Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 HAZİRAN 2014 / SAYI 1472 3 Berrin Demir, çalışma alanı iş cinayetleri olan bir avukat. Yıllardır Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin davalarında gönüllü olarak çalışıyor. Ne yazık ki artık o da iş cinayetine kurban giden aile bireyleri arasında yerini aldı. Soma’da iki kuzenini kaybetti. Gerisini bırakalım o anlatsın… sizin davanızı, o sürer”. Sonra insanlardan feragatname alıyor. Mahkemeler de, bunları görünce zarar tazmin edilmiş, deyip ceza vermiyor. Vatandaşı öldür, kan parasını al, sonra cezasızlık ortamı yürüt. Burada da öyle olacak diye doğal olarak korkumuz var. Taşeron, dayıbaşı sistemi çökertilmeden, hiçbir güvenlik alınmadan ölümler durdurulamaz. Borçlandırıyor insanları. Zaten Soma’daki işçilerin en büyük problemi bu. Çocuk, “Teyze” diyor, “madenin önünde bankalar sıraya dizilmiş, kredi kartı, kredi kartı diye. Biz de alıyoruz”. Maaşlar yaklaşık bin lira, sallıyorlar 2.500 diye. O adam kredi kartına 250 TL borçlandığı anda bir daha dönemiyor. Bu insanlar üretimden koparılmış, getirilmiş madene tıkılmış. Çaresizler. İsyan nedir, direniş nedir, bilmiyorlar ki; Bizim köydekiler daha ilk kuşak madenci. En büyük korkuları kapımıza haciz gelirse? Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin Vicdan ve Adalet Nöbeti’nde aileler hep derdi ki, “Biz canlarımızı kaybettik. Burada, siz karşıda dinleyenlerin yakınları da buraya konulmasın, siz de günün birinde buraya geçmeyin, sevdikleriniz ya da siz çalışırken ölmeyin, diye nöbet tutuyoruz.” Bu mücadeleyi ederken bakar mısın, nereden vuruldum? O kadar yakınımızdaki... O kadar yakınımızda... Her an hepimizin başına gelebilir... Yaa... l esraacikgoz@cumhuriyet.com.tr Her an o ailelerden biri olabilirsiniz Fotoğraf: VEDAT ARIK okuturuz, diye düşünüyorum. Ama hangi kafayla kazanacaklar? Şimdi İsmet’in oğlu kazanamazsa bir yeri, ne olacak? O çocuk da mı madene inecek? Dünyanın en verimli memleketinde yaşıyoruz. Şu anda köyde hâlâ evi için küçük tarım yapanların yaşı 60’ın üzerinde. Onlar da göçtüğünde bir tarım kültürü yok olacak. Her taraftan yıkım. Soma’da madenler kaç yıldır var. Tarım öldürülene kadar bizim köyden bir kişi gitmemişti madene. O zaman da bize bu kadar yakındı madenler. Tarım ölünce, kimi çocuğumu okutayım diye gitti, kimi emekli olayım diye, kimi aç diye. Biz oradayken durum çok vahimdi. “Siz merak etmeyin”, dedim onlara; Sadece kendi yakınlarıma değil, taziyeye gittiğimiz başka ailelere de, “Vekâlet için acele etmeyin. Toparlanın, acınızı yaşayın, geleceğiz biz tekrar. Sadece herhangi bir şey imzalamayın”. Çünkü o kadar rivayet var ki, bana iki milyar verdi, bir şey imzalatmak istedi, diye anlatıyorlar. Biz buradaki arkadaşlarla elimizden geleni yapacağız. Şimdi duyuyoruz ki, orada durum vahim. Kuzenlerimin çocukları “Teyzemiz avukat, o gelip bakacak” dediği halde, “Yok, süreniz bitiyor, hakkınızı kaybedersiniz” diye insanları korkutup vekâlet almaya çalışanlar varmış. Bundan sonrası için ceza davaları yürüyecek, arkasından maddimanevi tazminat davaları. Daha önceki davalardan biliyoruz, işverenler kan parası adı altında para veriyor ailelere ve diyorlar ki, “Kan parasını alın, bunları imzalayın, zaten kamu götürüyor B errin Demir ben. 26 yıllık avukatım. Bir Umut’un kurucu ekibindenim. Dernek olarak yaklaşık 6 yıldır iş cinayetinde yakınlarını kaybeden ailelere hukuki destek sunuyoruz. Benim de aktif olarak çalıştığım alan bu. Neden mi? Öncelikle ben işçi çocuğuyum. Babam DİSK’li. Özellikle özelleştirmelerden, taşeron sisteminden sonra durum o kadar vahimleşti ki, duyarsız kalamazdım. 2530 gönüllü avukat arkadaşımız var. Genelde hepimiz vekâlet alıyoruz, ama özelde her dosyanın 35 kişilik çekirdek ekibi oluyor. Ben ağırlıklı olarak Esenyurt Çadır yangını, BEDAŞ işçisi Erman Keleş, set işçisi Selin Erdem dosyalarına bakıyorum. Davutpaşa davasını da takipteyim. Soma’yla ilişkim mi? Ben Bergama’nın Ilgındere köyündenim. Bizim köy Bergama’ya ait olmasına rağmen Soma’ya daha yakın, arabayla 1015 dakika. İlkokulu bitirinceye kadar oradaydım. Sonra öğrenimime devam edebileyim diye, İzmir merkeze göçtük. Ama bağı hiç kesmedik. Köyümüz tütüncülükle uğraşırdı, zeytin, pamuk, şekerpancarı vardı, domatesimiz meşhurdu. Dünyanın en verimli toprakları, ne ekerseniz biter, ama para etmiyor. Son on yıldır, özelleştirmeler ve tarım politikasıyla bu yaşam bitti. İnsanlar işsiz kaldı. Biz aslında yörüğüz. Büyüklerimiz hep anlatırdı, 1800’lerde Çayovası’na ikamet edildiğimizde, “Dümdüz burası, sinek var, çoluk çocuk kırılır, esmiyor” diye tepeye gitmişler. Yörükler ya, esecek illa. Bu insanları alıp madene soktular. Yaaa. Madene soktular. Madende de olan oldu. ESRA Soma’da katliam olduğu gün mü? AÇIKGÖZ Müvekkilimle görüşmem vardı, dört saat sürdü, internete, televizyona bakamadım. Sonra, Bir Umut’ta o gün yapılacak İş Cinayetleri 2013 Almanağı’nın tanıtımına geldim. Soma, Soma diyorlar. Anlamadım. Telefonum çaldı; babam. Köyde yaşıyor: “Televizyonda madende yangın çıktığına dair altyazı geçti. Köyde kimse izlemiyor televizyon ya, dışarı çıkıp, çocuğunuzu arayın, madende yangın çıktı, diye bağırdım”. On dakika içinde köy boşalmış. Bizim köyden madende çalışan çok kişi vardı. Beş kişiden haber alınamamış. Biri aramakurtarmadaymış meğer. Diğeri vardiyasını değiştirmiş. Biri daha girmemiş. Geriye iki kuzenim kalmış; İsmet Yılmaz ve Sadık Akdal. 6.30 gibi İsmet’in kız kardeşine ulaştım. Sadece çığlık atıyordu: “Abla, abim aşağıda dua et. Abla, abim aşağıda dua et”. Çarşamba gecesi İsmet çıktı, Perşembe sabahı da Sadık. Bekleyiş mi? Çok zulüm etmişler. Çok. Sadık’ın annesi anlatıyor, “Köpek leşi gibi atmışlardı çocuklarımızı sağa sola. Mezbahalara mı, kavun deposuna mı koymamışlar”. Saçmışlar çocukları. Ve kimsede bilgi yok. Acılı bir insan hastane hastane çocuğunu arar mı? Üstelik tanınmaz hale gelmiş çocuklarını. Devamlı ölü insan bakmaktan, bitmişler. Bitmişler. Ben perşembe köye girdim. Teyzemin yanına vardığımda sürreal bir ortamdı. O kadar acı çekmişler ki, dövüne dövüne, tüm duvarları aşmışlar. İnsan insana bunu yapmaz. O bekleyiş, evrakların kaybolması, o çığlıklar, cenazeni bulamıyorsun. Düşün, teyzem diyor ki, “Biricik oğlumun cenazesini bulup, yakınıma, köyüme, toprağıma koydum ya, gidip orada severim, ya bulamayanlar?” Bulamayanlar da çok olmuştu o aşamaya kadar. Öyle yani... Sadık ve İsmet’i mi anlatayım? Sadık 27 yaşındaydı. Karısı kaldı 19 yaşında. Yaaa. Büyük bir aşkla kaçırdıydı. 3 yıldır evlilerdi. Hatta ben kızmıştım, bu yaşta kız kaçırılır mı, diye. Çok seviyoruz birbirimizi demişti. Bebekleri var beş aylık. Sadık’ın annesi... Çocukları olmadı uzun süre, sonra Sadık oldu. Annesi konuşurken bir dinlesen; on dakika içinde “Benim Sadık’a dedim ki”, “Benim Sadık geldi”, “Benim Sadık dedi ki”... Mütemadiyen öyle konuşur, öyle âşıktır oğluna. Yaa... İsmet, 42 yaşındaydı. Üç çocuğu var. Biri hemşireliği bitirdi. Biri bu sene, diğeri seneye üniversite sınavına girecek. Bu devletin ne kadar sahip çıkacağı belli olmaz, bari çocuklar sınavı kazansa bir şekilde C M Y B