17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 21 TEMMUZ 2013 / SAYI 1426 Artçılar görülmedi, büyük deprem yaşandı ALİCAN ULUDAĞ Ankara Barosu’ndaki hedefleriniz neler? Ankara Barosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi doğrultusunda mesleğine 14 Temmuz’da 90. yılını kutlayan Ankara ve ülkesine duyduğu sorumlulukla çalışan bir Barosu’nda geçen hafta yapılan seçimle barodur. Bizim temel ilkemiz, insan hakları başkanlığa Avukat Sema Aksoy getirildi. ve hukukun üstünlüğüdür. O yüzden asla ve Ankara Barosu’nun ilk kadın başkanı asla bir grubun veya siyasi görüşün yandaşı unvanını kazanan Sema Aksoy, seçimden veya muhalifi olarak nitenlendirilmeyi kabul önce ise Ankara’daki Gezi eylemlerini Baro etmiyoruz. Biz sadece hukukun üstünlüğü Başkanvekili olarak yakından izledi. Aksoy, yönünden tarafız. Mesleki sorumluluğun “Gezi eylemlerini başlatan etken neydi” yanında, toplumsal sorumluluğunun bilinci sorusunu, “İktidarın 10 yıldır tek tipleştirme ile sosyal sorumluluk projelerine imza attık. çalışması, tek tip hayat yaratma çabası Kadına yönelik şiddetin giderilmesi için insanları bunalttı. Bunların hepsi zaman Gelincik Projesi’ni başlattık. Bu proje, kadına içinde birikti ve bir patlama meydana getirdi. yönelik şiddetin önlenmesi için en önemli Artçı depremlerimiz vardı ama bu görülmedi. bir projedir. Biz söylemlerden yana değil, Görülmediği için en son büyük bir deprem sorunların çözümü noktasında hareket yarattı. Gezi olayları budur. Bu bir iletişim etmekten yanayız. sorunudur” şeklinde yanıtladı. Neden toplumda şiddet bu kadar arttı? Ankara Barosu’nun ilk kadın başkanı Bunun sosyolojik, psikolojik, ekonomik oldunuz? Ne hissediyorsunuz? ve siyasi etkenleri var. Biz toplum olarak 14 Temmuz’da Ankara Barosu’nun çok agresifleştik. Birbirimizi anlamayan, 90. yılını kutlayacağız. 90 yıllık tarihinde ilk dinlemeyen bir toplum haline geldik. kadın başkan olmaktan onur duyuyorum. Birbirimize sabrımız tükenmiş. Her alanda bu Biz kendimizi kadın ya da erkek avukat diye tahammülsüzlüğü görüyorsunuz. Toplumda tanımlamayız. Ama kadınerkek eşitliğine şiddetin yok edilmesi için topyekun bir yakışmayan bir tabloyu gidermiş olduk. seferberlik ilan edilmesi lazım. Bunu yapacak İnşallah kadınlar cesaret gösterirler ve bu tür olan kurum ve kuruluşlar, sivil toplum görevlerde yer alırlar. Kadınların her alanda örgütleri, ailelerdir. görev alması, toplumsal duyarlılığı, toplumun Gezi eylemlerinde neden yaşandı? bütünleşmesini ve şiddet dilinin yok alması Bu doğrudan doğruya insanların yıllardır açısından önemli. üzerlerinde hissettiği baskının dışavurumudur. 10 yıldır siyasi iktidarın kendi dışında anlamak istemediği veya dinlemediği bir halk var. Oysa hükümetler, sadece kendilerine oy veren kişilerin değil, bütün toplumun Bu yoğun gündemde yeni anayasa unutuldu? hükümetidir. Sadece kendinize İktidar, yeni anayasada başkanlık sistemi ve oy vereni mutlu etmek adına yargının tek çatı altında toplanmasını istiyor... bir çalışma sergilerseniz, diğer Demokrasi erkler ayrılığıdır. Erklerin birleştiği kesimi küstürürsünüz. Onları noktada demokratik rejim olmaktan çıkıp anlamaktan vazgeçerseniz diktatörlük haline gelecek bir rejim oluşur. Bizim onları bu şekilde sokağa anlayışımız, sistemimiz demokratik parlamenter dökersiniz. rejim üzerine kuruludur. O bakımdan kuvvetler Bu iktidar ne yaptı da ayrılığını mutlaka güçlendirmek ve aradaki insanlar sokağa döküldü? bağlantıyı doğru şekilde sağlamak zorundayız. Bir kere uzun zamandır Başkanlık sistemi kabul edilemez. üniversitelerde baskı var. YÖK’ün Türkiye’nin demokratikleşmesi için yeni üniversitelerinin özerkliğini anayasada ne olmalı? yok eden uygulamaları var. Sorunumuz anayasa değil. Örneğin anayasada, Bunlar hem öğrencilere hem temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasında akademisyenlere yansıdı. ODTÜ devlet gerekli tedbirleri alır diyor. Biz, tam tersini ve Hopa olaylarını anımsayalım. yapıyoruz. Temel hak ve özgürlüklerin doğrudan Hopa’da insanlar doğasını kısıtlandığı, özgürlüklerin istisna olduğu bir korumak için sokağa çıktı. Bu ülke haline geldik. Sorun, bu anayasadan mı insanlara terörist muamelesi kaynaklanıyor? Hayır. Bunlar anayasada zaten yapmak, üzerine gaz bombası var. Demek ki uygulamada bir sorun var. Bu atıp birinin ölümüne neden uygulamayı değğiştirmemiz lazım. olmak insanların zihnine kazındı. Hükümet, İmralı ile çözüm süreci yürütüyor. 4+4+4 eğitim sisteminde hiçbir Buna nasıl bakıyorsunuz? tartışma yapılmadan, sistemin ne Barış sürecinin içinde toplum var mı? Yok. Eğer, olduğu anlatılmadan dayatmacı toplumu bir bütün olarak sürecin içine katmaz ve bir anlayışla getirildi. Kişilerin yolun ne olduğunu tarif etmezseniz yolun sonu hayatına böyle müdahale görünmez. Toplum sonunu görmediği bir yola edilmesi aileleri ciddi anlamda da girmek istemez. O bakımdan burada ciddi bir etkiledi. Kendi özel hayatlarımıza eksik var. Bu sürecin çözüm noktasına gitmeyeceği ilişkin olaylar var. Örneğin parkta maalesef anlaşılmıştır. oturan sevgili çifte müdahale Yargıda durum nedir? edildi. Orada içki içemezsiniz Yargıda maalesef bir siyasallaşma oldu. Örneğin veya şu saatten sonra alkol Danıştay, bu yüzden başkanını seçemiyor. Danıştay kullanamazsınız uygulamalarını Başkanı emekli olurken “Polis savcı, bilirkişiler gördük. Kadınların yaşamlarına hâkim oldu” demişti. Aslında bu olayın geldiği yine müdahale edildi. Tek noktayı gösteriyor. Eğer yargıyı kendi adınıza tipleştirme çalışması, çabaları; kullanmaya kalkarsanız, yarın bir gün o yargı tek tip hayat yaratma çabası aleyhinize döner. l insanları bunalttı. İnsanlar ben Başkanlık sistemi kabul edilemez Sema Aksoy, Ankara Barosu’nun tarihinde ilk kadın başkanı. Metin Feyzioğlu’ndan boşalan başkanlık makamına seçildiğinde yöneteceği baroyu da kapsayan Gezi olayları ve yeni anayasa tartışmalarının odağında buldu kendisini. Ankara’da Gezi Direnişi’ni destekleyen eylemlerde gözaltına alınan gençlere avukatlık hizmeti vermesi nedeniyle Ankara Barosu da suçlanan kurumlar arasında. Sema Aksoy, Gezi eylemlerini tek tipleştirme, tek tip hayat yaratma çabasına karşı bunalan insanların patlaması olarak yorumluyor. Aksoy, “Bu bir iletişim sorunudur. Siyasi iktidarın, siyasi muhalefetin, toplumla uzlaşmadığının, toplumla bir iletişim eksikliği olduğunun göstergesidir” diyor. böyle yaşamak istemiyorum dedi. Kadınlar kaç çocuk yapacağıma ben karar veririm dedi. Bunların hepsi zaman içinde birikti ve bir patlama meydana getirdi. Bu bir iletişim sorunudur. Siyasi iktidarın, siyasi muhalefetin, toplumla uzlaşmadığının toplumla aslında bir iletişim eksikliğinin göstergesidir. Eğer vatandaşlarımız muhalefet aracılığıyla dertlerini iktidara anlatabilseydi, yine bu kadar büyük bir patlama olmazdı. geçişleri sağlamamız lazım. Geçişin yolu da diyalog ve demokratikleşmeden geçiyor. İnsanların ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması lazım. Eylemlerde tepkinin bir yönü Başbakan Erdoğan’a yönelmişti. Bunun nedeni neydi? Doğrudan doğruya Başbakan’ın söylemleri etkili oldu. Maalesef ki sokağa çıkan halk, sayın Başbakan’ın kendilerini anlamadığını düşündü. Başbakan, sokağa çıkanları dinlemek için de bir gayret göstermedi. Gezi eylemlerinde bir de polis müdahalesi tartışıldı... Ortada bir polis şiddetinin olduğu kesin. Burada orantısız gücün ötesine geçmiş. Hele olayların ilk gününde eline taş almayan, türkülerle şarkılarla kendini ifade etmeye çalışan gençlerimize ciddi anlamda şiddet uygulandı. Ankara’da polisin ilk gün çok büyük bir panik yaşadığını gördük. Eylemcilerin Güvenpark’a yönelmesi poliste Başbakanlık ve TBMM’ye gidecekleri algısı oluşturdu. Bu panikle barışçıl eylem yapan göstericilerin üzerine gaz bombası ve tazyikli su ile müdahale edildi. Bunu yok saymak olmaz. Şiddet uygulayan polisler tespit edilerek soruşturulmalı. Polis teşkilatı aynı avukat gibidir. Biz nasıl cüppemizi giydiğimizde tüm düşüncelerden sıyrırılıyorsak polis de aynı olmalı. Polis bir güven kaynağıdır. Ama vatandaşlarımız polisi aramaktan çekiniyor. Bu nokta bizi öyle bir kötü yere götürür ki halk o zaman bir sorun yaşandığında kendi hakkını kendi aramaya çalışır. Asıl kaos o zaman başlar. Ankara Emniyeti’nin olaylara ilişkin hazırladığı fezlekede, Baro’nun da arasında bulunduğu örgütleri, eylemcileri kışkırtmakla suçladı... Ankara Barosu olarak vatandaşı cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmaya teşvikle suçlanıyoruz. Bu suç nerede yazıyor bilmiyorum. Aksine bunu yapmazsak görevimizi yapmıyor oluruz. Çünkü biz hukuki yolları arayan ve vatandaşı da hukuki yollara yönlendirmekle görevli bir meslek örgütüyüz. Bir hukuk camiasını hukuki yola teşvikle suçlamak çok komik bir durum. Sivil toplum örgütlerini de otur evraklarını imzala, ondan sonra görevini bitir diye bir kalıp içinde sokmak demokratik anlayışa aykırıdır. Çok enteresan bir yapı var. Sanki herkes suçlu. Muhalefeti suç örgütü gibi göstermiş.. Toplu bir muhalefet örgütü yaratmış. Bizim bu süreçte üç meslektaşımız ağır şekilde yaralandı. Bir meslektaşımız, olayların arasında kaldı, gözü kör oldu. Bunun bedelini kim ödeyecek? Şimdi bu olaylarla ilgili nasıl sessiz kalabiliriz ki? l BİRBİRİMİZİ DİNLEMELİYİZ Bir daha böyle olayların yaşanmaması için ne yapılmalı? Siyasi iktidar ve siyasi muhalefet ders çıkarması lazım. Hepimizin ders çıkarması lazım. Biz, birbirimizi dinlemedikçe anlayamayız. Sonuçta olacak olan bu patlamadır. Dış ülkelerde de bu oluyor. Baskılar insanlarda patlamalara neden oluyor. Bunun sonu yok. Onun için iktidara düşen toplumu kucaklamaktır. Bu halk sizin halkınız. Eğer bu gençlik dinlenmiş olsaydı, bazı uygulamalar sivil toplum örgütleri ile tartışılsaydı o zaman toplum buna tepki göstermezdi. Dayatmacı anlayışla gittiğiniz takdirde halkınız ile aranıza nefret duvarı örüyorsunuz. Onun için bu duvarlar kapanmadan, o duvarları kırarak birbirimize M ATAOL BEHRAMOĞLU Bambino’dan Yenikapı anıları ünir Göker, nâmı diğer Bambino Münir, özellikle 1960’lı yıllarda Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde bir ucundan benim de katılımcılarından biri olduğum Yenikapı buluşmalarının anılarını kitaplaştırdı (Yenikapı Hikâyeleri/ Cinius Yayınları / 2011). Kitapta, neredeyse her birinin bir lakabı olan halk insanlarının, Yenikapı buluşmalarının müdavimlerinden kimi aydın ve sanatçıların, yanı sıra da mekânların öykülerini okuyoruz… Yaşanmış olayların anlatısı olan bu kurgulara gerçek anlamıyla öykü denebilir mi? Tartışılır. Bizim kuşağımızın en sevgili yazarlarından Maksim Gorki’den dilimize “Yaşanmış Hikâyeler” adıyla çevirdiğim öyküler toplamının özgün adı “Eskizler ve Hikâyeler”dir. Eskiz ne demek? Sanırım, bildiğimiz öykü türünden farklı bir anlatı türü. Ömer Seyfettin’in, Sabahattin Ali’nin, Bekir Yıldız’ın yapıtları kuşkusuz öyküdür. Bu tür sanırım Sait Faik’le farklılaşmaya başlıyor. Artık konu çok fazla önemli değildir. Yazar bir gözleminden yola çıkarak duygularını, yer yer şiir yaklaşan bir anlatımla aktarır. Bambino Münir kendini bu tür bir öyküye daha yakın buluyor olmalı. 68 kuşağının dünya çapındaki imajı bizde onların da öncüsü olan ve içlerinden biri olmakla mutluluk duyduğum 60 kuşağının imajını bir ölçüde gölgelemiştir. Münir Göker, kitabının en güzel parçalarından biri olan “Umbor, Ayberk ve Gökkuşağı”nda bu kuşaktan şöyle söz eder: “68 olaylarından birkaç sene önceki İşçi Partisi yıllarında sol kuşak daha bir romans ve bilgi dolu, okuyan, haklarını demokratik yollardan arayan bir entelektüel topluluğu idi. (….) Bu kuşağın bilgi ve sanat birikimi vardı ancak paraları yoktu……..dostlukları, esprileri, şiirleri ve yaşanmış hikâyeleri vardı…” 60 kuşağının yaşamı, kimliği, bu kuşağın bu gün çoğu yetmiş yaş dolaylarındaki temsilcilerince yazılıp anlatılmalıdır. Münir Göker “Yenikapı Hikâyeleri”nde bir bakıma bunu yapıyor. Fakat sadece o kadar değil. Kitabın hem önsözünde, hem “Kemandan Kemençeye” ve “Babamın Ölümü” başlıklı bölümlerinde, onun anne ve babasının öykülerini okuyoruz. Bunlar ise sıradan bir anne baba öyküsü gibi değil. Cumhuriyetimizin, onun kuruluştan sonraki ilk ve belki en namuslu kuşağı olan sevgili anne babalarımızın öyküsü olarak da okunmalıdır… Bambino yine önsözde kuşağımızın en sevgili yazarlarından bazılarının adlarını sayıyor: “Yukarı Mahalle, Sardalye Sokağı (ben bu Steinbeck yapıtlarına kuşkusuz Bitmeyen Kavga ve Gazap Üzümleri’ni eklerim) sürekli okuduğumuz Panait Istrati (benim neredeyse taptığım yazarımdı!) O. Henry, büyük usta Maksim Gorki, Jack London, Orhan Kemal (elbette başta İnce Memed’iyle Yaşar Kemal, kuşkusuz Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet, yanları sıra kitapta adları sıkça geçen Orhan Veli, Attilâ İlhan…” Kuşkusuz bu çok eksik listeye, dünya şiirinden, Fransızca bilmeyenlerimizin (o sırada ben de onlardan biriydim) şiirlerini daha çok Sabahattin Eyüboğlu ve Orhan Veli’nin harika çevirileriyle tanıyıp hayran oldukları Charles Baudelaire’i eklemek gerekir... Devrimciydik ama Baudelaire hüznü de uzak değildi bizlere… 60 kuşağı bir sentez kuşaktır çünkü… Bambino Münir kardeşim kitabının girişine büyük Fransız şairinin bir şiirini ve sanırım kendi çevirisini koymuş. Bu yazıyı ben, aynı şiirin, kitaptaki çeviriden de kuşkusuz yararlanarak yaptığım çevirisiyle bitirmek istiyorum: BİR HAYALET Mahzenlerinde dipsiz hüzünlerin Yazgının beni sürgün ettiği; Mutlu, şen bir ışığın asla girmediği; Yalnız somurtuk geceyle birlikteyim. Heyhat! alaycı Tanrının koyu karanlıklara Resim yapmaya mahkum ettiği bir ressam gibiyim; Bir aşçıyım iç karartan iştahasıyla, Kaynatıp yediğim kendi yüreğim. l [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr http://behramogluataol.blogspot.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle