25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sayfa 26 Kasım 2012 Pazartesi a2 c Kültür Sanat Öykü Yarışması’ndan... YOLCULUK ol.. İnsanoğlunun yaptığı en güzel betonlaşma. Sonsuzmuş gibi yeryüzünde uzanan beton yığını... Sonsuz sonsuzlukta bir grilik... Belki de insanoğlunun bu yegâne güzel yapıtı yol değil de yolculuktur. Gri kurdeleyi sonsuz yapan gitmeler ve gelmelerdir, belki de. Bir ormanı, bir dağı ikiye, üçe, beşe, ona bölmenin vahşetini güzel kılan bu yolculuklar mıdır? Belki öyle, belki de değil... Yine de gri bir sonsuzluk çizmek insanoğlunun yaptığı güzel şeylerden olmalı, olmak zorunda... Yoksa elimizde ne kalır sevmekten başka... Beyaz bir otobüsteyim. Nereye gidiyorum, niye buradayım önemli değil. Zaten bilmiyorum. Yolculuk sevdası olabilir. Neyse... Yanımda yaşadığı dünyadan soyutlanmayı işitmemek sayan bir kadın oturuyor. Kulaklarında kulaklık var, müzik dinliyor. Hayır müzik onu dinliyor. Gözleri yolda ama yol ona bakıyor. O kadar kendine çekilmiş ki kendi seslense duyamayacak. Bir yakınını mı kaybetmiş, bir arkadaşı mı, bir sevgiyi mi ? Ancak bir sevgiyi kaybetmek insanı bu kadar kendine çekebilir diye düşünüyorum. Acaba ne renkti sevgisi? Benimki kadar mavi miydi? Ve kaybederken yıldız yıldız bir laciverte kesti mi sevdiği? Bilmiyorum... Önümde saygınlığı elindeki deri Y çantada bulan bir adam var. Cebiyle çantası arasında gidip geliyor. Bir takım kağıt, metal nesneler aktarıyor bir oraya bir buraya... Anlamsız şekilde bir anlam yüklüyor bu devinime. Şaşırıyorum. Böylesi gri bir adam nasıl olur da böylesi renkli giyinir, diyorum. Gömleğinin en üstteki açık düğmesinden içeri bakıyorum usulca. Anlıyorum... Adam öyle siyah ki üstündeki renklerle ancak gri olmuş... Hüzünleniyorum, insanoğlu geliyor aklıma. Gri yollar, mavi seviler, en çok da yıldız yıldız yalnızlıklar kaplıyor içimi. İnsanoğlunun siyahlığına ağlamak istiyorum. Bir ses bana “sen de insansın !” diyor. Susuyorum, tekrar otobüse dönüyorum. İlk molada iniyoruz. Gözlerim yola takılıyor. Bir çay reklamı görüyorum yolun karşısında, canım çay istiyor. Gidip çay içiyorum. Gözlerim hâlâ yolda takılı... Tekrar otobüse döndüğümde yanımdaki kadının yerine genç bir adamı oturmuş buluyorum. Seviniyorum. Çünkü kadın bana mavi sevgiliyi hatırlatmıştı. Hatırlamak istemiyorum. Ve hatırlamak istemediğime utanıyorum. Uzun süre bakamıyorum o tarafa. Sonra bir pırıltılı deniz kokusu genç adama bakmaya zorluyor beni... Sözcükleri özgürlük sayan bir adam bu yanımda oturan. Durmadan bir şeyler yazıyor küçük bir deftere. Belki şiirdir diyorum, heyecanlanıyorum. Gözlerim maviyi arıyor onda. Yapabilsem ellerimle arayacağım o maviyi. Gözlerim yetmiyor çünkü. Öyle hızla bulmak istiyorum ki... Ama yok ! Genç adam istemeden yazıyor. Bir zorunluluk, bir maddi kazanç belki de sözcükler onun için. Sözcüklerden biri halsiz yere düşüyor. Avuçlarıma alıyorum. “Bir damla mavi olsa insanoğlu...” diyor ve ölüyor. Ağlıyorum. Genç adam başını çevirip bana bakıyor. Yüzünü göremiyorum. Yüzümü görmüyor... Ağlarken mavi geliyor aklıma. Bir insan bir insanı hep masmavi sevmeli, diyorum. Sonra aklıma o gri adam geliyor. Biri onu da masmavi sevse başka bir rengi olur muydu, diye geçiriyorum içimden. Biri şu genç adamı da masmavi sevse yüzünü görebilir miydim ? Bu sırada başka bir mola yerine geliyoruz. Otobüsün kapısı açılıyor, inmek için ayaklanıyorum. Tam o sırada kapıda küçük bir kız çocuğu beliriyor yüzünde güneş parlayan. Ardı sıra mavi giriyor saçlarında asılı. Gri adam aç gözlerle bakıyor kıza, maviye. Yanımdaki gencin kalemi yere düşüyor. Sözcükleri kaçışıyor dört bir yana... Otobüsten iniyorum. Küçük kızın avcundayım, yüzümde güneş parlıyor... amsun’dan Ankara’ya dönüşte, “kabin”e sığmayacak bagajlarımla indiğim, Esenboğa havaalanında bizzat tanık oldum. Genelde “el bagajı” ile seyahat ettiğimden, taşıma işiyle ilgili de bir sıkıntım olmamıştı. Son seyahat “memleket dönüşü” olduğundan ve eşdost akraba sürekli valize birşeyler sıkıştırdığından haliyle bir olan bagaj sayısı ikiye çıktı. Eh Samsun Çarşamba havaalanında da bir sıkıntı yaşamadım doğrusu, bir köşede duran tekerlekli bagaj taşıyıcılar imdadıma yetişti. Hikâye Ankara Esenboğa’ya inince başladı. Uçaktan inip bagajımı aldıktan sonra en yakındaki taşıyıcıya yöneldim yönelmesine de baktım ki zincirli... Tabii çaktım köfteyi, büyükşehirin, “uluslararası havaalanı”nda olmanın bir bedeli var! Bagaj taşıma işi de özelleşmiş, Simtur adlı bir şirket işletiyor. Hani bazı marketlerde de, market arabası almak için 1 lira filan atıyorsun ya, “bu da onun gibi bir şey herhalde” deyip, çantamdan bozukluk ararken, jeton atılan yerin üzerindeki 2 euro yazısıyla duraladım elbette. “Nereden bulayım şimdi 2 euro”yu diye söylenirken, baktım benim gibi bir çok yolcu da debeleniyor. Havaalanı görevlilerinden biriydi yanılmıyorsam, “2 lira da atabilirsin” diye akıl verdi. Çıkardık 2 lirayı, ama o ne attığın AB’ye ‘bagajdan’ girdik! S para sana dönüyor, araba da yerinde duruyor. Bir deneme, iki deneme... Yok olmuyor. Çaresiz, havaalanı güvenlik görevlilerinden yardım istedik. “Aslında başında Simtur görevlileri duruyordu, birazdan gelirler” filan gibi bir şeyler geveledi ama gelen giden olmadı tabii. Tabii bütün yolcularda asabiyet yükseldi. “Kardeşim burası Türkiye, insanlar cebinde euro ile mi geziyor sürekli. Sonra, euro olsa bile kim cebinde bozukluk euro bulundurur” diye söyleniyordum ki, baktım bir beyefendi, biraz da “cık cık”lanarak, cebinden 2 euro çıkarmasın mı? Attı kutuya 2 euroyu, “tık” bagaj taşıyıcı özgür kaldı. Nasıl imrenerek ve yutkunarak baktıysam, adamcağız yardımı esirgemedi. “Buyurun bir tarafına da sizin bagajınızı koyalım” sevindim sevinmesine de, “2 euronuz varsa ben size TL karşılığını vereyim” teklifiyle adamcağıza “ayak üstü döviz büfesi” muamelesi yaptığımı da ekleyeyim. “Rica ederim” karşılığı üzerine hiç de fazla nazlanmadan, AB’ye girememiş ülkenin yurttaşları olarak, “AB’ye girmiş bagaj arabasıyla” HAVAŞ otobüsüne ulaşabildik. Sonra elbette bu Simtur’u merak ettim, internet sitesine girdim. “Gelen yolcuyu karşılıyor, giden yolcuyu uğurluyoruz” sloganı ile Türkiye’nin en işlek 4 havaalanında, İstanbul Sabiha Gökçen, İzmir Aydın Menderes, Muğla Dalaman ve Ankara Esenboğa havaalanında hizmet veriyor. Diğer alanlarda verdiği hizmetin kalitesini bilemem ama, bu bagaj taşıma işinden “çaktığını” rahatlıkla söyleyebilirim. Bütçeme Göre aysesayin1967@gmail.com http://aysesayin06.blogspot.com AYŞE SAYIN Foto raf yarı masından... Uğur ÖZBAĞ Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji KİRALIK ESKİ ok güzelmiş. Hem ferah da” dedi karısı. Olumlu bir cümleyi onaylamaya can atan emlakçı bekletmeden araya girdi! “Tam aile evi!” “Çamlak çömlek patladı!” çığlıkları, bütün mahalle eşrafını uyarırken bu havadisten beslenen onlarca velet, gayesi meçhul bir şekilde duvara üşüştüler… Gizlenmek esasına dayalı oyunlarda dalavere aramak makul, ihbarcılık olağandı. Buna karşın bacaklar arası gerilen lastiklerin ortasında fütursuzca zıplayan “kız” kısmına nazire edercesine gırtlağı yırtarak gülmek zımni bir dayanışma demekti. Zaten hiçbir velet yoktur ki sabırsızlığını alt edip, münasebetsiz ebe tarafından saklandığı oyuktan dışarı çıkartılmayı beklesin. Apartmanın arkasında, garaj olarak hizmet veren boş araziye baktı. Eskimiş bir natürmortu izler gibi… “Atan alır” şiarı ile plastik toplara vurmaya kıyamayan ürkeklikleriyle okul önlüklerinin temizliğini hiçe sayarcasına arabaların altlarına cevvalce soktukları uzuvlarındaki yara bere arasındaki tezat içinde dönerlerdi eve. O lanet toplar da bir türlü çıkmaz otomobillerin altından. Resmen aleni bir kuytuda saklanırlar. Ama “erkek egemenlik” henüz “Ç şahsi lügatlara nüfuz etmemişken güneş batana kadar top peşinde koşmakta hiçbir beis görülmezdi, görülemezdi. Ta ki anneler, pencerelerden bağıra çığıra isimleri anons edene kadar… Emlakçı, sokağın köşesindeki bakkalı göstererek, “Hem bakkala, dolmuş durağına da yakındır” dedi İçilen ilk biranın kekremsiliğine inat, yudumlanırken surat buruşturulmaz, ifadedeki nizam korunur ve mahalle ağabeylerinin gözüne girilir. En nihayetinde ilk tenhada tükürülse de, bir sonraki aşama olan “kolektif sigara içmeye” hak kazanılmıştır ki; izmarite arsızlar gibi hücum eden – neresinden baksanyarım düzine kolun cümbüşü görülmeye değerdir. Sakız almaya niyeti yoktur yeni yetmelerin, gürültücü, pervasız ve heveslidirler. Öksüren ebelenir. Büyüme telaşıyla, şimdikilerin halefidir müstakbel ağabeyler. Ergenlik denilen musibet gelip dayanmıştır hormonlara. “Çok iyi” dedi karısı. “Peki, sakin bir muhit midir burası?”