27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sayfa 18 Ekim 2012 Perşembe a4 Kültür sanat Yaşam ‘Fikret Otyam varsa Cgazetesi sayesinde vardır’ GÜRSEL GÖKÇE Bolu Akın Lokantası: Tencerede Lezzet Cümbüşü ile kolay gerçekten, Bolu Akın Lokantası 1958 yılında kurulmuş. Kurulduğu mekânda, ilk mutfak ile aynı usul ve terkipte tencere yemeklerinde lezzet cümbüşü yaratıyor; pazar günü hariç her gün. Damak dostu, mide dostu lezzetlerin mekânı, Etlik’teki eski otobüs garajlarının olduğu alanda, 85 numarada, yarım asrı geride bırakmış. D Bolu tamam, lokantaya da eyvallah, peki Akın? Lokantanın kurucusu rahmetli Hacı Hüseyin Durak, isim koyarken “Akın akın müşteri gelsin” dileğiyle tabelaya akın ibaresini eklemiş. Bu lezzet durağına gerçekten akın akın müdavimler geliyor. Öğlenleri biraz gecikirseniz, mekândan mideniz boş dönme ihtimaliniz yüksek. Zira gerçekten damağına düşkünlerden boş masa bulmak zor ya da boş masa bulsanız da yemeklerin kalma şansı oldukça zayıf. Üç kardeş çekip çeviriyor işleri, Uğur, Yüksel, İsmail Durak kardeşler. Lokantadaki diğer görevliler de ikinci hatta üçüncü nesil. Dedeler ve babalar da burada çalışmış. Şimdilerde torun da çalışıyor. Gün çorba ile başlıyor Sabahın erken saatlerinde camları buğulayan sıcacık çorbalar eşliğinde bünyenin her noktasına günaydın diyebilirsiniz. Hemen her gün dört çeşit çorbayı bulmak mümkün. İşkembe, harbiden ayak paça, tavuk suyu, mercimek çorbaları gerçekten sabahın seherinde şifa dağıtıyor. üzere bu ikili, bizim Anadolu mutfağının ve bu topraklarda doğan her yurttaşın baş tacı ettiği yemeklerde ilk üçe girer. Buradaki ise kesinlikle birinci sıraya girecekler arasındadır. Hele hafif esmerimsi bir pilavları var ki... Anlatılır gibi değil. Sırrı ise, kemik suyu ile demlendirilmesinde yatıyor. E kolay değil yarım asrı geride bırakan tecrübe bu. “Cumhuriyet okurlarına kendimi nasıl anlatayım?” diye başladı söze Fikret Otyam: “Bugün bir Fikret Otyam varsa Cumhuriyet gazetesi sayesinde vardır ve Cumhuriyet’i çok sevdim; ekmek teknem orası...” Otyam, haftanın 3 günü diyalize giriyor. Haftanın bir günü bir gazeteye yazı yazıyor. Resim yapıyor. Kasım ayında açacağı serginin hazırlıklarını sürdürüyor bir yandan da. “Bu bir anlamda artık İstanbul’a veda sergisi” diyor. İlk sergisini İstanbul’da, 1952 yılında, açmış. 17 yıl çok sevdiği Cumhuriyet gazetesinde çalışmış. Bugün usta gazeteci, ressam, fotoğraf sanatçısı ve yazar Otyam’ı çok sevdiği Cumhuriyet gazetesine konuk ettik biz de. 86 yıllık yaşam serüveninden kesitler anlattı. 1950 yılında gazeteciliğe başladı 1926 yılında Aksaray’da doğan Otyam, babasının eczanesinde çırak olarak çalıştı. Halkın inanılmaz bir fakirlik içinde olduğunu gördü. İkinci Dünya Savaşı yılları tam bir felaketti. Sıtma, uyuz, trahom, insanları kırıp geçiriyordu. “Dürüstlüğü, insan sevgisini babamdan öğrendim” diyor. Lise macerasından sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim bölümüne kaydoldu. Dönemin ünlü ressamlarından İbrahim Çallı ile çalıştı; sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’ne girdi. Öğrencilik yıllarında gazeteciliğe başladı. 1952 yılında Dünya gazetesine yazıişleri müdür yardımcısı olarak girdi ve orada söyleşiler yaptı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanın yaşadığı sıkıntıları ilk kez Fikret Otyam’ın yazılarından öğrendi okurlar. Otyam anlatıyor: “1953 yılında akademiyi bitirdim; Dünya gazetesinin sahibi Falih Rıfkı Atay, vapurla Hopa’ya gitmemi önerdi. Oysa aklım Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daydı. Sonunda kendimi Sirkeci’de, bir kamyonda buldum. Ankara, Adana derken, Diyarbakır’a, oradan da Van’a kadar gittim. Cumhuriyet gazetesi adına Yaşar Kemal de oralardaydı. Dönüşümüzde, Dünya’da ve Cumhuriyet’te bir ay boyunca söyleşilerimiz yayımlandı. Doğu ve Güneydoğu insanın sorunlarını yazılarımızla dünya kamuoyuna duyurduk. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sorunları bizim haberlerimizle günyüzüne çıktı.” Bir pasaportu alamadınız “1960 yılına sıkıntılarla girdi arkadaşım İlhan Başgöz. Koca üniversite bitirmiş İlhan’a bir ilkokul öğretmenliği bile çok görüldü. ‘Solcu’ diye bildiklerini çok çeşitli illere sürüyorlardı. İlhan’a da Sivas’a sürgün kararı çıktı. Çalıştığım Ulus gazetesinde müessese müdürü yanına çağırdı. ‘Seni tutuklayacaklarmış’ dedi. Ben de İlhan’a, ‘Sen Sivas’a gitme, Urfa’ya git’ dedim. O otobüsle, ben de benzin tankeriyle gittim. Çok sevdiğim saydığım Milli Birlikçi Suphi Gürsoytrak ağabeye telefon ettim. ‘Ya ağabey’ dedim, ‘Devrim yaptınız bir pasaportu bile alamıyorsunuz.’ Suphi ağabey ‘Otyam, kafan iyi mi?’ diye sordu. Yanıtladım: ‘Evet kafam iyi.’ 1962 yılında Cumhuriyet’e başladım “İlhan’ın Londra’daki hocası Amerika’da büyük bir üniversitede kürsü buldu. Uzun uğraşlar sonucu pasaportunu aldık. İlhan her şeyi hazırladı. Londra’ya hareket edecek; ben de Doğu’ya. Çok rica ediyor; ‘Otyam n’olursun uçak havalansın; epey gitsin; öyle git Doğu’ya.’ Gülüştük. Uzun yıllar orada kaldı. Çok ama çok güzel işler yaptı. Bir gün bir mektup aldım. Uzun bir isim listesi... Üniversitesi adına Türk yazarlarıyla söyleşiler yapmamı istiyor. Söyleşi için Cumhuriyet gazetesinden Nadir Nadi’nin yanına geldim. ‘Sen ne yapıyorsun?’ diye sordu. Ben de, ‘Amerika’dan arkadaş söyleşiler yapmamı istedi; onları yapıyorum’ dedim. ‘Seni Cumhuriyet’e alalım’ dedi; fakat kadro yoktu. 2 Ekim 1962’de Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nda işe başladım.” Doğan Nadi kafa dengimdi “Doğan Nadi ustayı da çok severdim. Biraz da kafa dengim olduğu için... Ankara’ya geldiği zaman aşağı yukarı birkaç meyhane dolaşırdık. Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Beyhan Cenkçi, Çankaya’da bir basın sitesi yaptırdı. Kuralar çekildi. Oralara yerleştik. Bankaya ödememiz gereken para da fazla değil. Ama gün geldi; bunlar birikti ve nihayet bankadan bir yazı: ‘Şu güne kadar bunu ödemezseniz daire satılığa çıkarılacak.’ Bunu bir zarfa koyup Doğan ağabeye gönderdim. Bir müddet sonra müessese müdürü Nadime Ana’nın telefon ettiğini bildirdi. Canım Doğan ağabeyim, büyük bir rahatsızlık geçiriyormuş. İngiltere’ye gönderilirken annesi Nadime Hanım’a ‘Anne Otyam’ın bir derdi var; benim hesabımdan ödeyin’ demiş. Müessese müdürü de bunları anlattı. ‘Nadime Ana’ya selam söyleyin’ dedim. Ben Doğan ağabeye takılırım. Hiçbir derdim yok. Sonra Doğan ağabeyi kaybettik. Ama zamanla evi de kurtardım.” Son söz “Kasımda, İstanbul Çırağan Kempinski Otel Sanat Galerisi’nde, bir buçuk ay sürecek ‘Hoşçakal İstanbul’ sergim açılıyor. Artık yoruldum sergi açmaktan, ondan allahaısmarladık diyorum.” İşte gerçek, işte lezzet Bizim gittiğimiz gün dört çeşit et yemeği var idi. Döner, köfte ve pide çeşitleri de var ama bu sulu yemekler gerçekten muhteşem. Kuzu kızartma, kuzu haşlama, patlıcan kebap, çoban kavurma... Her birinden Engin dostumuzla bir porsiyon söyleyip paylaştık. Zira porsiyonlar inanılmaz doyurucu. Çatalı ister haşlama ister kızartmaya yanaştırın, sanki o canım, dayanılmaz etler, lime lime olmaya teşne. Birer lokma aldığınızda ise beyin kıvrımlarınızdan zihninize yayılan gazete manşeti aynen şöyle yazıyor: İşte gerçek, işte lezzet. Birbirlerine benzer gözükseler de her birinin hem suyu, hem eti, hem patlıcanı – biberi, hem domatesi – patatesi muhteşem. Taş fırın ekmeğini kopartın elinizle ve bandırın o muhteşem suyuna yemeklerin ayrı ayrı. Yanına bir porsiyon pilav ve bir de cacık çekin ki bayramdan önce bayram yapasınız. Ve sakın ama sakın acele etmeyin yerken. Varın keyfini çıkarın. İddia ediyorum ki uzun zamandır böyle lezzetli yemekleri bırakın yemeği, görmediniz bile. Gidin gidin siz daha AVM’lerdeki yemek reyonlarına. Ah canım dostlarım ah. Yapıverin kendinize bir kıyak. Varın bir gün Bolu Akın Lokantası’na da görün yemek neymiş, lezzet neymiş. Ha unutmadan, çocuklarınızı da götürün, onları lezzetlerden mahrum bırakmayın. Belki de, öğrenerek gerçeği gördüklerinde hazır yemekten uzaklaşıp, bizim tatlarımızı bayraklaştırabilirler. “Boğazlar Meselesi” serdarsahinkaya35@gmail.com Tarihi kuzine ve bakır SERDARŞAHİNKAYA tencerelerdeki eşsiz lezzetler Efendim, Bolu Akın Lokantası’nın ününe ün katan yemekler esas olarak dinlenmiş erkek kuzu etlerinin başrolde olduğu lezzetler. Uğur Durak Bey diyor ki; “Buraya yarım asırdır yerli kesim, erkek kuzu eti girer. Etlerimizi ertesi gün için öğleden sonra akşamüzerine doğru hazırlarız. İsteyen saat 15.00 – 16.00 gibi gelip görebilir hazırlığımızı. Ve etli yemeklerimizin her porsiyonun da 350 gram et olması en baş kuralımızdır.” Tarihi kuzinedeki bakır tencerelerde odun ateşinde ağır ağır pişen lezzetlerden kimileri, dinlenip iyice tava gelsin diye alt taraftaki fırın gözlerine bırakılıyor. Lokantanın olmazsa olmazlarından ilki, beklenildiği gibi kuru fasulye, pilav. Bilindiği Bedri Rahmi Eyüboğlu 101. yıl sergisi, Arete Galerisi’nde 101. yılında 101 yapıt TÜREY KÖSE Bedri Rahmi Eyüboğlu, doğumunun 101. yılında Arete Sanat Galerisi’nde açılan özel bir retrospektif sergiyle anılıyor. Sanatçının uzun yıllar yaşadığı Kadıköy’deki evinde yer alan resimleri, gravürleri, seramikleri, yazmaları, kişisel eşyaları ve ölümüyle yarım kalan son tablosundan ilk resmine dek 101 parça sanat eseri Arete Sanat Galerisi’nde sergilenmeye başladı. Sanatçının özel eşyaları arasında, Nâzım Hikmet’in annesinin yaptığı ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’na armağan ettiği “Nâzım Hikmet Portresi” de yer alıyor. Serginin küratörlüğünü eleştirmen İbrahim Karaoğlu yaptı. İbrahim Karaoğlu’nun Bedri Rahmi Eyüboğlu için Çığlığı; resim ve şiir. Kilimlerin, halıların, cicimlerin, yazmaların ve seramiklerin renkli dünyalarına, nakışlarına vurulmuş. İflah olmaz bir tutkuyla, sanatla örmüş menzilini. Renklerin bin bir çeşidini öğrendiğinde, utanmış ressamlığından ve her resmine bin birini bulaştırmış. Bitmek bilmez bir merakla, kana kana bitimsizce izlemiş halk kültürünü. Sanatının ocağına, kendi alevleriyle taşımış her şeyi. Anadolu’nun rüyasını uyutmuş resimlerinde. İçini renklerin aleviyle yıkamış. Daha da tutuştuğunda içi, sözcüklere sığınmış. Kanayan şiirlerine katmış gün görmemiş kederli sözcükleri. (...) Bir derya ki uçsuz bucaksız o. Hiç bilmediğimiz dünyalara götürür bizi, halk kültürünün engin deryalarına ve çağdaş sanatın özgün tadlarına. Yoğun, üretici dostlukların ve hayatı üreterek çoğaltmanın, anlamlandırmanın en seçkin ustalarından biriydi Bedri Rahmi Eyüboğlu. Doğumunun 101. yılında, 101 yapıtını seçtik torunu Rahmi Eyüboğlu’yla. Resme adanmış bir ömrün atlasından, özenle seçilmiş yapıtlarıyla, özlemle anacağız Koca Reis’i.” Sütlaç ile son nokta Lokantadaki tatlılarının lezzetleri de oldukça yüksek. Biz, sütlü tatlıda karar kıldık ve çektik masaya fırında sütlacı. Sütü, pirinci, şekeri tam kıvamında. Hele fırında da hafiften madam bronze olmuş ve botokstan uzak durmuş kıvrımlarıyla yeme de yanında yat gerçekten. Üstündeki arzuya göre dövülmüş ceviz ya da fındık da pek bir yakışmış, pek. Efendim bitirirken bir de küçük dedikodu aktarayım. Malumunuz kentsel dönüşüm denen canavar bu bölgeye de musallat olmak üzere. Eski garaj alanındaki son izler de silinmekle karşı karşıya. Böylece benimle yaşıt bu lokanta ve komşuları da o canavardan etkilenecek. Belki yeni bir mekâna taşınırlar. Ama yeni yerde, yarım asırlık lezzet büyüsü aynen sürebilir mi? Yeni mekânda odun ateşin kuzineye izin alabilirler mi? Bilemiyorum!.. Ama umuyorum. Ağzımızın tadı bozulmasın. Sağlık ve dostlukla. yazdığı “Bir Derya ki Uçsuz Bucaksız” adlı kitap da sergiyle birlikte yayımlandı. İbrahim Karaoğlu, “Bir Derya ki Uçsuz Bucaksız”da Eyüboğlu’nu şu sözlerle selamlıyor: “Renklerin; türlü türlü halleriyle, sözcüklerin; en tılsımlı şiirleriyle, hiç yorulmadan dokunmuş hayata; çizgilerle, lekelerle, beneklerle. Ve sözcüklerin en dokunaklı olanıyla düşünmüş. Rüyalarında bile resmini, şiirini çizmiş, yazmış yurdunun. Doğasının ve halkının tasasını, kederini, sevincini yüklenmiş. Ve nereye gitse; Avrupa’ya, Amerika’ya ya da en ücra yerlerine Anadolu’nun, taşımış o yükü benliğinde. Gizli bir çığlığa dönüştürmüş yükünü. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle