Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
23 KASIM 2014 / SAYI 1496 5 Sporumuzu dopingden kurtaracağız Türkiye’in adı olimpik sporlarda, dopingle çok sık anılır oldu. Türkiye’nin imajını düzeltmek için neler yapılmalı? 2020 adaylığımız döneminde, bazı uluslararası kurumlar nezdinde böyle bir imaj oluştu. “Olmadı” demek doğru olmaz. Ancak bunu değiştirmeye başladık. Dopingle mücadele komisyonu kuruldu. Bütün federasyonlarımız WADA’nın kurallarına uyacaklarını tebliğ etti. Aslında son iki yılda, daha fazla sporcunun dopingle yakalanmasında, Türkiye’nin kendini temizleme için yaptığı çalışmaların da etkisi var. Türkiye, “doping illetinden, sporcularımızı temizleyeceğiz” diye bir karar verdi. Bugün iki binin üzerinde test yapar hale geldik. Bütün branşlarda milli takım kamplarında dopingle mücadele seminerleri vermeye başladık. Sporcuların maddi sıkıntıları da doping için bir sebep olabilir mi? Sponsorlukla alakalı olarak böyle bir şey olduğunu düşünmüyorum. Belki bir miktar, devletin çok yüksek miktardaki ödül sisteminin etkisi olmuştur. Sistemimizde birtakım yanlışlar var. Çocuklar okul ya da spor diye bir tercih yapmak zorunda kalıyor. Sporu seçenler de bir süre sonra gelecek kaygısı taşımaya başlıyor. “Ne kadar para kazanabilirsem o kadar iyi” gibi bir düşünce var. Bunu yok etmemiz lazım. Bir sporcu aynı zamanda iyi bir öğrenci olmalı. Medikal önlemler düşünülüyor mu? Bu da işin ayrı bir tarafı. Herkesin koordineli çalışması lazım. Bu tip ilaçların ülkeye girişini engellemek için. 2015’ten itibaren, WADA’nın (Dünya Dopingle Mücadele Ajansı) yeni kodu devreye girecek, artık sırf sporcular değil, antrenör ve doktor da ceza alacak. Bunun da caydırıcı olacağını düşünüyorum. l TÜRKİYE’NİN OLİMPİK KADINI DENİZ ÜLKÜTEKİN T ürkiye’nin spor alanındaki en büyük hayallerinden biri olimpiyat düzenlemek. Henüz bu hayalimiz gerçekleşmiş değil, öte yandan bunun için en çok emek harcayanlardan biri TMOK (Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi) Yönetim Kurulu Üyesi Neşe Gündoğan, IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) Yönetim Kurulu’nda. Henüz okul yaşlarında atlet olarak başladığı spor kariyerinde, artık, sporun en üst noktalarında ülkemizi ve Avrupa kıtasını temsil edecek Gündoğan. Kendisiyle, hem bu başarıya uzanan hayatından kesitleri, hem de Türk sporunu konuştuk. Spora ilginiz nasıl başladı? Ortaokulda, beden eğitimi dersinde, hocamız bir yarışma düzenledi. Ben birinci olduktan sonra, “koşulara eğilimin var deyip, atletizm sahasına gönderdi. Öyle başladım. Yani bir anlamda okuldaki duyarlı eğitmenlerim sayesinde diyebilirim. Orta ve uzun mesafede yarıştım, milli takıma seçildim. Yöneticilik kısmına nasıl geçiş yaptınız? Sporu bıraktıktan sonra da antrenörlük yaptım. O sırada biraz da uluslararası organizasyonlara ilgim arttı. “Nasıl yapılabilir, nasıl geliştirilir” diye kafa yormaya başladım. ABD’ye gittim. Orada, neler yapabileceğime baktım, spor yönetimi, kendimi geliştirebileceğim bir alandı. Master’da bu bölümü okumaya karar verdim. Spor yönetimi ne demek? Bu kavram ülkemizde pek anlaşılmıyor sanki... Hem idareyi, hem insan kaynaklarını bilmeniz lazım. Sponsorluk ve finansal kaynaklarla ilgili de bir alan öte yandan. Dünyanın en prestijli spor organizasyonu Olimpiyatlar’ı düzenleyen, Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde (IOC) artık bir Türk kadın var. Neşe Gündoğan, bundan 18 yıl önce başlayan olimpik spor yöneticiliği kariyerinde Avrupa olimpik komitelerini temsilen IOC Yönetim Kurulu’na seçildi. Başlarda yalnız kaldım TMOK’a ne zaman girdiniz? 1996’da. Öncesinde gönüllü olarak çeşitli komisyonlarda yer almıştım. ABD’de okurken, Atlanta Olimpiyatları’nda görev almıştım. Dönemin TMOK başkanı Sinan Erdem ve ekibiyle tanıştım. Oradayken, bana spor direktörlüğü teklif etti. Ben de eğitimimi tamamladıktan sonra, biraz da kendi tecrübelerimi kendi komiteme aktarmak amacıyla Türkiye’ye döndüm. Sporda kadın yönetici çok zor bulunuyor. Siz nasıl zorluklar yaşadınız? Kadınların her alanda zorlukları var zaten. İlk zamanlarda gittiğim her yerde yalnızdım. Görüp tanıdıkça, kabullenmeye başladı insanlar. Ancak yalnız kalmamamız lazım. Her kadının, rol modeli olarak, aşağıdan gelenlere destek olması önemli. TMOK’ta yönetim kurulunda başta tektim, bugün dört kadınız, bir de genel sekreterimiz kadın. Kadın oldukları için değil, spora katkıda bulunmak istedikleri için oradalar. Önceki adaylık süreçlerinde sizin dışınızda kadın temsilcilerin eksikliği göze çarpıyordu. Bu IOC’yi negatif etkilemiş olabilir mi? Bütün dünyada kadına bakış açısı değişiyor. Bu açıdan Türkiye’yi dünyadan ayırmak çok doğru değil. Kadın temsilinin düşük olduğu durumlar her zaman dikkat çeker. Türkiye’de kız çocuklarının spora katılımlarını artırmak lazım. Kadın sporcu sayısı artarsa yöneticilerin sayısı da artacaktır. Ben kendimi böyle bir örnek olarak görüyorum. Ancak tam olimpiyat adaylığı belli olacağı gün çıkıp, “Haremlikselamlık havuz yaptıracağız” diyen bir Başbakanımız var. Onun çok belirleyici olduğunu düşünmüyorum. Bence karar verecek kişiler açısından, temel belirleyici şey, genç bir nüfusa sahip olmamız. Bunun yüzde ellisi de kadın. Dolayısyla ne kadar çocuğu spora yönlendirirseniz, o kadar da kadın spora yönlenmiş oluyor. Bu tip kararlar, bir kişinin demeçlerine bağlı olark alınmıyor. O kadar karmaşık ki, her alanda iyi olmalısınız. Fotoğraf: KAAN SAĞANAK IOC Yönetim Kurulu’na Avrupa olimpiyat komitelerini temsilen seçildiniz. Bu büyük bir başarı. Artık karar verici mekanizmada siz de varsınız... Evet, ilk defa Türkiye’den biri bu görevde yer alıyor. Bence ülkemiz açısından önemli. Çünkü Türkiye olarak, geliştirmemiz gereken konulardan biri üst yönetimlerdeki görevlilerimizin sayısını artırmak. Bu görevle birlikte özel hayatınız da biraz değişecek sanırım. Doğru, ama ben çalışmayı çok seviyorum. Belki biraz daha az uyku demek, ama ülkem için bir şeyler yapmak bana ayrı bir motivasyon kazandırıyor. Peki kalan vakitlerinizde neler yapıyorsunuz? Öncelikle yemek. Arkadaşlarıma yemek yapmayı seviyorum. Yurtdışında mutfak sanatları kurslarına da katıldım. Türk mutfağı önde geliyor tabii, ama Tayland, Vietnam ve Meksika mutfağını da seviyorum. Biraz da müzikle ilgim var. Amatör olarak, müzik gruplarına katılıyorum. İlkokulda babam, saz kursuna göndermişti. Lisede gitara başladım, bir dönem Batı Afrika vurmalı çalgılarına merak saldım. Hatta Senegal’de bir atölye çalışmasına da katıldım. Şimdi tekrar saza ve Türk halk müziğine döndüm. l denizulk@gmail.com İçimde bir Amazon yatıyor Serenay Aktaş, 28 Kasım’da vizyona girecek Figüran filminde, insanların kendisiyle şöhreti için ilgilendiği, samimiyete aç bir starı canlandırıyor. Bu sektöre girdiğinde o da böyle hissetmiş. Ama şimdi biliyor ki, insan kendini bilirse ona kimse bir şey yapamaz. S Kamera arkası oyuncuya acayip erenay Aktaş futbolla enerji veriyordu. Yönetmenimiz başlayan kariyerine Tolga Çetin bizi çok rahatlattı. Bize oyunculuğu da ekledi. ne istediğini açık açık söylüyor ve Dizilerde ufak rollerle başladığı bu alıyordu da. Komedi filmlerinde yolda şimdi ikinci sinema filminin klasiktir, çok eğlendik denir, heyecanını yaşıyor. Hatta bu sefer ama biz gerçekten çok eğlendik. başrolde. 28 Kasım’da vizyona Otururken aklımıza bir sahne girecek Figüran’da bir starı ESRA geliyordu, hadi yapalım, diyorduk. canlandırıyor Aktaş. Spontane gelişen, gülmekten Figüran’a sizi dahil eden AÇIKGÖZ çekemediğimiz sahneler oldu. nedir? Bu samimiyet izleyicilere de Hikâyesi çok farklı geldi. geçecektir. Ayrıca bir süprizimiz var; üç Özellikle canlandırdığım Pelin Şafak karakteri. izleyicimiz, bizimle Universal stüdyolarını Pelin bir star, aranan bir yüz. Biz starları hiç gezecek. Film biletine adını, soyadını ve TC dertleri yok, çok mutlu sanırız ya, hiç de öyle kimlik numarasını yazıp selfie çekecek ve değil. Aslında Pelin insanların onunla sadece www.figuranbenihollywoodagotur.com’a şöhret olduğu için dost olmasından, çıkarları gönderecek. Noter huzurunda çekiliş için etrafında dolaşmasından çok sıkılmış ve yapılacak. samimiyete aç. Beni en çok bu yönü çekti. Kendinizi onun gibi samimiyetsiz bir dünyada mı hissediyorsunuz? Futbol hâlâ hayatımda Evet, samimiyete açlığı kendime en yakın bulduğum nokta. Futbol sahalarından oyunculuğa, Filmin tanıtımında soruyorsunuz Survivor’a uzanan bir hikâye sizinki. Nasıl ya; dünyanın en sakar figüranı, en iyi başladı? senaryoya sahip olduğunu düşünüp, çok İlk futbol başladı. Onu çok seviyorum, da yetenekli olduğunu zannederse ne olur, hâlâ bırakamadım. 1207 Antalya Muratpaşa diye. Biz de size soralım, ne olur? Belediyespor’da oynuyorum. O, gönül işi. Yılın en kral komedisi olur. Çünkü bir Futboldan para kazanamıyoruz. Oyunculuk kere çok samimi bir film oldu. Filmin içinde serüvenim de “Sevdamızın Bedeli” diye bir dizi çekiliyor ve figüran Mutlu, dizinin başrol oyuncusu Pelin Şafak’a ulaşmaya çalışıyor. Bu sırada başına gelen komik hikâyeler var filmde. Seyirci benim de başıma gelmişti diyebileceği pek çok şey bulacak. Sizin için de aşkta sınıf farkı, sınır yok mu gerçekten? Aşkta sınır olmaz. O başlı başına bir dünya zaten. Set nasıl geçti? İnsanlık hali, her setin ufak tefek gerginlikleri olur, ama bizde hiç olmadı. Herkes güler yüzlüydü. futbol sayesinde oldu. Bir maçta spiker Hilal Ergenekon’la tanıştım. Oyunculuk yapmamı söyledi. Babamla bir ajansa gittik. 2011’de Kanıt dizisindeki ufak bir rolle başladım. Vahşi Cazibe, Ailemin Kralı, Kalbim Seni Seçti’de konuk oyuncu oldum. Sonra dedim ki, herhalde ben bu işi yapamayacağım. Çünkü az önce bahsettiğim insanların çıkarları için hareket etmesi var ya, ondan çok rahatsız oldum. Bu ortamda da çok fazla olduğu için, bu iş benim tarzım değil herhalde dedim. Birkaç ay hiçbir şey yapmadım. Sonra bir tiyatro yarışmasına katıldım. Jüri üyesi Hamdi Alkan’dı. Oyun olmadı, ama Hamdi hoca Arka Sıradakiler’de bir rol teklif etti. O sette anladım ki, insan kendini bildikten sonra ona kimse bir şey yapamaz. Çıkışım Muhteşem Yüzyıl’daki Ayşe Hatun rolüyle oldu. İlk sinema filmim Çılgın Dershane 3’ü yaptım. Araya Survivor girdi. O güzel çıkış devam ederken bir proje daha vardı, ben Survivor’ı tercih ettim. Aslında menajerim “Güzel gidiyoruz, bunu oyunculukla devam ettirelim” dedi, ama ben kısmetse, kaldığımız yerden devam ederiz oyunculuğa, dedim, öyle de oldu. Döner dönmez Figüran’ı çektik. Neden bu kadar önemliydi Survivor? Ben sessiz, sakin biriyim, kimseye bulaşmam, kavga etmem ama içimde bir yerde Amazon yatar. Zaten futboldan da belli. Yırtıcı bir spor sonuçta. Küçüklüğümden beri hayalimdi Survivor, hatta Muhteşem Yüzyıl’da oynarken gidecektim, başta dört bölüm olan rolüm 14 bölüme çıkınca kaldım. Aksiyonu, macerayı seviyorum. Hayalim psikopat bir kadını ya da bir Amazonu oynamak mesela. Survivor size ne öğretti? Ufacık lokmayla bile yetinebilmeyi. Gerçi bunu annem hep söylerdi ama. Sonra o kaosun içinde ben en sessiz Fotoğraf: VEDAT ARIK insandım, kaos olsa da bu başarılabiliyormuş, sabırlı olunabiliyormuş, onu anladım. Hedefiniz ne? 2.5 senedir oyunculuğa göz koydum. Bunun eğitimini almadım, ama oyuncu koçlarıyla çalıştım. Figüran’a da bir oyuncu koçuyla hazırlandım. Oyunculuk alanında devam etmek, ilerlemek istiyorum. Kaçak Gelinler’e girdim Pınar karakteriyle. Futbola da elimden geldiğince, setten vakit bulduğumca devam ediyorum. Pazar günlerimi bana bırakıyorlar çalıştığım insanlar, maçım oluyor çünkü. Oyunculukta sizi çeken ne? Bazı şeyler vardır ya, tarif edemezsiniz, sadece yaşarsınız. Oyunculuk da öyle benim için. Sahaya çıktığımda da 90 dakika boyunca ben kimim, neyim hiç umurumda olmuyor. Sadece çıkıp mücadele ediyorsun. Kamera önünde bambaşka biri oluyorum sanki. Fotoğraf çekimi yapıyoruz mesela, az önce konuştuğumuz kadın siz miydiniz, diyorlar. Kamera karşısına geçince mütevazılığı bir kenara bırakacaksın, star olacaksın, varını, yoğunu ortaya koyacaksın. Ben de kamera önünde çok farklı bir heyecan yaşıyorum. l C M Y B