. İşinin ehliydi emlakçı. Ezbere replik atar gibi girdi monologuna: “Tabi tabi…” Sokakları arşınlaya arşınlaya dizgiledikleri hatıraları bozuk asfaltın su birikintileriyle perdelenmişti. Kuş uçmaz, kervan geçmez kaldırımlarda ayak tabanlarının mürekkebiyle asfalta kazınan haddini bilmez sevgi sözcükleri, yaş haddinden malul sayılmış, mahallenin “ablaları” tarafından kara sevdalara terk edilmişlerdi. Anonim, teslimsiz bir sürü mektup sözlü edebiyat külliyatına dönüşürken en büyük acının maliki olduklarını zannederek nice müziğe kulak vermişler, liseye vardıklarında permütasyon kombinasyon hesabı o gönül senin, bu gönül benim aşık olmuşlardı. Geceleyin çınlayan naralarla ansızın ışığı yanan pencerelerin ardından patlayan sunturlu laflar arasında çekirdek kabuğundan tepeler tırmandılar, derin muhabbetler eşliğinde gerisin geri indiler. “Bu mahalle sakindir. Hiç bela olmaz. Zaten karakol iki sokak ötede.” Adli boyuta erişemeyen sokak kavgalarından, parmak hesabıyla tekmeler ve tokatlar savuşturmayı, biyoloji derslerinde devamsızlık berdevamken “cenin” pozisyonunda hunharca hırpalanmayı öğrenmişlerdi. Esnafın arabuluculuğuyla bir dizi diplomatik çaba neticesini çabuk verir, sudan sebepten darp edilen bünyeler, incir çekirdeğinden hemencecik sulh olurlardı. Hafızası, işportacı çevikliğiyle derme çatma hatıralarını topladı. Ardından emlakçının sözünü keserek: “Tamam tutuyoruz!” KARANLIKTA DANS Merve Nur SEYHAN Cumhuriyet Anadolu Lisesi ‘Anadolu Kadınları’ sahneye çıktı Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV) tarafından bu yıl 17.’si düzenlenen Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali, “Anadolu Kadınları”nı konuk etti. Temmuz ayında yitirdiğimiz Türk tiyatrosunun önemli oyun yazarlarından Güngör Dilmen’in kaleme aldığı, Ordu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdür Yardımcısı Hakan Alkan’ın yönettiği oyun, ilkçağlardan günümüze kadar Anadolu’da yaşayan kadınların öyküsünü, tarihe damga vurmuş kadınları sahneye taşıdı. Cuma günü akşam sahnelenen oyun, başkentlilerden yoğun ilgi gördü. Oyunda, Ana Tanrıça Kibele, Amazon kadınları, ilk kadın tarihçi Anna Komnnena, para yüzünden çıkan savaşın sorumlusu gösterilen Truvalı kadınlar, Bizanslı iken bir Türk gelini olan Nilüfer Hatun, Hürrem Sultan, Fikriye Hanım ve çağdaş Türk kadını Türkân Saylan anlatıldı. Uraz BULUT Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi DERS VERENLER FRANSIZCAYI konuşturuyorum ve mesleki hukuksal çeviri. 0506 300 30 75 KORSAN KİTAP KÖTÜ BASILIR. OKUMA ALIŞKANLIĞINI YOK EDER. BESAM OTİZM? ERKEN MÜDAHALE HER ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİR!!! İLGİ OTİZM DERNEĞİ 0312 436 35 43 “Ne İLGİ’si var?” demeyin. : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR Sahibi Editör Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon : Barkın ŞIK : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Türkiye Mehmetçiğe Mehmetçik Türk Milletine Emanettir. TSK MEHMETÇİK VAKFI Tel: 284 19 7071 Faks: 284 19 73 www.mehmetcik.org.tr 26 Kasım 2012 Pazartesi Yazışma Adresi : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Yayımlayan : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Bürosu, Ahmet Rasim Sok. No:14 Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri 06550 Çankaya Dağıtım : YAYSAT Telefon : 0312 442 30 50 Yerel ve süreli yayın Eposta : ankcum@cumhuriyet.com.tr C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle