Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
28 TEMMUZ 2013 / SAYI 1427 5 Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti? ÖZGÜR ULUSOY T akaşi’yi birkaç kez sergi açılışlarında görmüştüm, bir keresinde Karaköy’de bir masa etrafında 810 kişi bir araya gelmiştik, özel bir sohbet geçmemişti aramızda, isimlerimizi öğrenmiştik yalnızca sanırım. Bir Alman tanıdıktan bir iki sefer adını duymuştum, sanatçı olduğunu, birkaç aydır Türkiye’de bulunduğunu biliyordum, o kadar... Gezi Parkı’nda gözaltına alınan ve kimyasal işkenceye maruz kalan Ali Can Sünnetçioğlu ile yaşadıklarını, gazete için konuşurken, Ali Can, “Bizimle birlikte bir Japon da gözaltına alınmıştı” demiş, ardından ismini anımsamak için not defterini karıştırmıştı, başını kaldırıp “Takaşi!” dedi, “İsmi buydu.” Bir polisin “Amirim bir yabancı turist var bunların arasında” diye seslendiğini anlatan Ali Can, amirin “Al al onu da al, daha iyi” yanıtındaki “daha iyi” lafının herhalde dış mihrak yalanına malzeme bulmak için söylendiğini düşünmüştü. Bir başka polis de “Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti, neden geldi buraya?” diyecekti sırıtarak. Evde Takaşi’den söz ederken kızım Feride “Tokyo’dan kalkıp eyleme mi gelmiş” diye sordu. Fukuşima’yla beraber Japonya’yı takip etmeye başlayan Feride, Takaşi’nin tek bildiği Japonya kentinden geldiğini düşünmüş, Fukuşima nedeniyle çevreci olduğuna hükmetmişti. DIŞ MİHRAK NE DEMEK? Takaşi’yle buluşmamızda sordum: “Dış mihrak ne demek biliyor musun?”, “What” (Ne) dedi Takaşi, İngilizce dış mihrak’ı anlatmaya çalıştım, kelimesi kelimesine tercüme ettim, aynı anlamaz bakışlarla baktı, bu sefer kelimenin Gezi’yle bağlantısı, daha doğrusu Başbakan’ın kelimeyle Gezi arasında kurduğu bağlantıyı anlattım. “Dış mihrak” belli ki Takaşi’ye hiçbir şey ifade etmiyordu, ancak Erdoğan bir şeyler ifade ettiğinden, bu tanımlamanın altında nasıl bir suçlama yattığını sezebildi. Yaşadıklarını gazete okurlarıyla paylaşma teklifimizi kabul eden Takaşi’ye Gezi Parkı protestolarına katılıp katılmadığını sordum. Takaşi, protestoculardan birisi olmadığını, ancak hem bir birey hem bir sanatçı olarak bu olağanüstü olayları anlamak, her iki tarafı da dinlemek için hemen hemen her gün Gezi Parkı’na gittiğini, protestocularla görüştüğünü, polislerle de konuşmaya çalıştığını anlattı. Takaşi, başlangıçta sadece gözlemlemek üzere gittiği Gezi Parkı’nda, polisin muamelesi karşısında şaşkına dönmüş, eylemcilerin taleplerinde haklı olduğuna kanaat getirmiş. Her bulduğu polise gidip “Niçin böyle davranıyorsunuz“ diye soruyormuş. Bol bol fotoğraf çekmiş, ancak hiçbir zaman gaz maskesi takmamış. “Niye?”, “Çünkü,” diyor Takaşi, “Eğer, gaz maskesi taksaydım, olaylara karışmaya hazır olduğumu gösterecekti bu, bense iki taraftan da değildim, ben kendi yolumu bulmak, hissetmek için oradaydım...” İlk gaz yediği günden, son gaz yediği güne kadar, nalburdan bile bir maske almamış Takaşi, yalnızca atkısıyla kapatmış ağzını burnunu. Takaşi’nin protestolara katılmamak için saydığı bir nedeni, “herhalde Uzakdoğu duyarlılığı bu olsa gerek” diye dinliyorum: “Protestolara katılan bazı arkadaşlarım vardı. Yakalanırsam, ya da başıma bir şey gelirse onların başına iş açılacağını, onların zor durumda kalacaklarını düşündüm, bu yüzden Gezi’de protestocu olarak bulunmadım.” Türk polisi olaylara bu açıdan bakmadığından olsa gerek, Takaşi 6 Temmuz günü gözaltına alındı... O gün yaşadıklarını soruyorum Takaşi’ye, Ali Can Sünnetçioğlu’yla birlikte gözaltına alındığı günü... Ali Can’ın anlattıklarını aktarıyorum, “Hayrola Takaşi, Tayyip Japonya’daki ağaçları da mı kesti?” Takaşi, araçta konuşulanların hiçbirisini anlamamış... “Yakalanırsam arkadaşlarım zor durumda kalır” diye Gezi protestocusu olmayan, bunu göstermek için de gaza karşı maske takmayarak yalnızca şalıyla korunmaya çalışan Takaşi, 6 Temmuz’da, “Karaköy’e gitmenin en emniyetli yolunu” sorduğu Türk polisi tarafından gözaltına alındı, hayalarına tekme yedi, yumruklandı. Gözaltına alındığında Odakule yakınlarındaymış, Karaköy’deki stüdyosuna gitmenin en emniyetli yolunu arıyormuş. Bundan sonrasını şöyle anlatıyor: “İstiklal’in iki yanında Gezi eylemcileri, Odakule tarafında da polis duruyordu. Polis, buradan aşağı gidip, Tünel tarafından Karaköy’e yönelmemi söyledi, ancak arkamı dönüp ilerlemeye koyulduğumda, sağımdan solumdan ateş etmeye başladılar. Gaz bombaları, başımın hizasından geçip gidiyordu. Geriye dönüp polisle konuşmaya başladım, size güvenli yolu sordum, siz gösterdiniz, ben de o taraftan gidiyorum dedim, niçin bana, sivillere ateş ediyorsunuz, diye sordum. İçlerinden bir tanesi İngilizce “Ben bunu daha önce de Taksim’de görmüştüm” dedi, o günü mü kastetti, yoksa daha önceki günlerde mi görmüştü bilmiyorum. Sonra beni yakaladılar, tekme tokat dövmeye başladılar. Gözaltına alınan bir çift, “Vurmayın ona” diyordu ama dinlemediler. Hayalarıma tekme yedim, kulak dibime yumruk yedim, vücudumun her yerine hem yumruk hem tekme yedim. Bacağımda, kollarımda çürükler oluştu” Takaşi İto devam ediyor: “Sonra yüzümüzü duvara dönmemizi istediler, niye diye sordum, buna hakkınız yok dedim, boynumdan kavrayıp başımı aşağıya bastırdılar. Niye diye sordum. Sonra zırhlı bir araç geldi, bizi koydular, bir karakola götürdüler, burada çantamı, kimliklerimi aldılar, pasaportumu aldılar, bu eşyaları aldığınıza dair bir kâğıt verin dedim, vermediler, sonra Taksim’e gittik, başkalarını da doldurdular arabaya. Zamanı bilmiyorum ama belki bir saat, belki daha uzun kaldık polis otosunda. Sonra bizi başka, daha büyük bir karakola götürdüler (Vatan’ı kastediyor). Sonra bir hastaneye götürdüler (Eyüp Devlet Hastanesi), bir şeyi yoktur diye rapor verildi, beni o gece çıkardılar. Bir polis, ‘Şanslısın hiç kimse geldiği gün çıkmadı şimdiye kadar’ dedi. ” Takaşi, şubat gibi gelmiş Türkiye’ye, bir süre sonra ayrılacakmış ama Gezi olayları patlak verince, kalmış. Takaşi’ye polise çok öfkeli olup olmadığını soruyorum. Takaşi’nin ailesinde de polisler varmış, “O yüzden zor bir soru benim için” diyor, ancak Türk polisinin “çok aşırıya kaçtığını” düşünüyor. Türk polisiyle Japon polisini karşılaştırmasını istiyorum Takaşi’den... “Dünyanın her yerinde polis polistir ama Türk polisi çok aşırı yapıyor... Çok fazla vuruyor, çok fazla gaz kullanıyor, Japonya’da gaz yok.” Peki yabancı uyruklu birisi böyle bir muamele görür mü? “Ancak polise şiddet uygularsa, ama ben burada hiçbir şiddet uygulamadım, sadece güvenli bir yol neresi diye soruyordum. Polis zarar vermek üzerine vuruyor. Bir insanın başını bükmek, hayalarına tekme atmak sadece zarar vermek amaçlı. Divan oteliyle Point otelde revir varken de, oraya kaçışan sivilleri hedef alıyorlardı, ben de durun diye bağırıyordum. Bu yaptıkları çok bilinçli, doğrudan halka saldırıyorlar. Türk polisine verilen eğitimi, Türk polisinin olduğu hali hiç beğenmiyorum.” Takaşi bir de Tayyip Erdoğan’ın demokratik olmayan uygulamalarını beğenmiyor. “Tayyip Erdoğan’ın demokratik olmadığı sonucuna nasıl vardın?” “Bir insan 10 yıldan fazla iktidarda kalırsa, tek adamlığa doğru gider, burada da öyle oldu, yakın çevresi bir sürü mülk edindi.” Takaşi, Japonya’da bir başbakanın “kadınlar üç çocuk yapsın, kafası kıyak gençlik istemiyorum” gibi cümleler kurmasının da mümkün olmadığını söylüyor. l 36 yaşındaki Takaşi İto, bireysel hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamaları bireysel olarak protesto ettiğini vurguluyor. (Fotoğraf: Julia Schulz) SELÇUK EREZ Gezi’nin anlamı Yaşamımın önemli bir bölümü Taksim Gezi Parkı’nın yakınlarında geçti. Neler gördüm? 1943’te, İnönü Cumhurbaşkanıyken, buraya büyük bir heykel kaidesi yerleştirildi. Anıtın kaidesinin bir tarafına, Atatürk’ün, İsmet Paşa’nın “Milletin kötü talihini” yendiğini belirten sözleri yazılmıştı. Diğer tarafına ise “Milli Şefimiz İsmet İnönü’ye İstanbul şehrinin sevgi, saygı ve minnet duygularıyla” diye biten bir cümlenin sarı pirinç harfleri kakılmıştı. Bu kaide, herhalde halk arasında desteğini yitirmekte olan iktidar başına “sevgi ve minnet duyguları” hissedilmesi, gerçeklerle pek bağdaşmamaya başladığından orada, uzun süre tek başına, heykelsiz bekledi. İktidar değişince, kaidenin etrafı tahta perdelerle kapatıldı. Yeni iktidar, muhalefet partisi başkanının başarılarını anımsatan satırların okunmasını istemedi. 1960 darbesinden sonra tahta perdeler yıkıldı ama İsmet Paşa’nın heykeli buraya getirilmedi. Bir süre sonra kaide de, heykel de Maçka Park’ında gelen geçenin görmemesini istediklerinden olmalı ağaçlar arasında kalan kuytu bir yere yerleştirildi. Darbeden sonra Taksim Meydanı’nın ortasına yirmi metrelik bir süngü dikmişlerdi. Biz o tarihten 1981’e gelinceye kadar bu antidemokratik simgeyi görür, bu zevksizliğin bir an önce ortadan kaldırılmasını dilerdik. 1 Mayıs 1977 İşçi Bayramı’nda kalabalıklar Taksim Meydanı’nı doldurmuştu. DİSK Başkanı Kemal Türkler konuşurken etraftan silahlar patladı: Sular İdaresi binasının üstünden ve meydandaki otelden hâlâ gizlenenlerce açılan ateş sonucu ve sıkışıp ezilme nedeniyle 34 insan yaşamını yitirdi. Taksim Meydanı ve gezisi, demokrasi tarihimizin her devrini bir köşesiyle yansıtan bir alandır. Bu yaz, bu niteliği daha da önem kazandı: Gezinin yok edilip yerine güya bir topçu kışlası kondurulmaya kalkıldığında, çok sayıda genç vatandaşımızın demokrasi tarihimizin nirengi noktalarından birinin ve önemli bir yeşil alanın yokedilmesine karşı çıkması, gaza, plastik kurşuna vb direnmesi, burasını tarihimiz açısından daha da önemli bir konuma getirmiştir. Bu nedenle de olduğu gibi korunmalıdır! Neyi anımsatıyor? Paris’te, despotluğun simgesi haline gelmiş olan Bastille Hapishanesi’nin 1789 Devriminde halk tarafından basılmasından sonra olanları: Devrim’den on beş yıl sonra Fransa’nın başına geçen Napoleon, yıkılan hapisanenin yerine devrimi değil kendi başarılarını anımsatan 24 metre yüksekliğinde bir fil heykeli kondurmaya kalkmıştı. Heykelin ancak alçıdan yapılmışı alana yerleştirilebilmiş, Napoleon devrildikten sonra 1840’da bir despotu ve zevksizliğini anımsatan bu fil kaldırılmış, 1840’da alana, Devrim’in kimliğini yansıtacak bir abide dikilmişti. Gezi direnişini anlamak için hem çağımızın gençleri gibi düşünebilmek hem de tarih bilmek gerekir. l www.selcukerez.com İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Aykut Küçükkaya Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi:?Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Beste Paydaş Ertan Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir / Yerel süreli yayın cumdergi@cumhuriyet.com.tr C M Y B