Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sayfa 22 Kasım 2012 Perşembe a2 Kültür Sanat İZLENCE Şefik KAHRAMANKAPTAN se [email protected] İSFAHAN’A YOLCULUK (1. öykü) ğladım, saatlerce. Kurumadı gözyaşlarım. Bedenim ıslak. Kirliyim ben. Şiraz bugün de gelmedi. Tahran sessiz. Dışarı çıkamıyorum. Bedenim ağlıyor. Korkuyorum. Nedendir bu sızı? Ahvaz’dadır benim geçmişim. Özlüyorum. Kardeşlerim büyüdüler mi acaba? Ayrılışımız zamansızdı. Elif aşkına! Ne günahım vardı benim? Şiraz’ın gelişini hatırlıyorum. Amcası da yanındaydı; bu evin gizli peygamberi olan amcası. Babam mutluydu, kızını evlendiriyordu ne de olsa. Ben, Şiraz’ın namusuydum artık. Rabbimin buyruğudur imanım. Bedenim de bir seccade olsun Kabe yoluna. Ama anlayamam, neden çiğnenir bu beden? Samed amcanın uzuvları dolanır bedenimde; Şiraz’ın olmadığı her gece sızar yatağıma. Şiraz’ın namusuyum ben, Şiraz’ın! İmanımı c ŞAİRİN ÇIKINI Orhan TÜLEYL OĞLU [email protected] Ulaş ALDEMİR Reha AlemdaroğluAnadolu Lisesi A ÖyküYarışması’ndan... Gelecek Gençlerdedir! H enüz 15 yaşındaki bir genç, maraton koşabilir mi? Sevdikten, azmettikten sonra niye olmasın? Can Çakmur (d.1997) tutkuyla bağlı olduğu piyanoda küçük bir maraton yaşadı. Önce 22. Roma Uluslararası Piyano Yarışması’nda, 1993 sonrası doğumlu toplam 29 piyanistin yarıştığı A kategorisinde birinciliği elde etti. Oradan Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nin “Genç Yetenekler” konseri için Antalya’ya yetişti, konserde çaldı ve bu kez final konserine çıkıp ödül törenine katılmak için yeniden Roma’ya uçtu... Üstelik, yarışmanın 1987 sonrası doğumlu büyükler kategorisinde de yarışıp, ayrıca üçüncülük ödülünü elde etmişti! ODTÜ Koleji lise ikinci sınıf öğrencisi Can’ı Antalya’da, öteki genç yetenekler Cem Esen, Victor Maslov ve Merve Akyıldız’la birlikte verdikleri konserde dinledim. İyi ve bütüncül bir izlence seçmişti kendine. Schubert‘in La Minör 14. piyano sonatının tamamını ve Liszt’in Mefisto Valsi’ni seslendirdi. Yaşına göre çok müzikal yaklaşımı var, yeterli tekniğe sahip, iyi bir kumaş. Mefisto Valsi’nde cambazlık gösterisiyle yapabildiklerince hızlı çalmaya çalışan Can piyanistlerin aksine, yeterli Çakmur hızda ama renkleri çıkaran müzikal bir yorum sergiledi. Yaşıtı Cem Esen de ilerlemesini sürdüren bir yetenek, beş farklı parça ile dinlemesi kolay bir izlenceyi başarıyla seslendirdi. Antalya’dan yetişmekte olan Merve Akyıldız da (d.1994) benzeri biçimde beş parçadan oluşan bir izlence hazırlamıştı, biraz gergin ve heyecanlıydı ama parçaların hakkından geldi. Rus Victor Maslov ise Liszt’in Dante sonatında, Rus ekolünün iyi yetişmiş bir genç üyesi olduğunu kanıtladı. Antalya’da her yıl dört genç piyaniste kendilerini gösterme ve sahne deneyimlerini artırma olanağı veren bu “genç yetenekler” konserlerinin fikir babası, festivalin sanat yönetmeni Fazıl Say’dır. Ne yazık ki aynı saatte Alanya’da halk konseri olduğu için gençleri kendisi dinleyemedi. Ama konserlerin anısına adandığı, rahmetli hocası Kamuran Gündemir‘in eşi Prof. Selçuk Gündemir, her zamanki gibi gençleri dinledi, onları yüreklendirdi ve plaketleri kendi eliyle verdi... Gelecek gençlerdedir... Onlara güveniyor ve inanıyoruz... neden zorlarsın Rabbim? Şiraz’ın annesine anlattım her şeyi. Donuk gözlerle dinledi, oynattı dudaklarını: “Sen, Şiraz’ın amcasına da helalsin kızım!” Ya Rab! İman işkence midir kullara? Nur’un yansın göklerde, yardımın nerede?! Kalbim uğulduyor. Yanlış şeyler düşünme sakın Gülistan! Alemlerin Şahı’ndan kuşku duyma. Rabbim! İhsan eyleyesin şu kuluna. Odamın dışından sesler duydum. Gecelerimin hırsızı geliyor yine. Helalsem ona, mecburum kederimi omuzlamaya. Samed amca yanımda. Saçlarımın nişanını aldı, attı. Kollarım, bacaklarım; her şeyim avuçlarında. Suskunum. “Saçılmış bir nar gibiyim” gecede. Sabah rüzgârları selamlıyor Tahran’ı. Ruhum soluklandı. Samed amca güneş doğarken gider, eziyetim sonlanır bir lokma. Şiraz, neredesin? Bekliyorum. Yoksun. Namazlarım sahte midir benim? Helal oldum senin amcana Şiraz. Bedenimi okşar, kabul eyledim iman aşkına. Bu vurmalar, bu dayaklar neden? Samed amcanın işkencelerine de mi helaldir Gülistan?! Ev uyanmadan çıktım odadan. İsfahan’a gidiyorum. Şehir gülümsüyor. Gubari hattatları, bulutlar döşemişler gök kubbeye. Kamer ayrılık arifesinde. Vazgeçtim solumaktan. Helal bedenimi terk ediyorum. Elif beni tüketti. Günahım günahsızlığımdır. Deftere böyle yazılsın. ‘Bizi de Aldatmışlar’ itabın tarihi, kitap düşmanlarının da K tarihidir. Bu görkemli tarihte ateş yoluyla uygulanan sansür de geniş yer alır. Ancak yasaklayarak, toplayarak, yakarak, bir kitabı yok etmek olanaklı olmamıştır. Gerçi, kitaplara haçlı seferi açan Naziler de, 12 Eylül’de 133 bin 607 kitabı ateşe verenler de yaktıkları kitapların tüm nüshalarını ortadan kaldıramadıklarını çok iyi biliyordu. Aynı görüşleri paylaşanlara ya da aynı kitaplara sahip olanlara yönelik bir mesajdı bu. Son yıllarda kitap düşmanlarının işi oldukça kolaylaştı. Neden mi? Yanıt, kitapların kibrit veya ateş olmadan da yakılabileceğini öne süren, “Fahrenheit 451” adlı kitabın yazarı Ray Bardbury’den: “Dünya kitap okumayanlarla, öğrenmeyenlerle, bilgisizlerle dolmaya başlarsa, kitapları yakmak zorunda kalmazsınız.” Mehmed Kemal, Acılı Kuşak adlı kitabında, kitap düşmanlığının, insanlık dışı, çok onur kırıcı bir eylem olduğunu belirtir ve şunları söyler: “Ben, kitaplarımı bir gün götürecekler, beni bundan ötürü suçlayacaklar… diye yakamam, yırtamam, yok edemem, hatta bir başka yere saklayamam. Kitap yüzünden başım derde girecekse, varsın girsin, ne yapayım! Benim başımı bu derde sokanlar utansın.” Mehmed Kemal, 19401950 yıları arasında acı çeken, anlaşılamayan, düşün ve sanat uğruna hapislerde yatan, yiten, eriyen bir kuşağın çilesini anlattığı kitabında, başından geçen bir olaya da yer verir. Kendi deyimiyle, demokrasinin özgür havasını bol bol ciğerlerimize çekemediğimiz günlerde, siyasi şubeden bir sivil polis gelip evini arar. Kitaplarından başka bir şeye dokunmaz. Bütün kitapları toplar ve götürür. Polisin adı, İbrahim’dir. Mehmed Kemal 1960’tan sonra Polis İbrahim’i bir açık hava toplantısında konuşmacıları alkışlarken görür. İbrahim emekliye ayrılmıştır. “Yahu İbrahim, bu ne hal? Senin vaktiyle topladığın kitaplardan konuşuyorlar bunlar?” İbrahim utanır, boynunu büker: “Sorma bey, bizi de aldatmışlar… Kız doktor oldu, oğlan avukat… Hep sizin söylediklerinizi anlattılar. İnsan fikirleri yanındakilerden, yakınlarından duymazsa pek anlamıyor. Anladık ama, boşa çiğnemişiz yalan dünyayı… Geç kaldık… Belki bizimkiler kurtulur.” Hiç kimsenin aldatılmadığı, düşüncenin suç sayılmadığı, kitapların yakılmadığı, toplatılmadığı bir dünya düşü ne zaman gerçekleşecek? SU (2. öykü) ldüm mü? Yaşıyorum diyebilmenin bedelini ödüyorum! İfelerya Uzayı birkaç bin İfelerya yılı boyunca hep karardı, hâlâ da kararıyor. Galaksilerin ağlayışları yüzünden uyuyamıyor yurttaşlar. İki İfelerya yılı daha karanlıkta kalsaydım, o zaman ölürdüm galiba. Ama bu durumdan kurtulmak için de ölmem gerekiyordu. Gerçi karanlıkta değil de karanlıktan kurtulmak için öldüğümde aslında ölmüş olmadım yalnızca paralel evrenler arasında bir geçiş yaptım. Bu yatay geçiş İfelerya’daki yaşamımı öldürdü ama ben yeni bir gezegene doğdum böylece. Bu geçiş düşüncesine kısa bir süre önce karar vermiştim. Yaşadığım kararlaşma beni çevreme oldukça yabancılaştırdı. Nebula Şarabı içiyordum sürekli! Ö Samanyolu Caddesi’nde yürüyordum bir gece ve yanıma Venüs’ten kopan bir taş düştü. Taşı aldım. Üstünde bir şeyler yazıyordu, okudum: “Evrenler arası geçiş yapmaya karar veren İfelerya Uzayı yurttaşı, sizin bu kararınız çok cesurca, fakat bazı şeyleri öğrenmeniz gerekiyor. Cahilliğinizden kurtulmak için lütfen Orion adlı mavi yıldızın tozlarını okuyunuz. Daha sonra başka bir evrene geçebilirsiniz.” Bu yazıyı okuduktan sonra ilk işim Orion’a gitmek oldu. Tozlarını okudum mavi yıldızın. Ne garip, SU damlası bulup bir tek SU damlası! ona şiir okuyacakmışım evrenler arası geçiş yapmak için. Eğer SU damlasına okuduğum şiiri tüm içtenliğimle okuyamasaydım, sonsuza kadar şarapsız kalabilirdim; yıldız böyle söylüyordu. Şu anda bir başka evrende, Dünya adlı gezegendeyim. SU damlasına başarıyla şiir okuyup da buraya düştüm. Tüm bunlar bir İfelerya gününde oldu. Dünyalıların zamanına vursak bunu beş bin yıl gibi bir zamana denk düşüyor. İçine düştüğüm Dünya adlı gezegene doğduğumda on sekiz yaşında genç bir erkek olarak doğdum. Ne ilginçtir ki, Dünya’ya düşüşümden birkaç Dünya saati sonrasında bir SU gördüm. Yalnızca bir SU damlası değil, başlıbaşına bir SU; binlerce damlası vardı! O an tüm belleğim titredi! Korktum. SU! Bu SU beni bu evrene atan SU damlasının binlerce kez çoğaltılmış haliydi! Karşımda duran SU’yun bedenini evet, bedeni bile vardı SU’yun kavradım ve dudaklarını evet, dudakları da vardı SU’yun içtim! Beş bin Dünya yılı, yani bir İfelerya günü kadar gençleştim! Dünya’da henüz evim yoktu, koşa koşa bu satırları yazdığım ve şu an ortasında bulunduğum bahçeye geldim. Yazıyı keşfettim, oysa insanlık zaten keşfetmiş önceden yazıyı ama olsun, ben yeniden keşfettim! Dünya’nın değil, uzayın değil, tüm evrenlerin en güzel öyküsünü yazıyorum ben, bir diyeceğiniz mi var?! SU içtim ben! Konuşmayın artık, SU konuşsun Foto raf yarı masından... HAYATIN RENKLER Gizem İPEK Ankara Üniversitesi Ankara Cumok DERS VERENLER FRANSIZCAYI konuşturuyorum ve mesleki hukuksal çeviri. 0506 300 30 75 KORSAN KİTAP KÖTÜ BASILIR. OKUMA ALIŞKANLIĞINI YOK EDER. BESAM EN GÜZEL BİRLİKTELİK CUMOKLAR 17 YAŞINDA GELENEKSEL CUMHURİYET OKURLARI KAHVALTISINDA BULUŞUYORUZ 25 KASIM 2012 PAZAR SAAT: 10.00 – 14.00 ARASI EDERİ: 25 TL ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI LOKALİ KARANFİL 2 SOKAK NO:28/12 KIZILAY Lütfen kayıt yaptırınız. 0535 721 88 56 – 0533 367 13 96 www.ankaracumok.org : Barkın ŞIK : Okan AKYÜREK : Kerim TAŞKAN : Osman ÖZER Yazışma Adresi : Cumhuriyet Gazetesi Ankara Yayımlayan : Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Bürosu, Ahmet Rasim Sok. No:14 Basıldığı Yer : DPC Doğan Medya Tesisleri 06550 Çankaya Dağıtım : YAYSAT Telefon : 0312 442 30 50 Yerel ve süreli yayın Eposta : [email protected] : Cumhuriyet Vakfı adına Orhan ERİNÇ Genel Yayın Yönetmeni : İbrahim YILDIZ Ankara Temsilcisi : Utku ÇAKIRÖZER Sorumlu Müdür : Miyase İLKNUR 22 Kasım 2012 Perşembe Sahibi Editör Sayfa Editörü Reklam Müdürü Satış Koordinasyon C MY B