23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Ankara 290/22 Ocak 2010 TürksoyOpera Yıldızları: AlınacakDersler, Zorlanacak Olanaklar... Agadi, Bekbayeva, Karakelle, Daurbayeva, Kıranbay, Doğu sefik@kahramankaptan.com / www.kahramankaptan.cokm Yans malar Şefik KAHRAMANKAPTAN lmanya’nın Essen ve Macaristan’ın Peç kentleriyle birlikte seçilen İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri havaî fişek gösterileriyle başlatılırken, biz de Ankara’da TÜRKSOY opera yıldızlarını Aida operasının başrollerinde izledik. Önce, artık iyice markalaşan bu kısaltma adın ne anlama geldiğini kısaca anımsatalım: Açık adı Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı, merkezi Ankara’da, dili Türkçe, kurucuları Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan. Şimdiki Genel Sekreteri, Kazakistan’ın eski Kültür Bakanlarından kemancı Prof. Düsen Kaseinov. 1993’deki resmî kuruluştan sonra Rusya Federasyonu’na bağlı Altay, Başkırtistan, Yakut, Saha, Tuva, Tataristan ve Moldova’ya bağlı Gagavuz Özerk Bölgesi de KKTC ile birlikte “gözlemci” statüsünde örgüte katıldılar. Asya Türk Cumhuriyetleri’nin Sovyetler Birliği’ne dahilken, hem kendi öz ulusal kültürlerini koruyup geliştirme, hem de evrensel sanatlarda ilerleme konusunda büyük mesafe aldıklarını biliyoruz. Sovyetler’in dağılmasından sonra uluslararası hareket ve değişim olanağına kavuşan sanatçılar kısa sürede dünya sahnelerinde boy göstermeye başladılar. Bu ülkelerden gelip Bilkent Senfoni Orkestrası’nda hâlâ çalmakta olan çok sayıda müzisyen bulunuyor. A gun bazı kısaltmalarla ortaya yeni bir yapım çıkartılabilir. Bu öneri listesini uzatmak mümkündür... Yetişmiş, çok kaliteli şancılarımız var, onların Batı’da olduğu kadar, Asya’da da sahneye çıkabilmeleri için bir vizyon geliştirilmelidir. SÖZDE DEĞİL, ÖZDE YILDIZLAR Gelelim Aida’daki konuk solistlere... Aida’da Kazak soprano Gülzat Daurbayeva, güzel sesi ve tekniğini birleştirerek, hiç bağırmadan, forse etmeden örnek bir temsil çıkardı. Abay Kazak Devlet Operası’nın solisti olan Gülzat Hanım, daha önce izlediğimiz bizden ve Avrupa’dan pek çok Aida solistinden daha başarılı biçimde roldeki aşk, hüzün ve acı içeriğini yansıttı. Kırgız mezzosoprano Asel Bekbayeva, Amneris’te oylumlu ve yeterli koyuluktaki sesi, tizlerde de, peslerde de entonasyonunu hiç yitirmemesi ve sahnesiyle “mükemmel” nitelendirmesini hak etti. Radames’te Tatar tenor Ahmet Agadi, zorluklarla dolu partilerinde, daha önce gelen Avrupalı tenorlardan daha iyi bir performans çıkardı. Marinski ve Kazan operalarının solisti olan deneyimli Agadi, yer yer ara seslerde entonasyon yitirdi, ikinci perdede hafifçe detone oldu ama yüksek volümü, tizlerdeki sağlamlığıyla alkışı hak etti. Aida, tüm dünya sahnelerinde ve bizde oynanmaya devam edeceğine, Aspendos Festivali’nin de demirbaşı olduğuna göre, artık bizden bir Radames çıkarmak zorundayız. Operamız, kendi tenorlarına yeniden bir göz atmalı, Finlandiya Büyükelçisi Kirsti Eskelinen gençlerin bu tür roller için yetişmesine olanak tanımalı. Önyargılardan sıyrılarak bakıldığında, bir değil, birkaç Radames birden bulunabileceğine inanıyorum. Bu temsilde bassolar, Il Re’de Mithat Karakelle, Ramfis’de uzun süredir sahnede göremediğimiz Tuncay Doğu görevlerini yaptılar. Amonasro’da bariton Çetin Kıranbay, hem dramatik sahnesi, hem de role oturan sesiyle başarılıydı, her zaman hazır olduğunu gösterdi. Role oturmamış olan, Sacerdotessa’da Begüm Mengü’nün sesiydi, rahiplerin gizemli ilâhisi için, biraz daha koyu ve sallantısız bir soprano ses gerek. Koro, özellikle de kadınlar korosu iyi hazırlanmıştı. Bu temsilde orkestrayı da, koroyu hazırlayan genç İtalyan Alessandro Cedrone yönetiyordu. Dikkati, müziksahne üstü uyumu için gayreti ve dikkati nedeniyle kendisini kutlamak gerek. Nasıl bir dönem Anotino Pirolli genç bir müzikçi olarak geldiği Türkiye’de kendisi de olgunlaşıp uluslararası alanda aranır hale geldiyse, Cedrone de Ankara’da yakaladığı fırsatı iyi kullanıyor. İLK AKLA GELENLER TÜRKSOY coğrafyasında operabale alanında geniş bir alışveriş, işbirliği başlatılması için geçtiğimiz hafta Ankara’da üye ülkelerin operabale müdürlerinin katıldığı bir toplantı yapıldı, işbirliği anlaşmasına imza atıldı. Böylece daha önce başlatılmış arayışların, daha ilkeli, düzenli biçimde yaygınlaştırılması belgeye bağlandı. Bizden dili Türkçe bazı yapıtların üye ülkelerde turne yapması, şancılarımızın gidip Asya operalarında söylemesi, yönetmenlerimizin gidip yapıt sahneye koyması, koreograf ve dansçılarımızın ortak projelerde yer alması artık sürpriz olmayacak. Doğaldır ki, aynı biçimde bu ülkelerden iyi yetişmiş sanat insanlarının, kalite sahne yapıtlarının Türk izleyiciye sunulması da mümkün olacak. Burada el birliğiyle düşmemek gereken tuzak ise, sürekli sadece folklorik işlerin, halkoyunu ekiplerinin bu çerçevede görülüp, kendi kendimizi kandırma tuzağıdır! Yapıt değişimi alanında ilk elde yapılabilecek hazır işler var. Örneğin Adnan Saygun’un Mehmet Ergüven rejisiyle Ankara’da sahnelenen “Kerem” operası, bence gönderilmeye aday, hazır bir yapıttır. Azerbaycan’da yaşayan önemli besteci Arif Melikov’un Nâzım Hikmet’in “Ferhat ile Şirin”i üzerine bestelediği, Yuri Grigoroviç koreografisiyle dünya bale literatürüne kazandırılmış, başta St. Petersburg olmak üzere çeşitli kentlerde sergilenmiş “Bir Aşk Masalı” balesi Türkiye’de yeni bir anlayışla hazırlanıp sahnelenebilir. Gene Adnan Saygun’un, Niyazi Tagizade şefliğinde 1973’te İstanbul’da iki kez sahnelendikten sonra, uzunluğu ve güçlük derecesinin yüksekliğinden olsa gerek, adeta unutturulan “Köroğlu” operası ortak bir proje olarak ele alınıp, günün koşullarına uy BİNALAR, BİRİKİM VE BELLEK! Aralarda Kazakistan’ın Ankara Büyükelçisi Bagdad Amreyev’le kısaca sohbet ettik. Yazar olduğumu öğrenince ne sordu biliyor musunuz? Opera binalarını! Ankara’nın yeni opera binası gereksinimi konusunda yazıp yazmadığımı! Adeta utanarak, “en fazla yazı yazdığım konu” olduğunu söylemekle yetindim. Tam 2010 Avrupa Kültür Başkenti havaî fişekleri atılırken, Büyükelçi İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin son durumunu da sordu, kısaca “hukukî sorunların aşılmasına çalışılıyor, hâlâ kapalı” demekle yetindim. Söz gene binadan açılmışken, dilerim ki TBMM’deki milletvekilleri birkaç adım yürüyüp Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki Ankara Mimarlar Odası ile Finlandiya Büyükelçiliği’nin ortaklaşa düzenlediği “Saklamak ve Paylaşmak. Finlandiya’da kamu yapıları: Müzeler ve Kütüphaneler” başlıklı sergiyi gezsinler. Nüfusu sadece 5 milyon olan (Ankara kadar) bu ülkenin Ankara Büyükelçisi Kirsti Eskelinen katıldığım açılışta, “İyi kitaplıklar ve müzeler bir toplumun vatandaşına verdiği değeri, vatandaşlarını eğitme çabalarını, çözümler bulma ve yeni öngörüler yaratma vizyonunu gösterir” dedi. Her yıl yaklaşık 4 milyon Finli kitaplıklardan yararlanıyormuş, bu nedenle de bu mekânlara “ortak oturma odası” yakıştırmasını yapmışlar. Büyükelçi “Kitaplıklar bizim entellektüel birikimimizin, müzeler ise ortaklaşa belleğimizin yuvasıdır” diye ekledi. O güzelim yapıların fotoğraflarını, planlarını, maketlerini görmek yetmez, bu saptamalar kulağa küpe olacak cinsten! Söz böyle opera, kitaplık, müze gibi “bina”lardan açılınca, usuma hep, “Benim oğlum bina okur, döner döner gene okur!” deyimi geliyor nedense! 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle