Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 29 Kasım 2012 Perşembe a4 c Yaşam ANNE VE OĞUL (Bu öyküdeki paragraflar sırasıyla oğul ve anneye aittir) Öykü Yarışması’ndan... BİR ÜTOPYA; ANKARA üneşin parlak ışıkları ODTÜ ormanının yemG yeşil çamlarının arasından süzülüp odasına vurduğu sırada saat 9’u gösteriyordu. Normal şartlar altında bu saatte yolda olması gerekirken, derin bir uykudaydı Hikmet. Cama ısrarla sanki onu uyandırmak istermiş gibi gagasını vuran güvercinin sesiyle uyandı. Göz ucuyla pencereye baktı. Güneşin konumunu gördüğünde kalbi hızla atmaya başladı. Heyecanla saatine baktı. Saat 09.05 olmuştu. Bu, işe tam beş dakika geç kaldığının diğer bir göstergesiydi. Hızla yatağından kalktı. Hızını hiç bozmadan giyindi ve mutfağa giderek bir şeyler atıştırdı. Bu arada aklı güneşte kalmıştı. Çünkü dünkü haber bülteninde havanın yağmurlu olacağı söyleniyordu. “Bugün garip başladı Hikmet, böyle bitmese bari” dedi içinden. Dışarıya çıktı, dolmuşu beklemeye koyuldu. Hikmet, Ankara’nın yüksek ve merkeze uzak semtlerinden biri olan Çiğdem Mahallesi’nde oturuyordu. Normalde yarım saat beklediği dolmuş dışarı çıkmasından beş dakika sonra geldi. Dolmuşta, her gün gördüğü memurlara rastladı. Yüzleri gülüyordu. Her gördüğünde boş bakan gözleri sanki dünyayı değiştirmek istermişçesine umutla bakıyordu artık. Onları görünce ufak bir tebessüm etmekten kendini alamadı. Şaşkınlığını içine gömerek kafasını cama yasladı. Her gün geçtiği yollar ağaçlarla kaplanmıştı. “Timur olsaydı fillerini ağaçların arkasına yeniden saklardı” dedi içinden, olanlara anlam vermeye çalışırken. Dolmuş kat ettikçe kilometreleri, yeni yeni şaşkınlıklar merhaba diyordu Hikmet’e. Ankara’nın büyük alışveriş merkezlerinden birinin karşısında duran, herkesin rahatsızlık duyduğu yeşil demir yığınları yıkılmış, yerine büyük bir Halk Eğitim Merkezi inşa edilmişti. Bu gördüklerinin rüya olma ihtimalini kafasında kurarken, her şeyin gerçek olduğuna inanmak isteği daha çok ağır basıyordu beyninde. Dolmuş Meclis kavşağında, kırmızı ışıklarda durdu. Meclis’in içine giren insan kalabalığına takıldı gözü. Şoföre sordu “Bu kalabalık nedir?” diye. “Artık halk yönetiyor ülkeyi kardeş, isteyen herkes ülke meselelerine el atabiliyor. Yasaları artık halk yapıyor” cevabını aldı. Gerçekten de öyleydi. Artık egemenlik gerçekten de kayıtsız şartsız milletindi. Dolmuş Kızılay’a geldi. Artık son duraktı ve inmesi gerekiyordu. Güvenpark’ta oturdu bir süre. Çayını içti. Etrafı izledi. Yan bankta oturanlar kendi aralarında Ankara’nın birçok caddesinde yıkılan üstgeçitlerden konuşuyordu. Kimsenin kullanmadığı gereksiz üstgeçitler artık yoktu. Çayı bitince oturduğu banktan kalktı. Gözlerinden ışık süzülen, yüzleri gülen insan kalabalığının arasından geçen Hikmet şaşkınlık içerisinde yürümeye devam etti. Güvenpark’taki güç heykelinin üstünden yükseliyordu güneş saat on ikiyi on geçerken. Yaşadıkları aklına Nâzım’ın dizelerini getirmişti Hikmet’in. Sanki ilk kez okuyordu bu dizeleri. Öylesine heyecanlıydı. Güneşe doğru döndü yüzünü ve içinden okudu: “Akın var güneşe akın! Güneşi zaptedeceğiz nu gördük, çiçek ve ben, yirmi üç gün önceydi. Gölün kenarına oturmuş hiç bilmediğim bir şarkıyı hiç O bilmediğim bir güzellikte söylüyordu, kırmızı bir elbise giymişti, hayatımda gördüğüm en güzel şeydi, gerçek olmamasından öyle korktum ki… ? Fotoğraflar: Asya Şahinkaya Oğluma ne olduğunu anlamam gerekirdi, onu korumam ve her şey bu kadar zor hale gelmeden önce durdurmam gerekirdi, yapamadım. Yirmi üç gündür daha önce hiç olmadığı kadar mutluydu, sorgulamadım, hiç soru sormadım zaten oğlum insanlarla pek konuşmazdı, ben de onunla konuşmadan anlaşmayı öğrenmiştim ama bu kez gözlerindekini çözememişim. ? Zahter Salatası Hem kahvaltıda, hem de çilingirde... Babamı hiç görmedim, onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Hep bu ufak kasabada, merdivenleri gıcırdayan bu ahşap evde yaşadık, annem, ben ve çiçek. Annem beni her şeyden çok sever, sanki doğduğum günden önce annem de hiç var olmamış gibidir. Önceleri kafamdaki sorulara cevaplar aradım, annem hep sustu ve bu kasabada kimse benden daha fazlasını bilmiyordu, sonra vazgeçtim. Annemin benden öncesi yok. ? Oğlumdan başka kimsem yok, çok eskiden dedemle yaşardım, annemi ve babamı hiç tanımadım. Dedem de bir gece uyudu ve bir daha uyanmadı. On beş yaşındaydım. ? G “Boğazlar Meselesi” serdarsahinkaya35@gmail.com SERDARŞAHİNKAYA eçtiğimiz hafta cuma akşamı, bizim Siyasal Bilgiler Fakültesi 114 nolu derslikte Mülkiye Gençlik Kulübü’nün pırıl pırıl gözlü, aydınlık yüzlü gençleri Cumhuriyet Dönemi Mülkiyeli Şairler ve Şiirleri gecesi tertip etmiş idi. Canlı müzik eşliğinde Ece Ayhan’dan Mor Külhani’siyle başlayıp Cemal Süreya’nın 555K’si ile biten, on yedi şiirin okunduğu sımsıcak bir gece yaşadık. Emek veren ve dinletiye gelen her yaştan gençleri, hocalarımı yürekten kutluyorum. Keşke sizler de olsa idiniz. Keyif alırdınız. Gençliği, gençlikle yaşardınız. GÜN EK Efendim bu girizgâhı PENCE SİLMESİN yazmamın nedenlerinden birisi REMDE N bu etkinliği kayıtlara Ne doğa n g ü ne hükm geçirmek, bir Ne halde üm ge n diğeri de, sizleri Ah aklım anlayan bulunu çer, d r yavaştan havaya Sonra bu an ölümüm geç ; e r k ; u ş , b sokmak. Nasıl ub Ve gönü l Tanrısın ahçe, bu nur. mı? Bakın Pervam a der ki: anlatayım: Her mih yok verdiğin ele n m Gün eks et kabulüm, yete den; ilmesin p r Antakya ve Cahit Sıtk encerem ki den! ı T a rancı zahter Annem ve çiçekten başka kimsem yoktu, sonra bir de o geldi. Onu ilk kez gördüğüm gün yanına yaklaştım, hiç şaşırmadı, garipsemedi. Kırmızı elbisesini giyiyordu. Ben insanlarla konuşmam aslında, ama onunla konuştum. Annem bizi gördüğünde, yirmi üç gündür her gün batımında onu görmeye gidiyordum. Yıllardır annemin gözlerindeki sevginin arkasında ne olduğunu ilk kez o gün çözebildim, öfke. ? Dediydim ya bir miktarını ayırın diye. Kurun çilingi sofranızı. Dilinizde yine Cahit Sıtkı’nın dizeleri olmalı: Abbas. Zira sular kararmaktadır. Gerçekten bu şifalı zahter salatası adama ya şiir okutur, ya da şair yapar. O Zahter salatası bakımdan yani. Şöyle keyifli bir Bu muhteşem cumartesi sabahı lezzetin farkında uyandığınızda kahvaltı olmayanlar. Aloooo kime hazırlığına başlarken zahter diyorum. Vakit geç değildir. İlk salatasının ölçüsünü biraz fazla fırsatta, tatmalısınız. Meftun tutun. Bu lezzeti sabah kahvaltısında olacağınızdan eminim. Cahit Sıtkı Sabahtan ayırdığınız Tarancı’nın Gün zahter salatası, akşama S A B B A Eksilmesin am; m ta kadar birbiriyle fısıldaşan t ki va s, Penceremden şiirini Haydi Abba n işte oldu akşam. malzemeleriyle artık tam u rd o mırıldarken bolca Akşam diy soframızı; kıvamındadır. Zeytinyağı ir g n li çi m lı hazırlayın. Kur baka sı. ve nar ekşisi, sanki bu kalb ağrı Bolca hazırlayın ki, bir Dinsin artık esinde olsun; Anadolu’da doğan ve lg kısmını akşam Şu ağacın gö havuzun. geçtiği topraklara can da kuracağınız keyifli Tam kenarın çıksın bu gece; veren Dicle ve Fırat l çilingir sofrasında Aya haber sa e gönlümce. gibidir. Zahter salatası da yl dostlarınızla paylaşın. Görünsün şö irli seccadeye, bu nehirlerin suladığı h si Zahter salatası, onların da Bas kırbacı tiğini mesafeye bereketli topraklara et km damaklarını şenlendirsin, Göster hü verilen isim gibi . a n ruhlarını tazelesin, yaşama Ve zama , a “Verimli Hilâl”dir. n uma sevinçlerini artırsın. Katıp tozu d Banın ekmeği Önce malzemelerimize Var git, , it h a C suyuna. Varın tadına. ti et n bir bakalım mı? Böyle ferma iktaş’tan; eş B i iy E daha ne olsun. il vg Salamura zahter, birkaç Al getir ilk se rum gençliğimi Haydi, afiyet olsun. yo ti adet taze soğan, bir iki adet Yaşamak is Ağzımızın tadı . n çekirdekleri damarları yeni başta bozulmasın. Tarancı temizlenmiş etli kırmızı Cahit Sıtkı Sağlık ve dostlukla. biber, zahtere yakın miktarda Efendim bilenler bilir, gâvur İzmirli olsam da eş durumundan Antakyalı sayılırım. Asi Nehri’nin iki yakasına kurulmuş bir kent olan Antakya, geçmişten bugüne, zamanı ve mekânı aşan kültürel kimliğiyle insanlığın ortak mirası. Barışseverlerin yürekli Antakya’sı, bugünlerde düş işleri nedeniyle oldukça hüzünlü günler geçiriyor olsa da ilk medeniyetlerin ve üç semavi dinin buluşma noktası. Bu özellik, bütünüyle mutfağa da yansımış. “Mutfaktan Sofraya: Muhabbetiniz Bol Olsun”da anlatmıştım bir miktar, hatırlasınız. İşte o görkemli mutfaktan bir lezzeti, zahter salatasını anlatmak istedim bugün. Zahter, tazesi ve kurusu ya da salamurası ile muhteşem bir lezzet olarak her daim sofraların baş tacı. Dağlarda sabah güneşi ile bahar aylarında bin bir meşakkatle toplanan zahter, yöreye özgü bir tür kekik aslında Aklınızda bulunsun, yöresel ürün satılan mekânlarda zahter salamurasını edinmeniz mümkün. Gelin şimdi salatayı birlikte yapalım. maydanoz, çökelek, nar ekşisi, sızma zeytinyağı, az miktarda da tuz. Gördüğünüz gibi çok fazla çeşide ihtiyacımız yok. Oldukça sade ve bir o kadar da lezzetli zahter salatısı için önce, derince bir karıştırma kabına taze soğanlarımızı, maydanozumuzu ve kırmızı biberlerimizi bir güzel ince kıyım doğruyoruz. Eğer acı seviyorsanız, bu doğranmış malzemeyi bir miktar pul biberle ovuşturunuz. Ben zahter salatasını, ilk defa kayınvalidemin elinden yediğim ve çok beğendiğim için acı biber ilave edilmemiş halini daha çok severim. Eşim de aynı usülü uygulamaktadır. Doğranmış malzemeye zahterimizi ilave edip, üzerine de kararında nar ekşisi ve bolca sızma zeytinyağını gezdiriyor ve örselemeden karıştırıyoruz. Artık, çökeleğin ilave zamanıdır. Çökelek, zahtere iyi gidiyor inanın. Şimdi bir kere daha karıştırıp sevis kabına almadan önce bir kaşıkla tadın mübareği… Nasıl ama? Muhteşem değil mi? Haydi, kahvaltıya başlıyabilirsiniz artık. Çaylarrrr!.... İnsanlarla pek konuşmazdı, okulda da çok başarılı değildi, zaten devam etmedi. Evimizin bahçesinde meyve yetiştirir satardık. Erkek çocuklarının arasına karışsın diye çok uğraştım, ama kızlarla oynamasına, onlara dokunmasına katlanamazdım. Oysa kızlarla daha iyi anlaşırdı, duygusal bir çocuktu. On yaşındaydı, ona bir çiçek aldım. Çiçeği hiç yanından ayırmaz, onunla konuşurdu. Sonra fark ettim, yalnızca çiçekle değil var olmayan insanlarla da konuşuyor, olmayan şeyleri gerçek sanıyordu, şizofrendi. Önce her şey çok zordu ama ilaçlarını aldıkça hayaller yok oldu yine de o bir daha kimseyle arkadaş olmadı. ? O gerçek, hayal değil, ilaçlarımı alıyorum ve o gerçek. Öyle güzel ki… ? Onu gördüm, mutluluğunun sebebini de. Kızın saçlarına dokundu. Gizlice yaklaştım, öfke tüm bedenimi sardı. Ben ve oğlum, yok olmalıyız, ikimiz de. ? Annemin gözlerinde öfkeyi gördüm, tam elindeki taşı suratıma doğru savururken. ? On beş yaşındaydım, dedem ölmüştü. Bir gece o adam geldi, kimse çığlıklarımı duymadı. Gecelerce cehennemi yaşadım, onu bir taşla öldürene kadar. Kaçıp buraya yerleştim, kimse nerden geldiğimi bilmedi. Sonra o adamın oğlu doğdu, oğlum. Onu hayattaki her şeyden çok sevdim ve o adamın oğlunun bir kıza dokunmasına hiç izin vermedim, onu öldürmekten korktum. ? güneşin zaptı yakın!” EMRE YÜKSEL Ankara Üniversitesi DTCF Halkbilim Kaçacak vaktim yoktu, taşı tutmak için annemin eline doğru uzandım. Bizim bir geçmişimiz yok ve o beni her şeyden çok sever. GÖKÇEN CESUR Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Ve akşamı C MY B