Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Cumhuriyet Ankara 289/15 Ocak 2010 ANKARA ANKARA Talât HALMAN izans İmparatorluğu’nun kültürel varlıklarının en değerli hazineleri, Yunanistan, İtalya ve Türkiyemizdedir. Mimari eserleri bakımından hele Ayasofya bizde olduğu için biz çok talihliyiz. İstanbul turizminde Ayasofya’nın yaşamsal denebilecek bir önemi vardır. İnsanlığın en görkemli şaheserlerinden biri, İstanbulumuzda. Bir Bizans Müzemiz bulunmayışına öteden beri üzülmüşümdür. Doğru dürüst bir Bizans sergisi düzenleyememişizdir. Ne yurtiçinde, ne yurtdışında. 1980’li yılların başında Batı Avrupa’da AKKARA Bizans Sergisi/ Müzesi ve Başkaları ve ABD’de geziye çıkacak bir Bizans sergisinin planlarını yapmaya başlamıştım. O zaman Dışişleri Bakanlığımızın Kültür İşleri Büyükelçiliği’ni yapıyordum; iyimserdim bu konuda. Temas ettiğim yabancı müzeler de böyle bir teşhirin büyük ilgi göreceğine emin olduklarını söyleyerek tam işbirliği yapacaklarını belirtiyorlardı. Bizim yetkililer, pek sıcak bakmıyorlardı buna. Aşılması zor önyargılar ağır basıyordu. Hoşgörülü, hümanist olarak bilinen bazı aydınlarımız ve resmî görevliler bile Bizans yaratıcılığını sergilememizin Türk kültürünün imajı için yararlı değil, za B rarlı olabileceğine inanır gibiydiler. Sonra, Kumluca’dan Washington’daki Dumbarton Oaks Müzesi’ne kaçırılmış olan Sion gümüşü adlı Bizans koleksiyonunun Türkiyemize iadesini sağladımdı ama, bizim yetkililerimizden bazılarının itirazı yüzünden akamete uğradı. 1980’li yıllardan bu yana, yumuşamalar oldu. Keşke İstanbul’da bir Bizans Müzemiz olsa. Ne mutlu bizlere ki İstanbul’daki mükemmel Sabancı Müzesi şimdi Bizans sergisi açacak. Heyecan verici bir proje bu. Keşke İstanbul’da bitince bu sergi Ankara’ya da gelse. Ne yazık ki Cumhuriyetimizin başkenti o kadar talihli değil. Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un kavuştuğu nice nimetler, Ankara’ya kısmet olmuyor. Gönül ister ki çeşitli İstanbul müzelerinde gerçekleşen o güzel, bazıları görkemli sergiler Ankara’ya da uzansa, başkentlileri de mutlu etse... Ama, olmuyor işte. Çünkü Ankara sanat ve uygarlık sergileri bakımından pek hevesli ve becerikli gibi görünmüyor. Niçin İstanbul’da açılan, özellikle tâ yurtdışından oraya kadar getirilen sergiler, Ankara’da da açılamaz? Mükemmel bir Bizans sergisinin başkentte sunulması güzel olmaz mı? YunusEmreP “RAP” bir Amerikan icadı... Beyaz ve kara kocakent gençlerinin her türlü şarkı geleneğine, yumuşak dile ve toplumsal sorunlara bir başkaldırı eyleminin sesi olarak başladı. Muhafazakâr kesimlerin tepkisine göğüs gerdikten sonra, kent sokaklarından müzik salonlarına ve evlere girdi. Halk müziğinin yeni, canlı bir türü oldu. Stakato bir ritmi var, dilin ve zihnin düzenini zorluyor – bir isyan müziği. Türkçemizde bize özgü bir terim bulamadık, “Rap”in İngilizce telaffuzunu da beceremediğimiz için “Rep” dedik. Niye olmasın? Ülkemizde, ABD’li ve Avrupalı repçilerle boy ölçüşebilecek genç sanatçılar çıktı. Bu tür şarkı bizim için “ithal malı”. Olabilir. Batı’nın her türlü icadını rahatça alıp kullanıyoruz. Onların sanatlarını da sadece iyi taklit etmekle kalmadık, yaratmış oldukları nice eserlerin benzerlerini başarıyla ürettik. Kim derdi ki zenci ve beyaz ABD sokak çocuklarıyla külhanbeylerinin diline özgü rep şarkılarını Türkçemize ve günümüz Türkiyesinin toplumsal sorunlarına aktaracağız. Bizim repler, Amerikalı delikanlılarınki kadar küfürlü ve müstehcen değil ama, özellikle ritmleri ve bozuk / bozguncu dili bakımından aynı derecede etkileyici – bazılarına göre “asap bozucu”. Rep çok ilginç – ve yine bazılarına göre, tümden özgün, hem de taklit edilmesi neredeyse imkânsız bir tür. Ama, bizim repçiler bunu başardılar. Dinleyeni heyecanlandıran, bazen sarsan şarkılar sunuyorlar. Bir ulusun müzik yaşantısını zenginleştiren her yeni tarzın yararı büyüktür. Ne var ki bazı türler, önceki zevkleri bozabilir, başka eserlere uyarlanırlarsa ortaya uyumsuzluklar ve terslikler çıkabilir. Örneğin, Anadolu geleneğindeki ilahilerin nasıl ve ne dereceye kadar modernleştirilmesi uygun olur sorusunu sormalıyız. Nitekim, birkaç ay önce verilen bir konserde, ilahilerin güncelleştirilmesi şekilleri icra edilmişti. Başka dinleyiciler memnun kaldılar mı, bilemiyorum, ama yapılan yenileştirmeler benim kulağıma hoş gelmedi. Nice ezgiler ve güftelerin tür ve anlam bakımından kendi haysiyeti vardır, rahat bırakılmalıdırlar. Örneğin, bizim Yunus Emre şiirlerimize ve ilahilerimize Rep uyarlanmamalı. Şöyle repli dizeler olur mu: Peygamberep yerine geçen hocalarep Gönüllerep yıkıben heybetli oldu Gitti beylerep mürveti Binmişlerep birerep atı Yediği yoksul eti İçtiği kan olusarep Az söz erin yüküdürep Çok söz hayvan yüküdürep Bilene büz söz yeterep Sende güherep varep ise Yunus’un yarattığı güzelliklere saygımızı sürdürmeliyiz – onun şiirlerinin haysiyetini koruyarak. Durup dururken Yunus Emrep uydurmanın anlamı yok. Yoksa bir Yunusu biçarep çıkar ortaya. ‘HERKES İÇİN KENT’ engiz Bektaş çok yönlü bir yaratıcı aydındır. Ulusal ve uluslararası ödüller kazanmış olan bir mimar. Türkiye’de, Almanya’da, ABD’de, en son Makedonya’da mimarlık alanında konuk öğretim üyesi... 20 kitaplı bir şair... Deneme ve inceleme yazarı... Çevirmen... Çocuk kitapları yazarı... TürkiyeYunanistan Dostluk Derneği ve Yazarlar Sendikası Başkanı... Konferansçı... Mekân, mimarlık, estetik, çevre ve kent konularında ülkemizin en bilgili ve duyarlı, en yetkin ve yenilikçi uzmanlarından biri... Ankara’da Etimesgut Camisi ile Denizli Çarşısı’nı ve başka düzinelerle ilginç eser yaratmış olan Cengiz Bektaş, mimaride gelenek ile yenilikleri üstün başarıyla bağdaştırmıştır. Modern mimarimizde çok önemli bir yeri vardır. Türkiye Mimarlar Odası’nın Ankara Şubesi, Cengiz Bektaş’ın “Herkes için Kent” başlıklı yeni kitabını yayımladı. Önemli bir çalışmadır bu. Çok uzun yıllar, devletimizin, belediyelerimizin, bilim âlemimizin, hatta kent uzmanlarımızın ihmal ettiği bir konu üzerine eğiliyor. “Yaşlılar”la “engelliler”in kent yaşamındaki gereksinimleri ve bunları karşılamak üzere neler yapabileceği hakkında. Uygar ve insancıl kentler, yaşayanlarının her türlü güvenliğini düşünen, koruyan, bu amaçla her önlemi alan, bu uğurda hiçbir şeyi esirgemeyen kentlerdir. Bektaş “engelliler”in nüfustaki orantısının yüzde 12 olduğunu belirliyor. Onlar için gerekli olan güvenlik önlemlerinin çoğu, yaşlılar, çocuklar, hastalar için de (zorunlu değilse de) yararlı olacaktır. Dene C bilir ki toplam nüfusumuzun üçte biri, kendine çekidüzen veren kentlerde güvenli yaşamaktan yarar sağlayacaktır. Nice kentimizde engelliler ve yaşlılar için güvenli yaşama koşulları yaratılmış değildir. Kimisinde bu arada Ankaramızda yetersizlik yaygın olduğu gibi, mevcut koruma, güvenlik ve bakım tedbirlerinin yarım yamalak, bozuk, çarpık çurpuk bulunduğu da göze çarpmaktadır. Başta Büyükşehir Belediyesi, tüm An kara belediyeleri engellilerin ve yaşlıların gereksinimlerini saptayıp zorunlu düzenlemeleri yapmalı ve mevcut araç ve önlemleri denetlemek için kapsamlı projeler hazırlamalıdır. Bu, bazı bakımlardan zor ve masraflı bir iştir ama, ihtiyaçları büyük olan milyonlarca insanımızın sağlığı ve güvenliği uğruna mutlaka yürürlüğe konulmalı. Cengiz Bektaş’ın “Herkes için Kent” başlıklı yeni eseri, saptadığı ilkelerle, içerdiği özlem ve resimlerle, bu yaşamsal işin nasıl gerçekleştirilebileceğini mükemmel belirliyor. 19