’İN ÜTOPYASI: ANKARA Haz. Funda Şenol Cantek, Ankara Üniversitesi Yayınevi, Mayıs 2012, Ankara, 688 sayfa AÜSBF Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olan Cantek, hazırladığı kitabın önsözünde “Ankara’nın kurumları, iklimi, mimari biçimleri, yaşam tarzları, kültürel ve sanatsal birikimi, resmi ve sivil mimarisi, gelenekleri, inanç sistemleri, sportif etkinlikleri ve önemli kişileriyle ele alındığını” belirtiyor. Kitapta, 43 yazar “çok değişik Ankaralar” işledikleri yazılarında sanki “Ankara’yı neden sevdiklerini” açıklıyorlar. İlginç bilgi, belge, bulgu ve fotoğrafların da yer aldığı kitap, yazarların kısa özgeçmişlerinin verilmesiyle son buluyor. Sayın Cantek’in benzer yeni yazıları toparlayarak, Ankara’ya ilgisini yeni kitaplarda sürdürmesini diliyoruz. Atatürk’ün, “Küçük Hanımlar Küçük Beyler, Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğunuzu düşünerek, ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz!” sözlerinden yola çıkarak kurulan ve 1990’lı yıllardan bu yana aralıksız faaliyet gösteren Tiyatro Pembe Kurbağa, yeni sezonda miniklerin heyecanlarını, coşkularını ve umutlarını sahneye taşıyacak. Tiyatronun kurucusu Ali Nihat Yavşan, 20122013 sanat sezonunu açmaya yönelik çalışmaların neşe, heyecan ve yeni umutlarla sürdüğünü dile getirdi. “Bugün sanatın ve sanatçıların önüne çıkan, çıkarılan engellerden bizler de payımıza düşeni alıyoruz elbette. Ancak tüm zorluklara göğüs gererek, yeni bir sezona merhaba demek için çalışıyoruz. İnadına sanat” diyen Yavşan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Evet o sıcacık merhabalaşmak, kucaklaşmak, gülüşleri görmek, çocuk seslerine karışmak için tüm ekip olarak hazırlıklarımızı sürdürüyoruz. Biz Tiyatro Pembe Kurbağa olarak, hafta sonları sahnemizde perdemizi açıyoruz; hafta içinde eğitim kurumlarında, kreşlerde, anaokullarında, oyunlarımızı küçüklerimizle buluşturuyoruz. Yoğun bir gidiş bu, altından kalkmaya çalışıyoruz. Şu anda bir yandan dekor hazırlanıyor, bir yandan kostümler... Provalar sürüyor. Anlayacağınız arı kovanı gibi... Kendimizi işçi arılar gibi duyumsuyoruz. Onlar bal, biz sanat üretiyoruz.” ÖLÜMLERİN ARDINDAN... zun yıllardır vicdanlarda kanayan yara, failleri U meçhul bırakılan siyasi cinayetler. Yakınları öldürülen aileler, eli erdiğince onları unutturmamaya çalışsa da, bireysel çaba ve etkinliklerin geniş kitlelere ulaşmadığı bir gerçek. Düzenlenen anmaların çoğu zaman, alışılageldik bir formalitenin ötesine geçmediği rahatlıkla söylenebilir. Üstelik geldiğimiz yeri, yalnızlığımızı iyi biliyoruz. Bizler, bu ülkede payımıza düşen acıları can evimizde yaşamak zorunda kaldık. Sevdiklerimizi siyasi cinayetlerde yitirdik. Hepimizi acılarla akraba ettiler. Düşüncelerimiz, yaşama bakışımız farklı olsa da, evimizin, yüreğimizin içine düşen korla, ortak paydamız olan yürek yangınımızla birleştik. Bizim yerimize adalet konuşmalıydı. Bugün konuşuyorsak adalet yoktur. Toplumsal Bellek Platformu olarak, ilk defa sıcak bir haziran günü “Benim Babam Bir Kahramandı” etkinliğinde bir araya geldik. Hiçbirimiz kahraman babalar düşlemedik. Yalnızca hayatımızın çok çeşitli dönemeçlerinde yanımızda olan babalarla hayatımızı sürdürmeye niyetlendik. İstedik ki, devlet kahraman olsun, bizim babalarımızı, bu ülkenin aydınlarını korusun! Her birimizin geçmişten gelen bağları vardı. Bu süreçte yoğunlaşan görüşmelerimizde, yaşadığımız hukuksuzluğun birbirinin neredeyse aynısı olduğuna tanık olduk. Adalet arayışımız, bu cinayetlerin ardındaki karanlık ve örgütlü güçlerin açığa çıkarılması için ortak çabaya dönüştü. 11 Şubat 2010 günü, TBMM’ye gittiğimizde isteklerimiz son derece somuttu: Siyasi cinayetlerde zamanaşımı ortadan kaldırılsın, Meclis’in araştırma komisyonlarına işlerlik kazandırılsın. Görüştüğümüz bütün partiler bize son derece sıcak yaklaştı. Zaman zaman göz yaşları sel oldu. Düşünün bir kere, herkes bir masanın etrafında kendini tanıtıyor: “Ben, Cavit Orhan Tütengil’in kızıyım”, “Ben, Doğan Öz’ün eşiyim”, “Ben, Sabahattin Ali’nin kızıyım.”Adeta dakikalar geçmiyor, geriye bu coğrafyanın acılı, buruk fotoğrafı kalıyordu. Bense böyle bir ana şahit olduğum için ağlıyordum, bu ülkeye ağlıyordum. Sonuçta CHP, BDP’nin önerilerimiz doğrultusunda verdiği soru önergeleri tam on dokuz kere iktidar partisi tarafından reddedildi. O günden sonra sevdiklerini siyasi cinayetlerde yitirmiş pek çok dost, arkadaş başka masalarda da yan yana düştük. Önceki gün Devrimci Yetmişsekizliler Federasyonu’nun düzenlediği “Çocukları Babalarını Anlatıyor” isimli panelde İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu ve ben buluştuk. Paneldeki fotoğraflar sık buluşmalarımızdan kalan güzel bir anı olarak kaldı yine. Oysa bizler birbirimizi “Toplumsal Bellek Platformu” kurulmadan önce de tanıyorduk. İlhan Erdost babamın arkadaşıydı, eşi Gül Teyze de annemin. Türküler ve Alaz’la birlikte büyüdüm. Uğur Mumcu ile babam tanışıktı. Uzun kötü yıllar geçti. Ölenlerin ardından konuşulur. Ya yaşayanların? Ne güzeldir konuşmak Sabahattin Ali’nin güzelim eserlerini. Ama Sabahattin Ali’nin eşinin küçücük çocuğuyla baş başa kaldığında ne yaptığını, yasaklı, yoksul ve yorgun yıllarını kimse düşünmek istemez. Ümit Kaftancıoğlu öldürüldükten sonra çocuklarının, babalarının emekli maaşını almak için mahkemeye başvurmak zorunda kalışıyla ilgilenmez. Sevinç Özgüner’in evinin kapısı kırılıp öldürüldüğünde iki çocuğuna kimlerin baktığını sorgulamaz. Büyüdü çocuklar... Her birimizin payına yalnız babalarımızın davaları değil, babalarımızın öldürümünden sonraki yeni cinayetlerin davalarını da takip etmek düştü. Sırada arkadaşlarımız Delal, Sera ve Arat’ın babaları Hrant Dink’in davası var. Ali Nihat Yavşan ‘Ödülümüz mutluluk’ Yaptıkları işin çok ciddi sorumluluklar gerektirdiğinin altını çizen Yavşan, “Çocukların gelişiminde taklit öğesi önemlidir. Bizlerin ağzından çıkacak olan her söz, yaptığımız her hareket bu nedenle çok çok önemli. Bunun sorumluluğunun bilinciyle hareket ediyoruz. Yaptığımız her şeyi ince eleyip sık dokumak zorundayız. Zaman zaman çocuk gelişimcilerden, psikologlardan, doktorlardan yardım alıyoruz. Her şey çocuklara daha iyi, daha doğru ulaşmak için elbette. Tüm bu süreç, çocukların karşısına çıktığımızda kocaman bir mutluluk olarak bizi ödüllendiriyor” diye konuştu. Yeni sezonda “Şeker Çocukların Düşleri”yle “merhaba” diyeceklerini kaydeden Yavşan, bu oyunda minik tiyatroseverlere, “gerçek denilenlerin ardındakileri aramaları gerektiğini anlatacaklarını” belirtti. Geçen sezon sahneye taşınan, “Hiçyemez Prenses” adlı oyunu bu yıl da sahneleyeceklerini anlatan Yavşan, oyunda beslenme bozukluklarına, ye mek seçme ve ayaküstü yeme alışkanlığının olumsuzluklarına dikkat çekildiğini vurguladı. Yavşan şöyle konuştu: “Tiyatro Pembe Kurbağa olarak geleneksel Türk tiyatrosunun yaşatılmasına katkı vermek amacıyla her yıl mutlaka sahnelerimize taşıdığımız ‘Gölge Oyunu Karagöz Hacivat’ bu yıl da ‘Karagöz Düş Gezgini’ adlı eserle sahnemizde yer bulup küçük seyircilerimizle buluşacak. Geleneksel Türk tiyatrosunun yaşatılması çok önemli. Bunun yanı sıra ülkemizde yalnızca bizim tiyatromuz tarafından, hem de 2006 yılından bu yana gerçekleştirilen ‘Bebek Tiyatrosu’ bu sezon da miniminnacıkları karşılamaya hazır. Yeni sezonda 03 yaşa yönelik 4 farklı oyunu da sahnelerimize taşıyacağız. Tiyatromuz 7 Ekim Pazar günü, bu yaş grubunun ilk oyunu ‘Kırmızı Şapkalı Kurbağalar’ ile minikleri buluşturacak. Ayrıca bu yıl 7 farklı oyunu sahneleyeceğiz. Perdelerimizi de 6 Ekim Cumartesi günü açacağız.” ‘Van Gogh Alive’ İstanbul’dan sonra başkentte İlaç firması Abdi İbrahim’in, 100. yıl kutlamaları kapsamında Türk sanatseverlerle buluşturduğu, “Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi”; İstanbul’dan sonra Ankaralı sanatseverlerin beğenisine sunulacak. Cermodern’de, 16 Ekim3 Ocak günleri arasında görülebilecek olan sergide, dünyanın en ünlü ressamlarından Vincent Van Gogh’un en ünlü eserleri, izleyiciyi ışık, renk ve ses senfonisinin içine alacak. Abdi İbrahim, 100’üncü kuruluş yıldönümünü dünyanın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilen Van Gogh’un eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta sunan sergiyle kutluyor. Sergi, izleyiciyi alışılageldik müze kavramının ötesine geçirerek, Van Gogh’un en ünlü eserlerini bugüne kadar hiç deneyimlenmemiş yepyeni bir formatta, resmin hikâyesinin içinde bir yolculuğa çıkarıyor. İstanbul’da açıldığı günden itibaren ziyaretçi akınına uğrayan ve 150 binden fazla kişiyi ağırlayan, “Van Gogh Alive Dijital Sanat Sergisi”, 16 Ekim03 Ocak günleri arasında Cermodern’de ziyaretçilerini ağırlayacak. “Van Gogh Alive Digital Sanat Sergisi”nde, SENSORY4 teknolojisiyle donatılmış yüksek çözünürlüklü 40 projektör aracılığıyla, çok kanallı animasyonlar ve sinema kalitesindeki surround ses sistemi birleştirilerek; dünyada en çok ilgi çeken bir görüntü kullanılıyor. Sanatseverlerin dokunmak isteyeceği kadar gerçek, dev boyutlardaki kristal netliğindeki görüntüler, İstanbul Karaköy Antrepo ve Cermodern için özel olarak tasarlanan çok çeşitli ekranları ve yüzeyleri aydınlatıyor. 3 binin üzerinde dijital imaj ile Van Gogh’un en ünlü eserleri, projektörlerden aynı anda akıp zengin surround ses sistemi ile güçlü bir klasik müzik eşliğinde senkronize olarak, ziyaretçinin etrafını saran bir gösteri ziyafeti sunuyor. Çerçevesi olmayan sergide, ünlü sanatçının 18801890 yılları arasındaki dönemi çalışmaları ve hayat deneyimlerinden oluşan coşkulu ve canlı detaylara sahip yapıtları; dev ekranlara, duvarlara, kolonlara, zemine, hatta tavana yansıtılıyor. Yayımlanmaya değer görülen 2. öykü ÇIĞLIK / ALTUĞ TURGAY Mutfaktaki çekmeceleri karıştırdı. Bir kibrit, bir çakmak, herhangi bir ateş kaynağı arıyordu. Bir kibrit kutusu buldu. Üç çöp kalmıştı içinde yalnızca. En soldakini aldı. Tüm sinirini çıkarırcasına vuruyordu kibriti, kutusuna. Sonunda elindeki çöp kırıldı. Ne kadar beceriksizdi… Bir kibriti yakmayı bile beceremiyordu. Kutuyu açıp yine soldakini aldı. Bunu da kırmaktan korkuyordu. Küçük küçük birçok vuruştan sonra kibrit alev aldı. Sabahtan kalma sigarasını yaktı. Masadan Gökkuşağı Mahkemesi’ni ruhu henüz çocukken yazdığı ilk hikâyesini aldı. Kibritin son çöplerini de sigara için harcamaktan korkmuştu. Gülümsedi. Böyle küçük korkuları vardı. Büyük korkuların hayatı kısıtladığını ama küçük korkuların yaşama heyecan kattığını düşünürdü. Birkaç denemeden sonra kibriti yaktı ve kâğıdın ucuna tuttu. Yanan kâğıdın kokusunu hafif buldu. Gerçekten de çocukçaymış diye düşündü. Yanan kâğıdı masanın üstünde bırakarak yatak odasına geçti. Yatağının yanındaki dolabın alt çekmecesinden eski yazılarını çıkardı. Hepsini kucaklayarak mutfağa döndü. Teker teker tutuşturmaya başladı. Biri yandıkça diğerini yakıyordu. Gözleri alevlendi. Artık yakmak için ateşe ihtiyacı kalmamıştı. Masanın üstünde çıkardığı bu yangını besleyecek kâğıdı kalmadığında yatak odasına döndü. Yanlışlıkla açtığı boş çekmeceyi kapattı ve üstündeki çekmeceyi açtı. Şiirlerini meydana çıkardı. Şiirleri yakmanın daha etkili olacağından emindi. Şiirlerinin de çabucak yandığını görmek onu şaşırttı. Şiirlerine hikâyelerinden daha çok güvenirdi. Hayal kırıklığına benzer bir duygu yaşadı. Cebinden Son Ateş’i bitirme hayalini kurduğu son hikâyesini çıkardı. Onu da ateşe attı. En kolay yanan bu olmuştu. Ne kadar da basitmiş diye mırıldandı… Aklına bir düşünce gelmişti. Odasına döndü ve kolonyayı buldu. Önce kitaplığına döktü. Mutfakta yanmaya başlamış tahta sandalyesini aldı. Odasına dönüp kitaplığa fırlattı. Tam tahmin ettiği gibi… Kitaplar ateşe karşı direniyordu ve kendi çıplak hikâyelerinin yanında birer kale gibi duruyordu. Okuduğu tüm yazarlara içinden saygı duydu. Kitaplarını yanmaya terk ederken elindeki şişeyle tüm evi gezdi. Yanına henüz yanmamış birkaç boş kâğıt ve baba yadigârı dolma kalemini aldı, evden çıktı ve kapıyı kapattı. Gözlerindeki alev artık sönmüştü. Kapıya arkası dönük halde durdu birkaç dakika boyunca. İçerideki eşyanın ve harflerin yanış sesini duyabiliyordu. Sonra onu ürperten bir ses duydu. Bir çığlıktı bu. Yazarlığının çığlığı… Öylece duruyordu. Şaşkınlıktan kaskatı kesilmişti. Kâğıtları ve kalemini yere düşürdü. Onları almak için eğildiğinde ayağa kalkamadı. Yapabileceği hiçbir şey yoktu artık. Her şeyini yakmıştı. Hiçbir şeyi becerememişti işte. Önce kendi hayatını mahvetmişti, şimdi de bile bile kendi evini yakmıştı. Ağlamaya başladı. Yıllardır ağlamamıştı. Gözyaşlarıyla birlikte yıllarını, hayal kırıklıklarını, uğraşlarını ve tüm umutlarını döküyordu. Ağladı, ağladı… Düzeltme Prof. Dr. Kurthan Fişek ile ilgili dünkü haberimizde, “eski TİP milletvekili” ifadesi yer almıştır. Doğrusu, “milletvekilliği değil TİP üyeliği” yapmıştır. Düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz. Telefon Eposta 21 Eylül 2012 Cuma C M Y B C M Y B Sahibi : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Yazışma Adresi : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu,Ahmet Rasim Sokak No:14 06550 Çankaya : 0312 442 30 50 : [email protected] : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri Dağıtım : YAYSAT Yerel ve süreli yayın Yayımlayan
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle