Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 4 Aralık 2012 Salı a4 Yaşam ürkiye’nin Brunei’den, Kongo’dan, Mozambik’ten saman almadığı yıllardı... Aynı şekilde pirinç, mısır, susam, arpa dışarıdan alınmıyordu... Bugün dünyanın en büyük pamuk ithalatçıları arasında yer alan Türkiye, en büyük ihracatçılardan biriydi. Tütünler elde kalıyor, angusun ne olduğu bilinmiyordu. Turgut Özal’ın “çikita” modeliyle tanıştırdığı yurdum insanı muzu, Alanya’dan yer, İngiliz yerine Rize dağlarında yetişen çayı yudumlardı. Tüm bunlar bilimin, aklın pusulasıyla kurulan Cumhuriyetin felsefesinin ürünüydü. Cumhuriyetin tarım alanındaki öncü kurumlarından biri de Ankara’daki Yüksek Ziraat Enstitüsü, bugünkü adıyla Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi idi. Fakülte, Cumhuriyetin 10. yılı törenleri kapsamında 30 Ekim 1933’te açıldı. Ama açılış öncesinde cumhuriyet, tarım laboratuvarını kurmak için arı gibi çalıştı. Arka arkaya çıkılan ihalelerle binalar inşa edildi, içleri donatıldı. Temmuz ayında, okulun ilk şanslı öğrencilerinin alımı için duyuru yapılıyordu: “1933 ders senesi için Ankara Ziraat Fakültesi’ne 5 kız ve 45 erkek olmak üzere 50, baytar fakültesine 50 talebe alınacaktır.” T Brunei’den Saman Almadan Önce... yayımlanan bir diğer ilanda, üniversitenin gereksinimleri şöyle sıralanıyordu: terbiyesi ile atbaşı yürüyerek 11 milyon kıymet yapacak olan bu ilim ocaklarını ümit ve hararetle selamlarız.” Dönemin erken modern mimarisinin ilk örneklerinden olan enstitü binalarının mimarı Arnold Ernst Egli adlı İsvirçeli bir mimardı. Sararmış Sayfalar FIRAT KOZOK “400 çorba tabağı, 400 komposto için ufak çukur tabak, 70 tuzluk, 70 ekmeklik, 70 çorba kepçesi...” Aylar süren çalışmaların ardından açılış gününün gelip çattığı, davetiyelerden öğreniliyordu. Davetiyelerde enstitü, “Cumhuriyetin büyük eserlerinden biri ve yalnız memlekete değil, ilim alemine de bir hediyesi” olarak tanımlanıyordu. Açılış konuşmasını yapan Başvekil İsmet İnönü, 4 fakülte ve 33 enstitüden oluşan bu kurumu bir üniversite olarak tanıdıklarını belirtiyordu. İlk dersleri Alman profesörler verdi Enstitüde ilk dönemde öğretim, Alman profesörlerin idaresindeydi. Bu öğretim üyeleri, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti ile Almanya hükümeti arasında yapılan anlaşma ile gelen hocalardı. 19331934 eğitim öğretim yılında 4 fakültede 17 Ord. Prof. Dr. görev yaparken, bunların 6’sı Ziraat Fakültesi öğretim üyelerinden oluşuyordu. Bunlardan biri olan Prof. Garjner’in gelişi, gazete sayfalarında şöyle duyuruluyordu: “Ziraat vekaleti tarafından haşerat ve nebatat hastalıkları mütehassısı olarak Almanya’dan profesör Garjner getirtilmiştir. Mumaileyh doğrudan doğruya vekalet emrinde çalışacaktır. Bundan başka Yüksek Ziraat Enstitüsü için birkaç profesörün gelmek üzere olduğu haber alınmıştır.” Enstitütüde ilk dönemde dersler Almanca olarak veriliyor ve Türk asistanlar tarafından Türkçeye çevriliyordu. Bu asistanlar, İstanbul Halkalı Ziraat Mektebi’nden mezun olduktan sonra ileri eğitim almak üzere Almanya’ya gitmiş olan gençlerdi. Gençler, enstitünün kurulduğu yıllarda ülkelerine geri dönmüş ve Alman profesörlerin yanına asistan ve tercüman olarak tayin edilmişlerdi. Alman bilim adamlarından biri de Otto Gerngross’tu. Alman hükümetinin görevlisi olarak Türkiye’ye gelen Gerngross, daha sonra kendini mülteci kabul etmiş ve ömrünün sonuna kadar Türkiye’de kalmıştı. fakültelerini geliştiren ve diğer ziraat fakültelerinin kuruluşlarında da katkıda bulunan “ana fakülte” olmanın sorumluluğunu üstlendi. Kuruluşundan bu yana 20 binin üzerinde ziraat yüksek mühendisi ve ziraat mühendisi mezun eden fakülte, bugün yaklaşık 500 dekarlık kampus alanı, araştırma uygulama çiftlikleri, araştırma istasyonları, güçlü öğretim elemanı ve idari personeli kadrolarıyla Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi ülkemizin en önde gelen öğretim ve araştırma kuruluşları arasında yer alıyor. Alıyor almasına da, zihniyet değiştiği için biz sapı da, samanı da artık dışarıdan alıyoruz... firatkozok@gmail.com Twitter.com/firatkozok Diğer fakültelerin anası oldu Enstitü, 1946 yılında Üniversite Yasası’nın kabulü ve Ankara Üniversitesi’nin kuruluşundan iki yıl sonra kapandı ve çalışmalarını üniversite çatısı altında sürdürmeye başladı. Özellikle 1955 yılına kadar ülkemizin tek ziraat fakültesi olarak görevini sürdüren Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi daha sonra; sırası ile Ege, Atatürk, Çukurova üniversitelerini kuran, bunların ziraat 400 kase, 70 çorba kepçesi... 2 Ekim 1933’te Cumhuriyet’te Cumhuriyet, açılıştan bir gün önce tarihi olayı fotoğraflarla anlatıyordu: “Bugün, Ankara’da, yüksek ziraat tedrisatile meşgul olacak dört fakülte ile ziraat ve baytarlığın muhtelif fen şubelerine ait yirmi iki enstitünün açılma merasimi yapılacaktır.” “11 milyon Türk köylüsünü, köy Ayna ayna güzel ayna rta yaş ve üzerindekiler bir fotoğraf makinesi yoktu. Hali vakti düşünsün: En eski fotoğrafınızda yerinde aileler belki bu imkâna sahipti. kaç yaşındasınız? Diğerleri eğer hatıralara Gençlik, çocukluk haydi bir meraklıysa çocuklarını adım daha ileri gideyim, mahallenin fotoğrafçısına bebeklik fotoğrafınız var götürüp “resmini” mı? Eğer varsa “çok çektirirlerdi. Kimi aileler de EKNO şanslı” nadir insanlardan fotoğrafçı amcanın karşısına birisiniz. hep birlikte geçerdi. DIRDI Hey gidi yıllar hey! 1970 Nereden nereye... Ne Deniz Araboğlu teknodirdir@gmail.com kuşağında doğan bugünün olduysa dijital fotoğraf orta yaşa yaklaşmış makinelerinin piyasaya gençlerinin bile pek çoğunun bebeklik çıkmasıyla birlikte oldu. Filmli fotoğrafı yok. Çünkü o yıllarda çoğu evde makineleri o güne kadar kullanmayan O T R Eğiliyor bükülüyor nsanın eğilip bükülmesi hiç hoş değil. Ama mevzu telefonsa iş değişir. Biz değil miyiz kırılan ekranlardan, cepte hareket serbestimizi kısıtlayan telefonlardan şikâyet eden? Nihayet çaresi bulunuyor. Eğilen, bükülen kağıt kadar ince telefonlar geliyor. Bunlar hayal değil, yakında yüzleşeceğimiz gerçekler. LG, Philips, Sharp, Sony ve Nokia hummalı şekilde çalışıyor. Eğilip bükülen telefonların prototipleri hazırlanıp teknoloji fuarlarında sergilenmeye başlandı bile. Bu tip cihazların 2013 bilemediniz 2014’te piyasaya çıkacağı konuşuluyor. Yarışta Samsung’un önde gittiğine dair çok ciddi söylentiler var. Samsung’un yeni nesil esnek akıllı telefonlarında OLED (Organic Light Emitting Diode / Işık Yayan Organik İ Diyot ) teknolojisini kullandığı belirtiliyor. Bu ekran hem ince hem hafif hem esnek hem de darbelere karşı dayanıklı. Eğilip bükülebilen telefonu yapabilmek için ekranın esnek olması bir başına yeterli değil elbette. Bir de telefonun esas fonksiyonlarını gören, o ekrana görüntü veren elektronik devreleri var. Telefonlar için geliştirilen esnek plastif devreler üzerinde 1960’lı yıllardan bu yana çalışılıyordu. Bunun ilk örneğini Philips 2005 yılında tanıtmıştı. Şimdi seri üretime başlanabilmesi için üreticilerin önünde tek bir engel kaldı: Yüksek maliyet. Araştırmacılar, “grafen” adı verilen elmastan daha dayanıklı, şeffaf, hafif, iletken ve esnek kabron üzerinde yoğunlaşmış durumda. Bir atom kalınlığındaki grafenin elektronikte çığır açağına inanılıyor. pek çok kişi, fiyatları uygun hale gelmeye başladığı 2000’li yıllarda “akıllı bıdık” makineler edinmeye başladı. Derken bu dijital fotoğraf makineleri cep telefonlarının içine girmeye başladı. İlk başta “çözünürlükleri” yani görüntü kaliteleri çok düşüktü, ama akıllı telefonların devreye girmesiyle o sorun da halledildi. Artık hepimiz Japon turistler gibiyiz. Sokakta kimin cebine baksan, öyle ya da böyle bir kamera çıkıyor. Bu ortamda olan meşhur sanatçılara oluyor tabii! Sokakta yürümek ne mümkün. Gören koluna girip “Birlikte fotoğraf çektirebilir miyiz?” diye yapışıyor yakasına. Bir de fotoğraf çekme işini başkalarına bırakmayanlar var kuşkusuz. Elindeki fotoğraf makinesini bir kol boyu uzatıp yanağını yanağına yapıştırıveriyor. Bir elinde tuttuğu makineye “Ayna ayna güzel ayna, söyle var mı benden güzeli” der gibi poz verirken, sizden de aynı şeyi yapmanızı bekliyor. Kendi işini kendi görecek diye, bir deneme, iki deneme, olmadı bir daha, bir daha! Hâlâ sıkılmadıysanız, çok sabırlısınız! Bu olayları anlatmaya dahi bunalmaya başmıştım ki, iyi haber yine Güney Turkcell kütüphaneyi cebe taşıdı asıl yazılı basının yerini internet medyası işgal etmeye başladıysa, yakın gelecekte kağıda basılı kitapların yerini de elektronik kitapların alması kaçınılmaz. Başta ABD olmak üzere “zengin ve gelişmiş” ülkelerde her geçen gün daha da yaygınlaşan elektronik kitapların Türkiye’deki mazisi henüz çok yeni. Bu nedenle de okumak istediğiniz her kitabın elektronik basımını bulabilmek mümkün olmuyor. ABD’de yayıncılık içerisinde yüzde 13’e ulaşan elekronik kitapların payı Türkiye’de yalnızca binde 4. Turkcell’den gelen adım ise bu anlamda çok sevindirici. Turkcell yaklaşık 4 bin eserden oluşan elektronik kitap arşivini “Turkcell Kitaplık” adıya hizmete soktu. Turkcell kütüphanenin içeriğini oluştururken, Türkiye’nin elektronik kitap sektöründe öncü olabilmek için yoğun çaba harcayan Idefix ile işbirliğine gitti. Elektronik kitaplar şu an için sadece iPhone ve iPad ile satın alınarak okunabiliyor. Kısa süre içerisinde uygulamanın Android versiyonu da devreye girecek. Elektronik kitapların en önemli özelliği çevre dostu olması, kağıt kullanımına son vermesi. Bunun dışında “kullanıcı dostu” yanları da var. Misal, kitap üzerinde çok hızlı sözcük araması yapabilmeniz ya da sayfa üzerine notlar alabilmeniz. Seyahate çıkarken yanınızda 56 kitap taşımak yerine bir tablet bilgisayar içerisinde binlerce seçeneğe sahip olmak da cabası! N Kore’den, Samsung’dan geldi. Akıllı telefon, akıllı bilgisayar derken akıllı kamerayı da üretmeyi başardı Samsung. Model kodu DV300F. Ona “akıllı” denilmesinin nedeni çok, ama tercih edilmesinin en önemli nedeni ön taraftaki ekranı olacak. Bu ekran, kendi kendizi çekerken, nasıl bir görüntü verdiğinizi de gösteriyor. Makinenin wifi özelliği de önemli bir artı değeri. Çektiğiniz fotoğrafları kablo ihtiyacı duymadan akıllı telefonlara ya da bilgisayarlara aktarabiliyorsunuz. Facebook, Twitter, Intagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde hızla hareket edebilmek artık daha kolay. Kameranın çözünürlüğü de üst düzey. 16.1 megapiksel fotoğraf ve HD kalitesinde video çekebiliyor. Tek olumsuz yanı, zoom özelliğinin “kısıtlı” olması. 25125 milimetre. aralığında 5X yakınlaştırma özelliğine sahip bulunuyor. O da küçük ve hafif bir makine olmasının kaçınılmaz sonucu. Pil hariç ağırlığı 120 gram. C MY B