29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sayfa 23 Kasım 2012 Cuma a4 YAŞAM süslü kemerlerinin seyrinden geçerek kanala çıktık. Minicik köprü tıklım tıklımdı. Burası bir tür kesişme noktası sanki. Kesişme noktası bugünlerde ruh iklimimin kavşakta olduğunu kulağıma fısıldıyor. Evettt! Yaşamımın kavşağındayım. Karar verip koşturmalıyım. O nedenle bu güzel şehri tadımlık gezdim. Brüj’ün olmazsa olmazlarından birisi kabul edilen tekne turunun kuyruğu uzun mu uzun. Bizim de zamanımız yok. Avrupa’nın pek çok şehrinde olduğu gibi yaklaşık 30 dakika süren kanal turunun yerli yabancı gezi yazarları tarafından turistik olay olarak sunulmasına karşı olsam da bu turu yapma isteğim içimde kaldı. Beş noktadan başlayan kanal turlarının hepsi birbirinin aynısı olsa da bu tur yapılmalı. Çünkü kanal turu yürürken gördüğünüz ve gezdiğiniz yerleri farklı bir perspektifle izlemeniz açısından size unutulmaz bir görsel şölen sunar. Gezi boyunca göz kameranıza farklı fotoğraf kareleri girer. Sunulan kareleri yakalarsanız ne mutlu... Teknelerin her tarafı açık ve çok büyük değil, sanki ayağa kalkıp fotoğraf çekmek biraz yürek hoplatacak. Tekneleri kullanan kişiler küçük bir megafonla turistlere dört dilden, gösterilen yerler hakkında küçük bilgiler veriyorlar. Ve dört dilde küçük şehir: Bruges, Brugge, Bruges, Brügge. Görkemli şehir tiyatro binası, birkaç kilise, parke kaldırımlı taşlar, rengârenk, çatıları üçgen ufak tefek evler, dantel ve çikolata dükkânları ile şirin dar sokaklar eşliğinde tarihin içinde kısa gezimi, bir kafede kahve içip çikolatayı sensiz yemeyi başardım. Aşkın gölü Minnewater’a da yalnız gidilmez ki? Bu küçük şehrin erkekleri sen... Çan sesleri esrikliğindeki zil... Yürüyüşleri dal boyunun yansıması… Sevdalı kadının çın çın öten şarkısıyla; bu şehir sensin. Gönlünde sonbahar hüznü olsa da aklımda sen varsın. Bu küçük, bu çikolata kokan, bu renkler, bu kanallar şehri sensin. Ben Brüj’ü çok sevdim… Brüj’ü Sevmek Yaşar Seyman elçika’nın güneyindeki Brüj küçük ve sakin bir şehir. "Kanallar ve renkler" şehri diyorlar. Brüj’e gitmek için Brüksel’den arabayla yola koyulduk. Güzel bir sonbahar sabahı ağaçların yaprak dökümünden daha çok ağaçlardaki renk yangınına takıldım. Yola çıktığımız noktadan Brüj yaklaşık 45 kilometre. Kahvaltı için arabayı park edip asansörle kent merkezine çıktık. Kahvaltıda etrafı izlerken; bir çift takıldı gözlerime. Güne ışıl ışıl hazırlanmış, yaşamlarının gün ortasındaki kadın bira, erkek şarap içiyor. Erkeğin gözü kadının üstünde, B ansızın omzundan kayan şalını düzeltiyor. Bizim insanlarımızı da bu yaşlarda böyle görebilmeyi ne çok isterim… Kahvaltı sonrası yürüdüğümüz cadde, bizi şehrin meydanına çıkardı. Meydanı taçlandıran eser şüphesiz Brüj’ün simgelerinden 83 metrelik yüksekliği ile Belfry Kulesi (Belfort). İlk kez 1240 yılında inşa edilen kulenin içinde eskiden yer alan kumaş borsası, meydanı hareketli kılıyormuş. Geçmişinde gözetleme yeri olarak kullanılan kule bugün ise müthiş bir Brüj manzarası görünümünü koruyor. Meydandaki tarihi eserler meydanı daha da görkemli kılıyor. Bu meydanda aynı zamanda 47 farklı çan sesi duymak olası. Çan sesleri esrik anlarında kapı zilinin çalışını anımsattı. Ansızın bu şehir sen oldun. Brüj Müzesi’nde Salvador Dali’nin fotoğrafını asılı görünce; gülümsedim. Bu şehri Brüjlü kadınların dantelleri gibi göçmen kalemimle işlemeye karar verdiğim anlarda karşıma bir deli yeteneğin çıkması unutulmaz bir rastlantı değil mi? 14. yüzyıla tarihlenen ve bugün de kullanılan Belediye Sarayı (Town Hall), meydanın en göz alıcı binası diyebilirim. Küçük kuleleriyle çizgi filmlerindeki şatoları anımsatıyor. Ön bölümdeki heykeller ve ince işlemeler nefis görünüyor. Şehrin kitapçıklarında okuduğuma göre, 1376 tane Gotik penceresi var. Belirli zamanlarda gezmeye izin verilmiyor. Sarayın sol tarafında, şehir arşivlerine ev sahipliği yapan, Brüj Müzesi (Brugse Vrije) yer alıyor. Rüzgârın savurduğu yapraklarla su kanallarına savruldum. Meydana açılan daracık BlindeEzelstraat’ın n d ' i r h eki Dinginlik e N l i N Feyza Kelly uzur mu arıyorsunuz? Stres mi atmak istiyorsunuz? O zaman, Nil Nehri’nde yapacağınız bir gemi turu bu sorulara yanıt olabilir. Kent yaşamının ve çalışma koşullarının getirdiği yorgunluk; en iyi, bir gemi güvertesinin şezlongunda hem “Mısır” hakkındaki kitabınızı okuyarak hem de arasıra başınızı kaldırıp hurma ağaçlarıyla kaplı kıyı şeridindeki ufak yerleşim merkezlerine ve nasıl yapıldığının anlaşılması güç tapınaklara bakarak atılabilir. Yıllar önce gerçekleştirdiğimiz Mısır gezimiz kapsamında; aynı zamanda dünyanın en uzun nehri olan Nil üzerinde, Luksor’dan Assuan’a bir gemi yolculuğu yapacağız. "Suyun olduğu yerde hayat olur" deyişini kanıtlayan Nil Nehri, Afrika’nın orta kısımlarından çıkarak iki ayrı kol halinde Akdeniz’e dökülüyor. H Ülkemizden alıştığımızın aksine; Akdeniz’e ulaşmak için hep kuzeye akan nehirde, akıntıya karşı yolculuk yapacağımız geminin adı Nil Cruise. Güverte dahil dört katlı gemide bizden başka dünyanın farklı yörelerinden yolcular bulunuyor. Çok yakın 13 arkadaşımla bu geziyi yapmaya karar verdiğimizde açıkçası böyle bir gemi yolculuğunun kalabalık bir grup halinde yapılmasının bu kadar zevkli olacağının hiçbirimiz farkında değildik. Güvertede koltuklara yayılarak veya yerde oturarak sohbet etmek, yüksek sesle ve sırayla Mısır hakkında kitap okumak bizlere çok zevkli anlar yaşatıyor. Bu arada bizi dinleyen yeni komşular ediniyor ve bir türlü beceremediğimiz firavun veya tanrı adlarını okurken komşularımızla beraber gülüyoruz. Nehir gezilerinde okyanus dalgaları olmadığı için geminin sakin ve dalgalarla boğuşmadan yavaş seyri, belki de orada dinginliğimizin nedenlerinden biridir. Gemideki ilk akşam yemeğimizde, şefin Fransız olduğunu öğreniyor ve hazırladığı açık büfeyi çok etkileyici buluyoruz. Sadece Mısır yerel yemekleri değil uluslararası mutfak ve şeften harika bir soğan çorbası! Benim gözüm yine de humus arıyor, açık büfede humus göremiyorum. Yolculuk bitene kadar Arapça bilen arkadaşımın yardımıyla humusu sürekli soruyorum. Çok çaba harcadık, ama derdimizi kimseye anlatamadık. Şef Fransız, ama mutfakta, Arap mezesi diye bilinen humusu bilen bir Mısırlı yok muydu acaba? Bir sonraki durağımız Edfu. Gemiden ayrılarak kıyıya varmak için hayatımızda hiç aklımıza gelmeyecek bir şekilde sahile çıktık. Bizim gemi rıhtıma en son geldiği ve sadece orada bizi indirebileceği için gemiden gemiye geçerek kıyıya ulaşabildik. Bizim yanımızdaki geminin salonundan geçiyor, bir başka geminin salonuna geliniyor, sonra bir başka gemi kısacası o anda o bölgedeki gemi sıklığına göre kıyıya ulaşabiliyorsunuz. Böylece diğer gemilerin lobisini görme ve kendi gemimizle kıyaslama olanağı bulabiliyoruz. Çok zevksiz döşenmiş gemilerin yanı sıra bizimki gibi orta halli gemiler var. Bazı günler terasta nefis manzaraya bakarak, mideye iyi geldiğini öğrendiğimiz kakülalı kahve içerek, "102 tanrıdan hiç olmazsa ikisinin ismini öğrenebilsek mutlu olacağız" diye çaba gösteriyoruz. Tanrı sayıları ve isimleri arttıkça öğrenmekten vazgeçiyoruz. Ben sadece bilmecelerden hatırladığım Ra’yı biliyorum, öbürlerinin akılda kalması olanaksız. Bu arada herkes öğrendiği hiyeroglif harfleri ile kendi adını yazmaya çalışıyor, sürekli bir çaba halindeyiz ve sürekli halimize gülüyoruz. Binlerce yıl önceki bir medeniyetle karşı karşıyayız. Her gece kamaramıza döndüğümüzde havlularla yatak üzerine yapılmış hayvan figürleri buluyoruz; kuğu, timsah, kaplumbağa, yılan ve en son gece koltuk üzerinde oturan bir insan figürü. Bu sefer sadece havlu değil, gerçek giysilerimiz ve bizim ortalıkta bıraktığımız tarak, kolye, bluz gibi kendi eşyalarımız da kullanılmış. Edfu’dan Esna’ya yöneldiğimizde nehirde kot farkından dolayı havuzlardan geçiyoruz. Gündüz 27 derece olan sıcak havadan sonra, serin rüzgarlı bir gecede terasa çıkarak kapakçıkların açılışını ve kapanışını izlemek çok zevkli geliyor ama etrafı göremiyoruz. Nil Nehri gemileri malum Karayipler’e giden 17 katlı gemiler gibi değil, genişleyen, daralan, derinleşen, sığlaşan bu nehirde ancak orta boy gemiler işleyebiliyor. Aynı gece gemide garsonlardan birinin kumaş peçetelerden yaptığı timsahı şaşkınlıkla izliyoruz, kağıt değil kumaş origami. İnanılmaz şekilde timsaha benzeyen origamiyi kendisinden bir daha yapmasını istiyoruz ve bizde kumaş peçetelerle onun yaptığını taklit ediyoruz. Gemideki son gecemizde festival var, herkes maskeli balo gibi değişik kıyafetler giyiyor. Oyunlar oynanıyor, ben sahnede arkadaşımın tuvalet kağıdıyla sarmaya çalıştığı “firavun” rolünde kendi etrafımda dönmekten ve gülmekten oyunu kaybedenler arasında yer alıyorum. Nil Nehri gemi gezisini herkese tavsiye ederim. n Cumhuriyet okurlarının gezi izlenimlerini, (sayfa olanakları çerçevesinde) bundan sonra da paylaşmaya devam edeceğiz. Bu sayfada yer almasını istediğiniz ve boşluklu 4 bin vuruşu geçmeyen gezi yazılarınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle