Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 TEMMUZ 2012 ÇARŞAMBA A2 ANKARA Kültür Sanat Genç piyanist Can Çakmur’un iki tutkusu var: GÖRÜNÜM A. Celal B NZET acbinzet@gmail.com ¦ Henüz 15 yaşındasın ve pek çok yerde tek başına sahneye çıkıp, pek çok bestecinin eserlerini icra ediyorsun... Bu çok yorucu bir şey aslında, ancak bir o kadar da keyifli. ‘Liszt’ten nefret etmiştim’ ¦ Hangi bestecinin eserlerini ¦ Henüz 5 yaşındayken piyano çalmaya başlamışsın... Bu nasıl oldu? Senin müziğe olan yeteneğini nasıl keşfettiler? Annemin anlattığına göre, ben henüz 3.54 yaşındayken, bas gitar çalmak istemişim. Barış Manço’nun ölümüyle gerçekleşmiş bu isteğim. Kurtalan Ekspres’ten etkilenmişim sanırım o dönemler. Kurtalan Ekspres ve Ahmet Güvenç’ten. Oyuncak bir telefonum varmış ve o telefondan, sanki gerçekmiş gibi, Ahmet Güvenç’i arayıp, “Alo Ahmet, gitarımın teli koptu. Sence nereden bir gitar teli bulabilirim?” diye soruyormuşum. (Gülüyor) Annem ve babamın dikkatini çekmiş bu davranışım. Sonra, bir gün, bir müzik okulunun broşürünü görmüş ailem posta kutumuzda. “Herhalde bu çocuk müziğe ilgili. Müzik okuluna gidelim ve müziğe olan yatkınlığını test edelim” diye düşünmüşler. O müzik okulunda müzik dersleri almaya başladım ancak nefret ettim müzikten. O zamanlar ODTÜ’nün yuvasına gidiyordum. Müzik okulunda öğretilen ritimler, manasız gelmişti bana. Sanırım öğretmenimi de sevmemiştim. Sonra, “Bana gitar alın” diye tutturduğumu anımsıyorum. Küçük bir gitarım vardı önceleri, sonraysa piyanoya merak sardım. seslendirmeyi seviyorsun? Çok zor bir soru. Zor çünkü her iki ayda bir düşüncelerim değişiyor diyebilirim. Bana göre her bestecinin kendisine özgü özellikleri var. Kendi dehalarını gösteriyorlar eserlerinde. Ancak ben bu zamanlarda, Schubert’i biraz daha kendime yakın hissediyorum diyebilirm. Hatta biliyor musunuz, bir dönem Liszt’ten nefret etmiştim. Sanırım, bir ara onun erken dönem eserlerine çok yoğunlaşmışım. Sonradan öğrendim ki, Liszt’in erken dönem eserleri çok iyi değilmiş. Yani müzik eleştirmenleri öyle söylüyor. Şimdi Liszt’i de kendime yakın buluyorum. Çünkü onun daha sonraki eserlerinde edebiyata, sanata olan tutkusunu görebilmek mümkün. ¦ Sohbetimizin hemen başında, müzisyen olmak isteyen pek çok genç vardır. Piyanist olmaksa ayrı bir ekol haline geldi. Ancak iyi bir piyanist olmanın bana göre tek bir şartı var; o da çok okumak. Yoksa sadece tuşlara basmak yeterli değil. Kişinin entellektüel birikiminin olması çok önemli. O nedenle diyorum ki, neden bu eserler Türkçeye çevrilmiyor? Anlamak güç. ‘Okullardaki dersler yetersiz’ ¦ Peki sence bugün okullarda annen çok kitap okuduğunu ve bu kitapların çoğunun müzikle ilgili olduğundan söz etti... Okumadan olmuyor ki... Kitap okumaya beni kimse teşvik etmedi. Bu tamamen benim kendi merakım. ¦ Okuduğun kitapların çoğu da İngilizceymiş... Çünkü ne yazık ki özellikle klasik Batı müziği üzerine Türkçe eser sayısı çok az. Hemen hemen hepsi İngilizce. Bence tüm bu kitapların Türkçe çevirilerinin yapılması gerekiyor. Bu çok büyük bir eksiklik. Eminim Türkiye’de yeteri kadar sanat dersleri veriliyor mu? Müzik gibi mesela... Ne yazık ki hayır. Bugün müzik eğitimini yalnız klasik müzik eğitimi olarak algılayanlar var. Bense müzik eğitiminde klasik müzik kadar, Doğu kültürünün müziklerinin de öğretilmesi gerektiğine inanıyorum. Kabul ediyorum, Batı kültürünün çok zengin bir müzikal birikimi var ve o birikimin öğrenilmesi gerekir. Besteciler örneğin... Lakin Doğu kültürü de çok önemli. Doğu’nun da Batı’nınkinden çok farkı tınıları var müziğinde. Oysa biz bugün ne yazık ki yalnızca müzik derslerinde sadece şarkı söylüyoruz ya da blok flüt çalıyoruz. Müzik derslerini böyle algılıyoruz. Bence bu çok yanlış ve yetersiz. ¦ Piyano tutkundan önce bir fizikçi olmak istediğinden söz etmiştin... Fiziğe, matematiğe ilgin var mı? : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR 4 Temmuz 2012 Çarşamba Sahibi Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon Yazışma Adresi Telefon Eposta : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu, Ahmet Rasim Sokak No:14 06550 Çankaya : 0312 442 30 50 : ankcum@cumhuriyet.com.tr : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri Dağıtım : YAYSAT Yerel ve süreli yayın Yayımlayan C M Y B C M Y B “ ¦ İlk eğitmenin Leyla Mamedova’ymış... Evet, piyanoya onunla başladım. O zaman 5 yaşındaydım. Ne yalan söyleyeyim, ben piyanist olmak istemiyordum aslında. İyi bir fizikçi olmak istiyordum. Sonra, Haydn, Mozart ve Beethoven’ın eserlerini çalmaya başladım. Müzik okullarının konserlerine çıktım, orada insanların, “Bize çaldığın eserlerde bir şeyler anlatmaya çalıştın ve bu çok hoşumuza gitti” dediklerine tanık oldum. Müziğe olan tutkum da böyle başladı. “ Beni kimse kitap okumaya teşvik etmedi, bu tamamen benim kendi merakım. İyi bir piyanist olmanın bana göre tek bir şartı var; o da çok okumak. Yoksa sadece tuşlara basmak yeterli değil. Bence iyi bir müzisyen olmak için fizik, kimya, matematik gibi dersler de çok önemli. Özellikle de matematiksel zekâya sahip olmak çok önemli. ‘Ordu beni şaşırttı’ ¦ Peki sence bir devletin sanat politikası ne olmalı? Bakın, geçen aylarda Ordu’da bir konser gerçekleştirmiştim. Ordu’da gördüğüm şey, beni çok şaşırttı. Aynı gün, Devlet Tiyatroları’nın Ordu’daki sahnesinin açılışı vardı ve bir oyun sahneleniyordu. Salon hınca hınç doluydu. Sonra şehirde sergiler ve başka tiyatro gösterileri de vardı. O etkinlikler de doluydu. Benim konserim de doluydu. Ordu’nun nüfusu 190 bin civarında. Ancak gördüm ki insanlar sanatsal etkinlikleri severek takip ediyor. İnsanların ilgisini çekiyor sanat, çekmiyor diyemeyiz. O zaman devlete şöyle bir görev düşüyor: Sanatsal faaliyetlerin reklamını yapmak. Devlet Tiyatroları’nın, konser salonlarının tanıtımını yapmak. İnanın sanata ilgi duyanlar o kadar çok ki aslında. ¦ İnsanlar sence yeterince sanata tutkun mu? Sadece tanıtım mı tek neden? Tabii ki tek neden tanıtım değil. Sanata ilgi duyan bir kesim elbette var, onu söylemek istiyorum. Ancak ne yazık ki çoğu insan da sanatın farkında değil. Örneğin : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER “ Can Çakmur, henüz 15 yaşında. Genç bir piyanist... Bugüne değin gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında aldığı ödüller, deyim yerindeyse, “yaşından büyük.” Henüz, 5 yaşındayken müziğe piyano ile başladı. 2010 yılında, Belçika’da düzenlenen “X. Les Recontres Internationales des Jeures Pianisters/ Uluslararası Piyano Yarışması”nda finale kaldı. Sonrasında, Belçika European Piano Teachers Association Başkanı Prof. Diane Andersen tarafından “Uluslararası Ustalık Sınıfı”na katılmak üzere davet edildi. Bu çerçevede, 2010 yılından bugüne değin Belçika’da, Prof. Diane Andersen, Prof. Andre de Groote, Prof. Johann Schmidt, Prof. Dora de Marinis ve Fransa’da Prof. Jun Kanno ile “Piyanoda Ustalık Sınıfları”na katıldı. 2011’de, Roma’da düzenlenen “Uluslararası Roma Piyano Yarışması”nda ikinci oldu. Bu yılın başında, Paris’te, Schola Cantorum Konservatuvarı’na kabul edildi. ODTÜ Geliştirme Vakfı Lisesi öğrencisi olan Can, aynı zamanda bu konservatuvarda, yarı zamanlı olarak Prof. Marcella Grudeli ile piyano eğitimi sürdürüyor. Can, Türkiye’de de piyano eğitimine devam ediyor. Onun Türkiye’deki en büyük yardımcısı ise Emre Şen, Ayşe Kaptan ve Leyla Mamedova Bekensir. 2005 yılından bu yana Belçika’daki Waterloo ve Wavre kentleri ile Roma gibi pek çok ülkede, kentte, konser gerçekleştirdi. Ankara, İstanbul, Eskişehir ve Ordu’da da çeşitli resitaller verdi. Yani o deyim yerindeyse, 1948 yılında müzik alanında özel yetenekli çocuklar için çıkarılan yasada da tarif edilen Türkiye’deki “harika çocuklardan biri” ve devlet tarafından keşfedilmeyi bekliyor. Can, dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say gibi, “gerçek bir piyanist” olmak istiyor. Bunun içinse geçerli tek bir şeyin olduğunu belirtiyor; çok okumak. Ayrıca Can’a göre bugün tüm dünyada sanatın gerçek anlamda tek bir düşmanı var; o da “kapitalizm.” Genç piyanist Can Çakmur’la, “sanat” üzerine konuştuk: Piyano ve kitap “ SELDA GÜNEYSU ‘15. Devlet Fotoğraf Yarışması Sergisi2012’ ültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel K Müdürlüğü’nün öncülüğünde bu yıl 15.si düzenlenen fotoğraf yarışması sergisi geçtiğimiz hafta Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde açıldı. İki yılda bir düzenlendiğine göre 30 yıllık bir zaman aralığını kapsıyor söz konusu sergiler. Bu yıl yarışma 4 dalda düzenlenmiş: “Anadolu’da İnsan ve Yaşam”, “Anadolu’da Doğal Hayat”, Anadolu’da Tarihi Yapılar” ve “Deneysel Çalışmalar”. 310 sanatçının toplam 2468 yapıtla katıldığı yarışma sonucunda 67 sanatçının 92 fotoğrafı sergilemeye değer bulunmuş. Piyano çalmaya 5 yaşında başladım. Bir müzik okuluna gönderdi ailem. Ne yalan söyleyeyim, o müzik okulundaki müzik derslerinden nefret etmeye başladım. Öğretilen ritimler manasız gelmişti bana. Sonra, Haydn, Mozart ve Beethoven’ın eserlerini çalmaya başladım. Müzik okullarının konserlerine çıktım, müziğe olan tutkum da böyle başladı. müzik... 19. yüzyılda burjuvaların aktivitesi haline dönüştürülmüş. Bu nedenle de alt kesim nefret etmiş klasik müzikten. Tüm dünyada böyleymiş. Oysa, 18. yüzyıldaki müzisyenlerin amacı asla bu değilmiş. Örneğin Beethoven hiçbir krallığa bağlı çalışmamakla övünen bir besteci. Halkın müziğini yapacağını söylüyor her fırsatta. Peki bugün neden aslında halkın müziğini yapmak isteyen müzisyenlerin müziği “burjuva” olarak nitelendiriliyor, onu anlamak güç gerçekten. Üstelik özellikle ülkemizde pek çok müzisyen, Fazıl Say gibi, bu algıyı kırmak için çok çalıştığı halde... ‘Müziğin düşmanı totoliter rejimler’ ¦ Bu durumun sence ekonomi ile bir ilgisi var mı? Elbette var. Aslında ekonominin müzikle ilgisinin olmaması gerekir. Olmak zorunda kalıyor ama... Özellikle bizim ülkemizde. Mesela bir konser salonu. Bu konser salonunun bir maliyeti var. Konser salonunda düzenlenen konserlerin de... Bu maliyet de konserlerin bilet fiyatlarına yansıyor. Oysa müziğin, sanatın, yayılabilmesi için “kapitalizmden” bağımsız olması gerekiyor. Bir yerde okumuştum, “Müziğin en büyük düşmanı kapitalizm ve totoliter rejim” deniyordu. Bence bu tespit son derece doğru. Fotoğraf tekniğinin günümüzde ulaştığı teknolojik kolaylığın, söz konusu sanatın yaygınlaşmasındaki rolü yadsınamaz. Bilindiği gibi, fotoğraf çekmenin günlük yaşamımızdaki yeri inanılmaz boyutlara ulaşmıştır bugün. Ama hemen arkasından eklemeliyiz ki, çekilen her kareyi bir sanat yapıtı olarak yorumlamak olanaksızdır. Makinenin gerisindeki gözün hangi estetik birikimler ve duyuşların etkisiyle baktığını bilmek önemlidir kanımca. Tıpkı bir ressamın, tuvalini ölçüp biçerek alanı üzerindeki her yerin önceden hesaplanmasına benzer bir endişeyle, doğanın sonsuzluğu içinden kendine bir bölüm ayırması gerekiyor. Yaşamın hareketliliğinde bu eylemin gerçekleşebilmesi için kendisine düşen zamanın son derece kısıtlı olduğu gerçeğinin unutulmaması gerektiğini de ekleyelim sözlerimize. Sözün kısası, estetik duyuşla birleşmiş dinamik bir algılamanın, çekilen görüntüyü sanat yapıtı düzeyine çıkaracağı açıktır. Fotoğrafı sanat düzeyine çıkarmış ustaların çalışmaları incelendiğinde ne demek istendiği anlaşılacaktır sanırım. Hemen ekleyelim ki bu sergide yer alan fotoğraflarda geleceğe dönük beklentilerimizi boşa çıkarmayacak denli önemli görüntüler yer alıyor. İşin bu noktasında, sanatın özendirilerek, toplumda yaygınlaştırılmasında devletin oynadığı öncü rolünü bir kez daha vurgulamak yerinde olacak. Yeri gelmişken, sergide yer alan tüm fotoğrafları birleştiren temel bir yaklaşıma değinmek zorunlu gibi. Orada günümüzün çarpık kentleşmesine ilişkin en küçük bir ize rastlamak olanaksız. Anadolu’nun insan, doğa ve tarih birikimlerinin yansıdığı görüntüler, üzerinde yaşadığımız toprakların onca hoyratlığa karşın nasıl hâlâ zengin kalabildiğinin göstergesi sayılabilir. A.Kadir Ekinci, Bekir İnce, Musa Talaşlı “Anadolu’da İnsan ve Yaşam”; Fatih Özenbaş, Erdal Yavuzak, İlkay Çağatay Yılmaz “Anadolu’da Doğal Hayat”; Cem Özgül, Ahmet Fatih Sönmez, Musa Talaşlı “Anadolu’da Tarihi Yapılar”; Nuri Çoban, Leyla Emektar ve Erol Mollaibrahimoğlu da “Deneysel Çalışmalar” dalında Başarı Ödülü’ne değer görüldüler. Yarışma alanları başlığında “yaşam” ve “hayat” sözcüklerinin kullanımındaki ayrımı unutmadan, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sanata olan katkılarının artarak sürmesini beklemek ve emeği geçenleri kutlamak gerekiyor. SATILIK KONUT SAHİBİNDEN Maltepe’de 3+1 5.katta yapılı daire 210.000 TL 0532 238 01 39 KORSAN KİTAP KÖTÜ BASILIR. OKUMA ALIŞKANLIĞINI YOK EDER. BESAM