Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 24 MART 2019 Adı devrimle değişen kent St. Petersburg, 1712’de, Çar Petro tarafından, Moskova’nın yerine başkent yapıldı. Rusya’nın Baltık Denizi üzerinden batı ile hem ticari hem de kültürel bağlarını oluşturan belkemiği oldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında ismi Petrograd’a dönüştürüldü. Bolşevikler, savaşın ardından Moskova’yı yeniden başkent yaparak, adeta kentin rütbesini düşürdü. SSCB döneminde Leningrad ismini alan kent, SSCB’nin dağılmasının ardından eski ismine kavuştu. binlerce fotoğraf Diana ve Semih Kalkanoğlu’nun kitabı, “Fotoğraflarla St. Petersburg”, Rusya’nın tarihi şehri hakkındaki, en geniş çalışmalardan biri. Kitap için, 2005 yılının Nisan ve aralık ayları arasında şehrin tüm sokak, park, müze ve tarihi mekânları gezilerek, 7 bin 600 fotoğraf çekildi. 324 sayfalık kitap, bin adet Türkçe, 250 adet de Rusça basıldı. Kitabı satın almak isteyenler semihkalkanoglu@gmail.com adresinden ulaşabilir. ‘Prag’da Kafka’nın Şeyi’ni aramak!’ 1 James Hawes’in “hayatınızı mahvetmeden önce neden KAFKA okumalısınız” adlı kitabını bir solukta bitirdim. Kitap adlarının nasıl tahrik edici olduğuna dair güzel örnek! Herkes Kafka’yı bilir, okur mu peki? Bildiğimiz Kafka ile hakikat arasındaki mesafeyi ölçmek için ilginç kitap. “Josef K.” efsanesini yıkmak üzere yazılmış kitap. Soru şu: Bir yazar nasıl kendinden öte anlama ulaşıyor ve eğer yazdığından öte bir şeye işaret ederek öldürmüş olmuyor muyuz onu? Mit yaratma arzusu ne kadar kışkırtıcı… Bir sabah böcek olarak uyanan Gregor Samsa’nın öyküsünü hepimiz biliriz (de okuduk diyemeyiz kolayca/bazı öyküler ve kahramanlar bilinir bilinmesine ama özgün metni okuyan azdır) peki kaynağının Goethe olduğundan haberdar mıyız? “Genç Werther’in Acıları”nda bu imgenin varlığından söz ediyor Hawes. Ne yalan söyleyeyim yeniden okuyorum Werther’i meraktan. Üstelik böyle bulguya rastlayacağım konusunda kuşkuluyum. Salt uzmanlar arası tartışma konusu mudur bu? Kafka’nın büyük bir Goethe hayranı olduğunu görüyoruz, şaşırtıcı değil, Almanca tutkunu, yaşamını böyle sürüyor. Bir zaman sonra, siyasal dönüşümler Çekoslovak yapıyor Franz’ı. Yazar kalem oynattığı dile ait değil midir, başka ülkesi olabilir mi? ‘YANLIŞ ŞEHİRDE ARANAN YAZAR’ 2 Yıllar önce Prag seyahatim sırasında, her edebiyat meraklısı gezgin gibi, ben de Franz Kafka’nın izini bulmak istedim. Meğer Franz da benzer geziler yapar, yazarların peşinden gidermiş. James Hawes haklı olarak bu pazarlama biçiminden tiksinti duyuyor. Kafka gömlekleri, bardak ları, incik boncuklarının edebiyatla ne ilgisi var? Turizm şirketlerinin tanıtım metinlerinde, rehberlerin anlattıklarında Kafka’ya rastlamak mümkün mü? Kafka “aziz” değildi! Bu net. O Ernest Fischer’in deyimiyle “büyük bir yazardı”. Kafka güncesine “Prag’dan nefret ediyorum” yazıyor. Kafka izini, yazarın nefret ettiği şehirde sürmek! Ben de düştüm bir zaman bu yanılgıya… Hawes’in tarifi daha da güzel: “yaşadığı çağa kendini ait hissetmeyen biriydi Kafka!” Liberal, modern, mutsuz bireyin yaşadığı yirminci yüzyılda Franz’a yer yoktur, o on dokuzuncu yüzyılda kalmıştı. Üstelik romanının kaynağı da oralarda aranmalı: “Kafka’nın kökleri sıkıca on dokuzuncu yüzyıla bağlıdır, tabii yazar yirminci yüzyılda da yaşamıştır ama kendini orada rahat hisseden bir adamın yaşadığı gibi değil. Yirminci yüzyıl onda (ve daha birçok kişide) huzursuzlukla karışık bir merak duygusu uyandırmıştır… Stendal ile Flaubert’in gerçekçiliğine hayrandır, Dostoyevski’nin aşırı ruhsal durumları işleyişine bir şeyler borçlu olmasından günümüzde kimsenin kuşkusu yoktur, ilk başlarda Dickens ile kurduğu bağ “doğrudan taklide” dayanır” ‘GEÇEN YÜZYILDA KALAN BEN’ 3 Ben yaşadığım çağa ait miyim? Kafka insanın nesneleşmesine itiraz ediyordu. Küçük insan çıkarcıdır. O halde küçük insan kimdir? Bürokrasi dişlisi içinde yer edinmiş herkes. Bir Kafka’yı büyük kılan nedir? Kapitalizmin çürümesini önden haber etmesi mi? Faşizmin gelişini küçük insan üzerinden yalın, irkilten biçimde anlatması mı? Kafka “dava” vardır, ancak davası olan kişi yurttaştır, bu sürgit devam eder. Ömür burada aşınır, kaybolur. Marxsist düşünür Ernest Fischer, “Kafka çağdaşları arasında işçi sınıfına en yakın olandır” diyor. Şimdi dijital ortamla birlikte yapay/sanal yeni insan var. Dışında kalmak mümkün mü? Bir yanıyla dâhil olmaya çalışsam da, alışkanlıklarımda diretiyorum. Kitap ve gazeteyi basılı okumayı seviyorum örneğin. Hız çağında, yavaşlama olanağı veriyor. ‘KAFKA’NIN ŞEYİ’ 4 K afka’nın yapıtların yok etmek şöyle dursun, okunsun, diye neredeyse halkla ilişkiler çalışması yaptığına ne demeli? İddia benim değil... “Aziz Kafka’nın” babasıyla ilişkileri konusunda da efsane alabildiğine güçlü; Hermann Kafka sunulduğu gibi biri olmayabilir! Zamanında “Kafka’nın Şeyi” adlı bir oyunu sahnelemeye koyulmuştum. Hermann Kafka orada bayağı sert mizaçlı biri olarak duruyordu. Elimizde Kafka’nın yüzlerce mektubu var, bir de güncesi. Yazar mektuplarında, güncesinde ne denli dürüsttür acaba? İşi yazmak olan birinin, günün birinde açığa çıkacağını bildiği metinler konusunda hassas olması şaşırtıcı değildir kuşkusuz. İtiraz buradan başlıyor zaten... Franz’ın babasına yazdığı meşhur mek tup önemli bir delil, ancak sonsuza dek susmak zorunda olan babasının yanıtını bilemiyoruz. Hoş, oyun yazarı Alan Bennett, pek de iyi olmayan isyanını dile getirmişti Hermann’ın. Şöyle demişti baba: “Edebiyat tarihçileri bana haksızlık ediyor. Asıl önemli adam benim. Üstelik onun çükü de küçük.” 5 Y‘YAZAR PORNO SEVERSE BİZE NE!’ azarlar hakkında her şeyi bilmeli miyiz? Okuduğumuz metne ne türden katkısı var bu ayrıntıların? Aziz Nesin bu konuda net, yazarları anlamak için tüm yönleriyle açığa çıkması gerektiğini savlıyor. Nâzım Hikmet’in delilsiz sunulan “yıkanmayı sevmediği” tezi bunlardan biri örneğin! Dahası; Kemal Tahir dışında kaynak göstermeden Nesin, “Açlık grevini Münevver onu ziyarete gelsin diye yaptı” diyor. Kaynak tekinsiz, Nesin acımasız gelir bana. Konu Kafka olunca, porno dergilere olan düşkünlüğü, gecelik aşklarla avunması “aziz” sıfatını gölgeliyor kuşkusuz. ‘ERKEN ÖLÜM TALİH Mİ?’ 6 K afka’yı büyük kılan nedir? Kapitalizmin çürümesini önden haber etmesi mi? (İnsanın ne türden bir “yabancılaşma” içinde kıvrandığını serinkanlılıkla serer önümüze.) Faşizmin gelişini küçük insan üzerinden yalın, irkilten biçimde anlatması mı? (Hastalığı erken ölümüne neden olmuş, yapıtlarına sinen genel duygunun kaynağıdır. Bu ölüm, başta hüzünlü gelse de Nazilerden kurtulmasına neden olur. Ancak ailesi bu felaketten kurtulamaz.) Yazarlığından gelen gücü mü? Yanıt hepsi olmalı. Kafka, canımızı sıkarak/ yakarak, bir de üstüne üstlük halimize güldürerek bizi avucunun içine alır. Kendi dışında birinden söz açmaz üstelik. Çelimsiz, güçsüz bedeninde ruhunun tamamını görür okur. 7 Ö‘ERSANE DEĞİL METİN!’ zet: Fisher: “Kafkaizm bitecek, geride Kafka kalacak” diyor. C MY B