Katalog
                    Yayınlar
                
                - Anneler Günü
 - Atatürk Kitapları
 - Babalar Günü
 - Bilgisayar
 - Bilim Teknik
 - Cumhuriyet
 - Cumhuriyet 19 Mayıs
 - Cumhuriyet 23 Nisan
 - Cumhuriyet Akademi
 - Cumhuriyet Akdeniz
 - Cumhuriyet Alışveriş
 - Cumhuriyet Almanya
 - Cumhuriyet Anadolu
 - Cumhuriyet Ankara
 - Cumhuriyet Büyük Taaruz
 - Cumhuriyet Cumartesi
 - Cumhuriyet Çevre
 - Cumhuriyet Ege
 - Cumhuriyet Eğitim
 - Cumhuriyet Emlak
 - Cumhuriyet Enerji
 - Cumhuriyet Festival
 - Cumhuriyet Gezi
 - Cumhuriyet Gurme
 - Cumhuriyet Haftasonu
 - Cumhuriyet İzmir
 - Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
 - Cumhuriyet Marmara
 - Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
 - Cumhuriyet Oto
 - Cumhuriyet Özel Ekler
 - Cumhuriyet Pazar
 - Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
 - Cumhuriyet Sokak
 - Cumhuriyet Spor
 - Cumhuriyet Strateji
 - Cumhuriyet Tarım
 - Cumhuriyet Yılbaşı
 - Çerçeve Eki
 - Çocuk Kitap
 - Dergi Eki
 - Ekonomi Eki
 - Eskişehir
 - Evleniyoruz
 - Güney Dogu
 - Kitap Eki
 - Özel Ekler
 - Özel Okullar
 - Sevgililer Günü
 - Siyaset Eki
 - Sürdürülebilir yaşam
 - Turizm Eki
 - Yerel Yönetimler
 
                        Yıllar
                    
                    
                
                    Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
                    Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
                    Sayfayı Satın Almak İstiyorum
                
            
                SAYFA 4  6 MAYIS 2018, PAZAR  Göksel Aymaz Marx 200 yaşında Hiçbir ölü bu kadar canlı olmadı!  1960’ların başı. New York’un yoksul Bronx semtinde yaşayan üniversite öğrencisi Marshall’ın babası, ABD teks  Marx’ın dünyası öyle bir dünyadır ki, insan oraya adım atıp yeryüzündeki yaşayışı oradan izlediğinde  tulup gitmemesi için, insanlığın yanlış tarihini gelecek kuşaklara bildirmek için Marx hayatta kalır.  til sanayiinin çeşitli kollarında yıllar  gözleri açılıveriyor.  İnsan soyunun hem kaderinin hem de  ca çalışıp uğraş vermiş, ayak uydurama  yanlış tarihinin ötesinde, akıl için, irade için  dığı kapitalist ahlâk yüzünden işleri hiç  bir kale kurmak, Marx’ın hem birey hem de  bir zaman yolunda gitmemiş ve piyasa  aile hayatında, bildiğimiz ve bilmediğimiz  nın acımasız koşullarında bir yığın so  Marx’ın ailesiyle  bir yığın acıya, bir yığın çileye mal olmuş  run yaşarken 48 yaşında kalp krizinden  birlikte Ghan Zen  tur. Ütopik uçarılıklara kapılmadan, bilebil  ölmüştür. Genç Marshall, babasının in  Mon tarafından  menin meşakkatini yaşamıştır. Avuntu de  tikamını almak istemektedir bu sistem  yapılmış suluboya  ğil, bilgi vermiştir. Mesela... Büyük anar  den ama ne yapması gerektiğini bilemez.  tablosu.  şist Bakunin, bir dostunun aracılığıyla Das  Tam o sıra, bir kitapçıda, Marx’ın 1844  Kapital’in Rusçaya çevrilmesini sipariş al  Elyazmaları’nı keşfeder. Dipteki raflarda,  mıştır. Ama kısa süre sonra üzerine ne be  karanlık bir köşede. Önce sayfalarını geli  lalı bir iş aldığını anlar. “Böyle saçma işler  şigüzel karıştırır; başından son sayfasına,  le ne uğraşıyorsun” diyen, devletsiz toplu  ortasından rastgele başka bir kısmına göz  ma bir an evvel erişme gayesindeki acele  gezdirir. “Birden kendimi terden sırılsık  ci ve sabırsız arkadaşlarının sözüne uymak  lam kesilmiş halde buldum” diye anlatı  kolayına gelir ve işi bırakır. Oysa Marx, bu  yor yaşlı Marshall, “sanki durduğum yer  “saçma işi” tamamlamak için ölene dek ça  de eriyordum, gözlerimden yaşlar boşanı  lışmıştı. İnsanlığın yığınla sorunu vardı,  yor, aynı anda hem kavruluyor hem üşü  ürkütücü bir saygısızlıkla bunların hepsi  yordum. Ön tarafa doğru atılarak, ‘Bu  ne birden saldırmadı Marx. İnsanın sadece  kitabı istiyorum!’ diye bağırdım.”  karşısına çıkan sorunlarla uğraşabileceğini,  İntikamını nasıl alacağı belliydi ar  biliyordu. Neslimizin binlerce yılda birik  tık. Hemen bu kitaptan 20 tane alıp yakın  tirdiği sorun yığınını, yazı masasının üstün  çevresine dağıtır. Böyle bir seçeneğin in  de bir çırpıda çözüvermeye hiç girişmedi.  tikamdan daha iyi olduğunu söyleyenler  Ama masası da hiç boş kalmadı.  olur kendisine. “Oysa” diyor yaşlı Marshall, “İntikamdan daha güzel bir şey de  Özel bir insani deneyim  ğil, aslında bence en güzel intikamdı bu.”  Marx, gerçekten masa başında ölmüştü.  Kelimeleri hâlâ zihinlerde  Uzun zamandır ağır hastaydı, buna rağmen, eve kapanmış, “Bitirdiğimde dışarıda bu  Amerikalı toplumbilimci Marshall Berman, Marksizmi teorik, politik, sosyolo  Karl  jik boyutlarıyla filan değil, özel bir insani  deneyim olarak kendi kişisel tarihindeki  yeriyle ele aldığı “Marksizmle Maceram” kitabında  anlatıyor bunu. Romantik ve dokunaklı bir hikâye.  Fakat hakikatli de. Çünkü güzel olan her şeyi mah  veden kapitalizmden alınmış ve alınacak en güzel  intikam, Marx’ın kelimeleridir. Bu kelimeler zihin  lerde yaşayıp dolaştıkça kapitalizm rezil rüsvadır.  Ve bu kelimeler yaşıyor.  Bu yıl, 5 Mayıs 1818’de doğmuş olan Karl  Marx’ın iki yüzüncü doğum yıldönümü. Doğumu  nun iki yüzüncü yılında Marx’ın kelimeleri tüm  canlılığıyla zihinlerdeki gezintisine devam ediyor.  Oysa tarihin geçici efendileri pek çok kez öldürmek  istemiştir onu. Ama tarih Marx’ı öldürmedi, öldür  müyor. Hiçbir ölü bu kadar canlı olmamıştı.  Marx’ın düşünce dünyasında yıkılmaz bir dev  olarak durabilmesinin nedeni, diğer düşünürlerin  cüce olmalarından değil, Marx’ın, başka düşünürler  gibi yaşadığımız gerçekliğin uzağından geçip gide  nunla ilgilenecek bir dünya bulacak mıyım,  MarxFamilyWatercolor Painting Fine Art Portrait Literature bilmiyorum” dediği büyük eseri üzerin  de çalışmayı sürdürüyordu. 1883 Mart’ının  cek yerde, adımlarını adımlarımıza uydurmasından  14’ünde Engels, ikindi üzeri ziyaretine gel  dır. “Gerçekliğin kendisi Marksçıdır” derken Sartre bunu kast ediyordu, bu yüzden ölmüyor. Yunan mitolojisindeki Poseidon ile Gaia’nın, yani Yer’in oğlu Antaios gibidir o da. Antaios, bütün gücünü an  diğinde ev halkını iki gözü iki çeşme buldu. Bir kanama geçirmişti arkadaşı. Görmek için yukarı çıktı. Çalışma odasında buldu, yarı uyur yarı uyanık gibi. Yatağından kalkmış, gelmiş oturmuştu masasına.  nesi topraktan alırmış; annesi ona hep yeniden güç verdiği için ayakları yere bastığı sürece onu yenmek mümkün olmazmış. Marx’ı da yıkabilmek için  Nabzını yokladı, kalbini dinledi. İkisi de durmuştu. Marx’ın dünyası öyle bir dünyadır ki, insan oraya adım atıp yeryüzündeki yaşayışı oradan izlediğinde  yerden havalanmak, yani gerçeklikten kopmak gerekiyor. Belki ancak böyle bir kopuşla kavramlar dünyasında yenilmiş gibi görünebilir; postmodern düşüncenin retoriğe dönmüş soyut diliyle ba  gözleri açılıveriyor. Marx’ın yazdıkları karşısında, tıpkı bilimin karşısında olduğumuz gibi, gözlerimiz her şeyi görebilecek şekilde apaçıktır. Marx, kendisiyle tanışmış olana, genç Marshall’a yaptığı gibi,  şardığını zannettiği şey de buydu mesela. Ama bizzat Marx’ın dediği gibi, kavramlar dünyasında kazanılan zaferler nesneler dünyasında geçerli değil;  özel bir insani deneyim yaşatıyor; sıradan hayattan son derece farklı, son derece keyifli, özgürleştirici, heyecan verici, öte yandan aynı derecede huzursuz,  kavramlar dünyasındaki altüst oluşla nesneler dün korkunç ve tehlikeli bir deneyim!  yasını değiştirmiş olmazsınız. O yüzden, mitolojik kahramanlar gibi, ölenler ölür, Marx hayatta kalır. Her şey yaşanır, herkes ölür ama yaşananların unu  Marx, yaşanan kötü dünyanın çirkefinden kendi erdemini yaratmak isteyenler için bir fırsattır. Doğum günü kutlu olsun.  Marx, popüler kültüre sığmaz  “Marx’ın ruhunun derinliklerinde kendi ruhumuzun gıdasını bulabiliriz.”   Marshall Berman 5 Mayıs 1818 tarihinde Prusya’nın Trier kentinde doğan Marx’ın doğum günü, trafik lambalarına figür olarak koyulmasıyla ya da hediyelik 0 Euroların üzerine fotoğraflarının basılmasıyla kutlanıyor! Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra yeniden keşfedilmesiyle o, Batı’da bir popüler kültür ikonu haline getirilmeye çalışılıyor aslında. Bunu son senelerde çoğalan biyografilerinde de görebiliyoruz: “Kendi çocuklarına dahi bakabilmekten yoksun, alemci, haz düşkünü bir dâhi...” “Modernizmin haşarı çocuğu.” Dünyanın üçte birini şöyle ya da böyle etkilemiş bir düşünceyi yaratmış olmasını bir kenara bıraksak da Marx’ın yaşamı bu anlatıya sığmaz. Üzerine düşündüğü, yazdığı birçok şeyin bugün de yakıcı sorunlar olarak insanlığın önünde durması onun bir popüler kültür ikonu haline gelmesini engelliyor. Bütün bu tantananın sonrasında yine karşımıza çıkan “Marx haklı mıydı?” sorusu oluyor. Devrimci düşünce, yaşam Hukuk eğitimi almak için gittiği Berlin’de felsefeye yönelmesi ve Genç Hegelciler arasına katılması, Marx’ın zaman içerisinde birçok durağa uğrayan düşünsel serüveninin başlangıcı olur. Din eleştirisinin baskın olduğu bu ilk dönem, gitgide genel bir toplum eleştirisine doğru yönelir. İnsan ile doğa, insan ile insan arasındaki yabancılaşma kafasını meşgul ederken, o döneme kadarki felsefenin sadece yorumlamayla sınırlı yapısı Marx’a yetmez ve aslolanın dünyayı değiştirmek olduğunu ileri sürer. Alman felsefesinden ve Fransız radikal siyase  tinden etkilenen Marx, Engels’in de yardımıyla derinlemesine okuma fırsatı bulduğu İngiliz ekonomi politiğini de işe katınca, Avrupa’nın bu üç düşünsel kaynağından devrimci bir teori yaratır. Kendisinden önce dünyayı değiştirme derdine düşmüş ütopyacı sosyalistlerin aksine, sosyalizmin yüksek bir zekânın ürünü olarak değil, proletaryanın kaçınılmaz mücadelesi sonucunda kurulabileceğini söyler. Bu süreçte kendilerini sadece yazmakla sınırlamayan Marx ve Engels, aktif olarak işçi örgütlenmelerinde yer alır; bu örgütler içerisindeki politik saflaşmalarda belirleyici olurlar. 1848’de kaleme aldıkları ve Eric Hobsbawn’ın sözleriyle “ütopyacı özgüvenin, ahlâki tutkunun, tutarlı analizin ve bilhassa karanlık edebi belagatin karşı konulmaz karışımı” olan Komünist Manifesto, basıldığı dönem beklenen etkiyi yaratmasa da, dünya tarihini beklenenin ötesinde etkileyecek bir metindir.  Yine aynı yıl başlayıp Avrupa’yı saran devrimler, ikilinin ülkelerindeki devrime müdahale etmek amacıyla Almanya’ya gitmesine neden olur. Ancak  bu devrimlerin yenilmesiyle birlikte, uzun bir teorik çalışma dönemi olan Londra günleri başlar. Maddi imkânsızlıklar nedeniyle Engels aile şirketinde çalışmaya dönerken, Marx (Engels’in maddi yardımları sayesinde) kapitalizm üzerine ayrıntılı bir çalışmaya girişir. Birkaç yıl süreceğini tahmin ettikleri bu zoraki iş bölümü yirmi yıl boyunca devam eder. Bu çalışma döneminin çıktısı Kapital’dir. Egemen ekonomik sistemin öz ve biçimini, yani gerçek ilişkiler ile görünüşü ayrıştı ran, sermayenin işleyiş yapısını tüm berraklığıyla ortaya koyan Kapital, neden özel mülkiyet ve piyasa ilişkilerinin komünal bir ekonomiye yerini bırakması gerektiğini açıklarken, bir buçuk asır sonra dahi kolayca çürütülemeyecek bir bilimsel yöntem ortaya koyar. Anlatılan bir hikâyedir: Birinci Dünya Savaşı öncesinde Bavyeralı işçiler, öldüklerinde Komünist Manifesto ile gömülmek isterler. Vefatlarının ardından papaz ve hekimlerin yanlarına gizlice İncil iliştirmelerini engellemek için ailelerini sıkı sıkıya tembihlerler. İşçilerin bu talebinin nedeni, Manifesto’yu bir kutsal kitap gibi görmeleri değil, ruhlarının gıdalarını, Marx’ın ruhunun derinliklerinde bulmalarıdır muhakkak. Yaşadıklarının, acılarının, öfkelerinin ve umutlarının bu kitapta karşılarına çıkmasıdır. 200. yaşında, Marx bizimle konuşmaya devam ediyor: Çünkü anlatılan bizim hikâyemizdir. EMRE TANSU KETEN  Halkın ‘afyon’u ne iştir? Marx elbette ateistti. Ama “antiteist” değildi. Dinin siyasi baskıyla ittifak içinde olduğu durumlarda belirgin bir karşı tavır sergiler. Ancak genelde dine yaklaşımı, reddiyeci ve yargılayıcı olmaktan ziyade anlama çabasında sosyolojik bir bakış arz eder. Bu en çok çağdaşı Feuerbach’la din konusundaki tartışmasında ve ona yönelik eleştirisinde kendini gösterir. “Hristiyanlığın Özü” yazarı, materyalist filozof Ludwig Feuerbach din söz konusu olduğunda çok daha saldırgandır. Marx ise kapitalizmi yıkmadan dinle uğraşıp onu alaşağı etmeye kalkmanın bir “gölge boksu” yapmaktan öteye gitmeyeceğini düşünür. Bunun ötesinde Marx’ın din üzerine önyargıdan uzak, nesnel ve analitik bir eleştirellikle yazdıkları, daha da öte, yaptığı unutulmaz tanımlar, değme “dinbilir”i dahi solda sıfır bırakacak bir “içtenlik” taşır. Karl Marx ve Friedrich Engels “Ezilmiş yaratığın iniltisi” demiştir din için... “Kalpsiz bir dünyanın kalbi” demiştir. “Tersine çevrilmiş bir dünyanın genel kuramı, onun ansiklopedik özeti, coşkusu, ahlaki yaptırımı, tesellinin ve haklılaştırmanın evrensel temeli” demiştir. Daha da çarpıcı çerçevede, “insani özün düşsel dışavurumu” demiştir. Ve elbette herkes tarafından bilinip ağızlara sakız edilmiş mahiyette “halkın afyonu” demiştir ki din üzerine hiçbir tanım, bu kadar bilinir, tekrarlanır ve popüler olmamıştır. Lâkin yine hiçbir tanım, aynı ölçüde de inceliksiz ve üstünkörü bir değerlendirmeye uğratılır da olmamıştır. Din, ‘ağrı kesici’dir Marx, dine “halkın afyonu” dediği noktada ideolojik bir itki ile hareket etmez; yukarıda belirttiğimiz gibi, sosyolojik bir hassasiyet içindedir. Yaşanmakta olan eşitsiz, adaletsiz, acımasız hayatın sefalet, perişanlık ve çaresizlik içinde inim inim inlettiği yoksul kitlelere dayanma gücü veren bir “müsekkin” (sakinleştirici/ağrı kesici) olarak anlam yüklemiştir “afyon”a o... Tabii ki dinin, mülkiyeti, sömürüyü, sınıf çelişkilerini gizleyen, insanların içinde bulundukları korkunç koşulları, maruz kaldıkları kötülüklerin fark edilmesini engelleyen (“yanlış bilinç”), egemenler ve ezenlerden yana bir işlevle yüklü olduğunu vurgular. Fakat o, yakın dostu, mücadele yoldaşı Engels’le birlikte, dinin modern (endüstriyelkapitalist) dünya öncesi eski ve orta çağlarda yeri geldiğinde halk kitlelerinin gözü kara isyanlarında ve ölümüne ihtilalci kalkışmalarında itici güç olduğunu da görmezden gelmemiştir. Sözün özü Marx, dini önemsemiş, ciddiye almış, üzerine uzun uzadıya kafa yormuştur. Bugün din sosyolojisinin de din antropolojisinin de Marx’ın bu düşünce zenginliği bir kenara bırakılarak ne yürütülmesi ne de başlatılması mümkündür. Ayrıca o, endüstriyelkapitalist dünya düzeninde geleneksel dinlerin hali pür melâlini de geçerli şekilde öngörme yetkinliği sergiler. En olgun ve abide eseri Kapital’de “piyasa”nın kendisini “dinsel bir sistem” olarak değerlendirmiştir. O kadar haklıdır ki işte bugün inandığı, bildiği, taşıyıcısıtemsilcisi olduğu dini, kapitalist ekonomipolitiğin mabedi olan “Pazar”a sürmekte hiç mi hiç tereddüt etmeyen “dinbazlar”dan da geçilmiyor ortalıkta! Tanrı inancını malmülk ve paraya inanca (“meta fetişizmi”ne) kurban edenlerden!.. Dolayısıyla günümüz dünyasında dinin ne olduğunu ve de dine ne olduğunu anlama yolunda hiç kimse ihmal edemez Marx’ı... Sadece sosyologlar, antropologlar, sosyal bilimciler değil, kadılarmüftüler, hacılarhocalar, âlimler de!.. Yani sadece Kuran’ı okuyarak ilahiyatçı bile olunamaz bugün. Kapital’i de okumak lazım!.. Tayfun Atay  C MY B   
            
    
