22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

04 Cemil Eren’in sergisi yarın Cumhuriyet’te açılıyor 11 Şubat 2011 Cuma 345 Eren‘beyaz’a tutkun, ‘beyaz’onasimge NKARA “Hayatım boyunca ışığa, beyaza yöneldim ben, aydınlık benim için çok önemli çünkü” diyen ressam Cemil Eren, “mücadele” dolu yaşamını “beyazla, yani ışıkla” aydınlattığına inanıyor. Bu nedenle eserlerinde en çok “beyaz”ı kullanıyor. Ona göre “beyaz”, “aydınlık, ışık ve rahatlık” demekle eşdeğer. Gazetemizdeki Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde (CKM) yarın saat 17.00’de açılacak yeni sergisi öncesi Çayyolu’ndaki atölyesine konuk olduk Cemil Eren’in. İçeriye girer girmez de “beyaz”ın ağırlıklı kullanıldığı tablolar dikkatimizi çekti. Tablonun biri beyazlar içinde “Kuğu Gölü” balesi yapan kızları simgeliyor. Bir başka tabloda da pek çok kadın figürü iç içe kullanılmış. “Bu tabloda resmedilen kadınlar benim komşularım aslında biliyor musunuz?” diyor Eren. “Bütün resimlerinizde beyazı ve beyazın doğadaki simgeleri martıları, kuğuları görebilmek mümkün, neden” diye soruyoruz. Hiç düşünmeden yanıt veriyor: “Beyazı bir ışık olarak algılıyorum çünkü. Ben, bu ışığı madde olarak görüntülemek istedim. Bir de yaşamı kazan A SELDA GÜNEYSU mak hiç kolay olmadı benim için. Onun için ışığa yöneldim. Karanlıklar içinde olmak hiç bana göre değil. Karanlık bir odada iseniz eğer, bir ışık gelsin, bir pencere olsun diye beklersiniz. Beyaza yönelirsiniz, yani ışığa...” Ardından bize yöneliyor ve bu kez o soruyor: “Yani beyaz, aydınlık, ışık, rahatlık demek. Karanlıkta bunalır insan. Sizce de öyle değil mi?” ‘En iyi arkadaşlarım hep yazardı’ Atölye kapısındaki bu kısa sohbetin ardından, içeriye, Eren’in yaşamını sürdürdüğü odaya yöneliyoruz. Odanın içi Eren’in resimleri ve kitaplarıyla dolu. Tho mas Mann’ın iki kitabı sehpanın üzerinde duruyor. Sürekli okumaya çalıştığını söylüyor Eren. En yakın arkadaşlarının da hep yazarlar olduğunu... Bu yazar dostlardan ikisinin adını anarken yüzünde üzgün bir ifade beliriyor: “Vüs’at ve Erhan Bener en iyi arkadaşlarımdı, ikisini de yitirdim” diyor ve ekliyor: “Kendinizi, kafanızı kültürle beslemezseniz eğer, yaptığınız resimlere ‘resim’ demezler. Lakin, kendinizi besliyor ve okumayı, müzik, tiyatro gibi sanatın her dalıyla ilgilenmeyi seviyorsanız, iyi resimler yapabilirsiniz. Ben hep okurum. Dünya klasiklerini mesela... Klasikleri okumasaydım, bugün Don Kişot’u resmedebilir miydim?” ‘Yüzbaşı madolinimi kırdı’ Eren, sorumuz üzerine gülümseyerek resime nasıl başladığını şöyle anlatıyor: “İlkokuldan bu yana resime ilgim vardı. Büyükannem, Satı Hanım, hep kızardı bana. Kafama da vururdu ara sıra. ‘Sen bunları bugün yapıyorsun ama yarın ahirette nasıl hesap vereceksin’ derdi. Ben onu dinlemedim tabii...” Bir dönem askeri okulda da okuyan, ancak okulu bırakarak kendini tamamen resme adayan Eren, o dönemi şöyle aktarıyor:“Ailem beni okutacak durumda değildi. Bir yatılı okula gönderirlerse, lise eğitimimi tamamlayabilirdim. Askeri okula gönderdiler. Merzifon’dan kalkıp Erzincan’a gittim, kazandım. Yaşım 12; yıl 1939. Resim yapmayı hiç bırakmadım ama. Harp Okulu’na gelince, yaşım o zaman 18, okulun müzik ve resim atölyesine gittim. Ortaokuldaki resim öğretmenim Şemsettin Arel’di. Arel beni Eşref Üren’e yönlendirdi. Çalıştım. Müzikle de ilgilendim ama olmadı. Keman ve mandolin çalıyordum. Bir yüzbaşı mandolinimi kırdı, bir yarbay da kemanımı hapsetti. İkisini de aldılar elimden. Çok sonra da askerlikten ayrıldım zaten.” Tiyatro’danAnıtkabir’e... SERGİAÇILIŞI Yarın,saat:17.00’de Cumhuriyet’te Davetlisiniz Eren, 1952’de, Devlet Tiyatroları’nda (DT) dekoratör olarak görev yapan ressam Turgut Zaim’in yanında yardımcı olarak çalıştı. Zaim’in yaptığı eskizleri sahneye uyarladı. 1953’te, arkadaşları Komünist Partisi üyesi olduğu ve sorgularında Eren’in de adı geçtiği için tam üç ay gözaltına alındı. İstanbul Sirkeci’de... Bu nedenle DT’deki işinden de oldu. Sonrasını şöyle anlatıyor Eren: “O sıralar eşim oğlum Barış’ı alıp Merzifon’a gitmişti, benimse onların yanına gidecek param yoktu. Terzi bir arkadaşımdan borç alıp Ankara’ya geldim. DT’ye uğradım. Oradaki arkadaşlardan da borç alıp, Merzifon’a gittim. Sonra, DT’de, Tarık Levendoğlu vardı, dekoratördü. Beni severdi. Anıtkabir’in tavanındaki freks işini almış. ‘Gel, benimle çalış’ dedi. Birlikte Anıtkabir’in fresklerini yaptık.” Sayısız sergiyle resimseverlerin karşısına çıkan Eren, bugün kendisi gibi bu sanata ilgi duyan iki çocuğu, kızı Zeynep ve oğlu Barış ile kendi atölyesinde kimi zaman doğayı, kimi zaman insanları kimi zamansa kendi iç dünyasını tuvallere aktarmaya devam ediyor. Salt geçen yaz boyunca 50’ye yakın suluboya resim yaptığından söz ediyor. “Kimbilir, belki bu resimleri bir başka sergide sanatseverlerin ilgisine sunarız” diyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle