27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sayfa 4 Aralık 2012 Salı a2 ‘Disco 5 No’lu’ adlı Kürtçe oyun 12 Eylül döneminde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yapılan işkenceleri konu ediniyor... Kültür sanat Şefik KAHRAMANKAPTAN sefik@kahramankaptan.com Örümcekten mahkuma SELDA GÜNEYSU YANSIMALAR İstanbul’da faaliyet gösteren ve Kürtçe oyunları sahneye taşıyan Destar Tiyatro, 12 Eylül askeri darbesinden sonra Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde yapılan işkenceleri konu edinen “Disco 5 No’lu” adlı oyunla, yarın, başkentli tiyatro izleyicisi ile buluşacak. Geçen yıllarda yaşadığı ekonomik sıkıntı nedeniyle kapanan Ankara Ekin Tiyatrosu’nun Kızılay Menekşe Sokak’taki binasında sahneye taşınacak oyun, “bir örümcek, bir sinek, bir fare, bir köpek, bir gardiyan ve bir mahkumu tek vücutta” anlatıyor. Oyun yarın saat 20.00’de, Türkçe altyazılı olarak başkentli izleyicinin beğenisine sunulacak. Mîrza Metîn’in yazıp, oynadığı oyun, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi ile ilgili anı, araştırma, belgesel çalışması ve görüşmeler kaynak alınarak yazılmış. Oyun, örümcek ağları ile dolu bir hücrede, bir örümceğin yapılan işkencelere tanık olması ve bu tanıklığı bire bir izleyici ile paylaşmasıyla başlıyor. Ardından örümcek, bir anda mahkuma dönüşüyor. ‘Bir farenin yarısı...’ Oyunda, 12 Eylül döneminde Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde bulunan Abdürrahim Simavi’nin ve diğer mahkumların daha önce anlattığı şu sözler de Mîrza Metîn tarafından sahneye yansıtılıyor: “Vahşet Diyarbakır Cezaevi’de başlamadı. 9095 gün gözaltılar var. Ben 96 gün gözaltında kaldım. Resmi gözaltı süresi 90 gün. Ama 6 gün gözaltımı geç yazmışlar. Mardin’de, Diyarbakır’da onlarca insan katledildi. Gözaltına alıp katlettiler. Foseptik çukurlarından tutun, dışkı yedirtmeye, joplar, kardeşi kardeşin üstüne idrarını ettirmeye kadar... Burada söylenmeyecek o kadar çok vahşetler yaşandı ki... Diyarbakır Cezaevi’nde hafif sallanabileceğim kadar bir hücre vardı. Ayakta kalabileceğim kadar... O hücrelerde 22 kişi ayakta istiflendi. Bazı hücrelerde 40 kişinin kaldığı söyleniyor. O hücrenin altındaki foseptik çukurunda insan pisliği içinde yatırılan insanlar vardı. Bir farenin yarısı yedirildi bana. Gülerek ayakta kalabiliyorduk. Gülmediğin sürece zalim kahkaha atar. Onların direncini kıracak tek şey gülebilmektir. Farenin diğer kısmını yiyen arkadaşımla hâlâ yumuşak tarafını ben yedim diye şakalaşırız. Ağzımda diş kalmadı. Binlerce insan benden çok daha feci şeyler gördü. ‘Jo’ diye bir köpeğ vardı bir yüzbaşının. Ona tekmil vermediğimiz sürece saldırırdı. Öyle eğitilmişti. Yüzbaşı Sait Oktay Yıldırım, ‘O benim, ben oyum. Ben gelmediğim zaman ona tekmil verirsiniz’ derdi.” Viyolada Çini Tınısı... yönelikse kınıyoruz. Ama az da olsa, rastlantıların beslediği, çok olumlu sonuçlara yol açan, ülke yararına, alkışlanmaya değer örnekler de var. İznik Vakfı’nın geleneksel İznik çinisinin sırrını çözüp yeniden üretimini sağlaması, yanına İznik Viyola Kampı’nın da eklenip çeşitli ülkelerden yüzlerce müzik öğrencisinin yararlandırılması gibi... İznik Vakfı’nın kurucusu ve başkanı Prof. Dr. Işıl Akbaygil, TEB Yönetim Kurulu Başkanı Akın Akbaygil’in eşi olmasaydı, İznik’in bir kültürsanat merkezi olmasını da hedefleyen projesine kolay destekçi bulabilir miydi? Işıl Akbaygil’in kızkardeşi Betil Başeğmezler, yıllarını CSO ve Ankara Devlet Konservatuvarı’na vermiş bir viyola sanatçısı ve eğitimcisi olmasaydı, aklına vakıf bünyesinde bir Viyola Kampı açmak gelir miydi? Burada uluslararası alanda tanınmış solist ve eğitimci Prof. Tatyana Masurenko, iyi viyolacıların yetişmesine katkıda bulunmasaydı, besteci Nejat Başeğmezler, 20 viyola ve piyano için halk müziğimizden düzenlemeler ve besteler yapar mıydı? TEB Özel Bankacılık, 7 yıllık kamp çalışmaları sonunda, değişik yaşta, 10 ülkeden 21 sanatçının oluşturduğu İznik Vakfı Viyola Topluluğu’nu müşteri ve sanat çevreleriyle Çırağan Salonu’nun Mabeyn salonunda bir konserle paylaştı. İzlencede barok dönem konçertolar da, Tatyana Masurenko’nun üst düzey solistliğini sergilediği parçalar da vardı. Ama konseri hep anımsatacak olan, Nejat Başeğmezler’in “Düriye’nin Güğümleri”nden “Tombalacık Halimem”e kadar uzanan, Piazzola’yı da es geçmeyen düzenlemeleriydi. Viyolalara kendi içlerinde gruplar halinde ezgisel görevler verirken, piyano bu ezgilere çağdaş ve ritmik yaklaşımla katılıyordu. 20 viyolacı arasında Başeğmezler ailesinin, halen Atina Oda Orkestrası’nın başviyolacısı olan oğulları Ali’nin de yer aldığını da belirtmeliyim. TEB Genel Müdürü Varol Civil, konser öncesinde, sanat, tarih ve müziği bir araya getirmekten duydukları gururu vurgulamıştı. Ne denli gururlansa haklıdır. TEB’i bu çok yönlü ve olumlu toplumsal sorumluluk desteği nedeniyle candan kutlamak gerek. iyaset ve bürokratik atamalarda sıkça görüldüğü S üzere “nepotizm”, yani “akraba kayırmacılığı”, sadece kişisel çıkarlara ve olumsuz sonuçlara 153. kuruluş yıldönümünde Mülkiye Marşı SERDAR ŞAHİNKAYA XIX. yüzyıl biterken hastanın ateşi iyice yükselmiş… Komanın derinliği iyice artmış... Ve saflar bir kez daha klasik mevkilerine çekilmişlerdir. İşte bakın “hava [nın] kurşun gibi ağır” olduğu o muhâtaralı süreci, Erol Toy nasıl anlatmaktadır; “(…) Sanayi devrimi tamamlamak üzeredir. Teknik geliştikçe sömürü hesapsız boyutlara ulaşmış… Üretenin angaryası, tüketenin iştahı, alanın hevesi verenin çabası… Ezenin baskısı, ezilenin çığlığı ortalığı kasıp kavurmaya başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu en uzun yüzyılına böyle başlamıştır. Tam bir Hasta Adam’dır. Yerli, yabancı doktorlar başına üşüşür. Her kafadan bir ses, her bir ağızdan bir nefes çıkar. Tabiplerin her biri ötekinden daha acı reçeteler hazırlar. Hasta her reçeteden sonra, biraz daha fenalaşır. Kimse, ameliyata cesaret edemez ama reçetenin acısından daha acısına eli varır. Yüzyılın sonunda, ‘Boğazların Hasta Adamı’, tam anlamıyla bir komaya girmiştir.” Yeniden öğrenime açılan Mülkiye’de derslere Mondros Mütarekesi’nden beş gün sonra, 1918 yılının 5 Kasım günü, başlanır. Bir hafta sonra, yani 13 Kasım günü, İtilaf devletlerinin donanma gemileri İstanbul’a girmiş, işgal başlamıştır. Mülkiye’nin bulunduğu Yıldız Sarayı Yaveran binasından, İstanbul Boğazı ve boğazdaki işgalci düşman gemileri kahredilerek izlenmektedir. İşgal İstanbulu’nda Mektebi Mülkiye öğrencileri, yalnızca okulda dağıtılan elle yazdıkları, taş baskı Güneş adında bir dergi çıkarırlar. 12 Ekim 1921 tarihine kadar çıkmış olan dergide “Esir olmak için mi?”, “Anadolu köyünden bir sada” gibi yazılarla işgal kuvvetlerine açıkça muhalefet ederek, Anadolu’da yükselen bağımsızlık mücadelesini destekleyen şiirler de yer almıştır. Büyük Millet’in êsaret zincirlerine vurulmasına, iktidarda bulunanların gaflet, dalalet hatta hıyanet içinde olmalarına rağmen Mülkiyeliler, Eroğul’un konu ile ilgili ufuk açıcı, hatırlatıcı değerlendirmelerine bir göz atalım: “(..) Marşın sözlerini 1919 yılının Nisan ayında yazan Mülkiye öğrencisi Cemal’in bir iki dizesini anımsatmak isterim. Yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’ni şöyle betimliyor Cemal: ‘Bir güneştin bir zamanlar, ay kadar kaldındı dün / Dün bir aydın, sislenen boşlukta yıldızsın bugün.’ 1919 Nisan’ında durumun umutsuzluğu ne güzel anlatılıyor, değil mi? Ancak, arkasından şunları ekliyor Cemal: ‘Sel durur, yangın söner, elbette bir gün ey vatan / Süslenir oynar yarın, dün ağlayıp matem tutan.’ Sonra da, bildiğimiz o güçlü seslenişi yineleyerek son noktayı koyuyor şiirine: ‘Ey vatan, göz yaşların dinsin yetiştik çünkü biz.’ Bir düşünelim: Bu sözler, yurdun ‘sislenen boşlukta bir yıldız’ gibi kayıp gitmekte olduğu günlerde, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışından bir ay önce söyleniyor. (…) Bu ne inanç gücüdür böyle? Bir yüksekokul öğrencisi, bu en kara günlerde, bir marş yazarak, ülkesine, ‘merak etme, yetişip geliyorum gözyaşını dindirmeye’ deme gücünü nereden bulabiliyor? İşte bu can alıcı sorunun yanıtıdır, Mülkiye geleneği. Önemi ve gücü de işte buradan kaynaklanır. ” Vatan’ın kurtuluşuna milletin istiklâline kavuşacağına olan güveni yitirmemişler; vatanperver öğretmenlerinin eğitim ve öğretimleriyle yetişerek yarının büyük Türkiyesi mimarlığına hazırlanmaya devam etmişlerdir. İşte, Kurtuluş Savaşı’nı bu ruh hali ateşlemiştir. Ve, Mülkiye Marşı, bu güven ve inanışın en iyi ve en parlak örneğidir. ‘Vatan’ şiirinden Mülkiye Marşı’na Kuşatılmış, hırpalayıcı, horlayıcı günlerin yarattığı öfkeyle, taş gibi sessizleşmek yerine duyarlılaşan gençliğin başka bir dünya kurmaya hazır olduğunu dile getiren, coşku ve soyluluk ifadesi olan Vatan adında bir şiir Mülkiye öğrencisi Cemal Edhem tarafından yazılmıştır. Ve o şiir, kısa bir süre sonra Mülkiye Marşı’nın güftesi olmuştur. Yandaki resim, yukarıda bahsedilen Mülkiye öğrencilerinin çıkardığı Güneş dergisinden alınmıştır ve resmin altında Cemal Edhem Efendi yazmaktadır. Cemal Edhem, Soyadı Kanunu sonrası Yeşil soyadını almıştır. Mülkiye’nin 1921 mezunu Cemal Edhem Bey, 1919’da kaleme aldığı bu şiir için, o zamanki duygu ve düşüncelerini 1967 yılında şöyle ifade etmektedir: “... Bunu şimdi ifade edebilmek çok zor. Aradan elli yıla yakın zaman geçti. O zamanın havasına girmeği denemek, yirmi yaşından önce alınmış bir soluğu elli yıl ciğerlerinde tutup yetmişine yakın vermeyi düşünmek gibi bir şey olur. Yine de şu kadarını söyleyeyim: Mülkiye’nin 1918’de yeniden açılışı, Birinci Dünya Savaşı‘ndan sonraki Mütareke Yılları‘nın ilk günlerine rastlar. Okul’a girdiğimizin altıncı ayına doğru yazdığım bir şiire, o kara günlerin gittikçe artarak yüreklerimizde yer eden acısı ve acılığı ister istemez sinecekti. Güftenin o zaman için aşırı iyimser görünüşünü de delikanlılık çağını yenilgiye karşı direnme gücüne ve aydınlık bir geleceğe özlem duygusuna verebiliriz.” Gerçekten de güftede bir iyimserlik havası hâkimdir. Sanki bu sözler, Kurtuluş Savaşı ve destansı sonuçlarının habercisi gibidir. Mülkiye geleneğinin anlam ve gücünü kavramada önemli göstergelerden biri Mülkiye Marşı’nın genellikle yalnızca ilk kıtası okunduğu için, öteki iki kıtada söylenenler pek bilinmez. Bu çerçevede sevgili hocamız Prof. Dr. Cem Mülkiye Marşı Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz, Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz. Gül ki sen, neş’enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz. Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz. Bir güneştin bir zamanlar, aya kadar kaldındı dün, Dün bir ay’dın, sislenen boşlukta yıldızsın bu gün; Benzin uçmuş bak, ne rüya’dır, bu akşam gördügün? Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz. Beklesin Türkoğlu’nun azminde kuvvet bulmayan, Sel durur, yangın söner elbette bir gün Ey Vatan Süslenir, oynar yarın, dün ağlayıp matem tutan Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz. Güfte: Cemal Edhem (Mülkiye öğrencisi 1919) Beste: Musâ Süreyyâ (İstanbul Yüksek Muallim Mektebi Musiki Muallimi) DERS VERENLER FRANSIZCAYI konuşturuyorum ve mesleki hukuksal çeviri. 0506 300 30 75 Türkiye Mehmetçiğe Mehmetçik Türk Milletine Emanettir. TSK MEHMETÇİK VAKFI Tel: 284 19 7071 Faks: 284 19 73 www.mehmetcik.org.tr 4 Aralık 2012 SALI : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR Sahibi Editör Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon : Barkın ŞIK : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Yazışma Adresi : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Yayımlayan : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Bürosu, Ahmet Rasim Sok. No:14 Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri 06550 Çankaya Dağıtım : YAYSAT Telefon : 0312 442 30 50 Yerel ve süreli yayın Eposta : ankcum@cumhuriyet.com.tr C MY B Işıl Akbaygil
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle