22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 26 MAYIS 2013 / SAYI 1418 Öyle bir sonsuzluğa daldım ki çıkmak istemedim İlhan İrem’in sanat yolculuğu kırk yılı geride bıraktı. Ancak bu hikâyeyi başka bir ağızdan dinlemek çok da bir şey ifade etmiyor. Şöhreti daha çok erken yaşta buluşu, dillere dolanan şarkıları, ardından müziğinin yönünü tamamen değiştirmesi, bu sırada Türkiye’nin yaşadığı kültürel değişim, hem kişisel hem de sosyal açıdan ancak İlhan İrem’in anlatabileceği bir hikâye. Buyrun kendisinden dinleyin. Ergenekon tarihimizde kara bir lekedir Son günlerde bir akil adamlar konusu var. Burada kültürsanat camiasından da pek çok kişi yer alıyor. Siz onların yerinde olsanız nasıl hareket ederdiniz? Sizce bir sanatçı siyasi bir barış sürecinde ne kadar etkin olabilir? Ortada gerçekten bir siyasi barış süreci olsaydı, gerçek sanat ve gerçek sanatçılar ordulardan, silahlardan çok daha etkin bir yaptırım gücüne sahiptir. Dış çekimlerin rüzgârında, Fareli Köyün Kavalcısı gibi ülkeyi zihniyetlerinin peşine takıp götürenlerin oynadığı bir oyun bu. Ben sanatımı böyle bir oyuna maşa yapmam. Bir tarafta da Ergenekon süreci yaşanıyor. Siz bunun düzenlenmiş bir oyun olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Ergenekon ülke tarihinde bir kara lekedir. Bu yokediciler amaçlarına ulaşamayacaklar ve orada yaşanan dramlar, haksızlıklar gelecekte “adalet faciası” olarak ders kitaplarına girecek. l İ lhan İrem belki sanat dünyamızın en özgün kişiliklerinden biri. “Pek ortalarda görünmez” demek onun dünyasını anlatmak için oldukça basit kalır. Belki bizlerin görüntü kadrajında değil ama yapıtlarıyla hâlâ kulaklarınızda bir yerlerde. O üretmeyi sürdürüyor. Yaşamının sonuna kadar da bu böyle gidecek. Ancak o kendi düş dünyasında sıkışıp kalmış da değil. Gündem hakkında sözünü sakınmıyor ve öyle şeyler söylüyor ki. İsterseniz gerisini ondan dinleyelim... Sanatta kırk yılı geride bıraktınız. İçinde milyonların diline dolanan hit şarkılar, zamanının çok ilerisinde senfonik yapımlar ve belki değeri yıllar sonra çok daha anlaşılacak eserler var. Bu açıdan baktığınızda sanat yaşamınızda beklediğiniz ya da öngördüğünüz yerde olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Şarkılarımla düşüncelerimi aktarmak ve aynı titreşimleri hisseden insanlarla buluşturmak istediğimi kırk sene önceki ilk röportajlarımda söylemiştim. İlk 10 yıl boyunca daha önde olan ismimi müziğimle aynı kulvarda dengeleyerek bu hedefe doğru ilerledim. Yıllar geçtikçe içeriden, dışarıdan ve daha ötelerden sayısız dokunuşlarla bir özgürleşme yolculuğu başladı. Görünenin aksine, metafizik soyutluklar içermeyen, insanın kendinden ötelere yaptığı somut bir yolculuğu anlatıyorum. Seksenlerin başında ülke ve dünya manzaraları hayatımla reaksiyona girince derin bir aydınlanma yaşadım. O noktadan sonra sadece yaratma olgusuna kilitlendim. Uğultularla ruhuma akan bir nehir yazdıkça sakin denizlere varıyor ama uğultular hiç bitmiyor. Ben tam bir inziva halinde yalnızca müziğimle uğraşırken, dışarıda sessiz sedasız bu müziğin yolcuları oluştu. Çok eskiden uzak geleceğini Türkiye intihar etti Sizin uzaklığınız farklı, küskünlük değil sanki. Gündemden ve her şeyden haberdarsınız. Ülke gündemini de kültür sanat gündemini de çok iyi takip edip analiz ediyorsunuz. Ülkenin siyasi ve toplumsal gidişatı hakkında neler söyleyeceksiniz? Bu konuda iki ayrı ruh halindeyim. Bir bakışla Türkiye intihar etti. Evrensel değerlerden, çağdaş yaşamdan koparak kaba saba bir hırpaniliğin içine düştü. Diğer yanda ise başka bir gündem var; Asla pes etmeden direnen insanların umutlu hareketliliği… Ben her şeye karşın umudumu yitirmiyorum. Özellikle dini açıdan yaşadığımız bir muhafazakârlaşma süreci var. Bu süreç sizce Türkiye’de sanatın yönünü nasıl etkiledi? gördüğüm anlamsız bir dünyanın parçası senfonik rock, modern caz, klasik müzik olmamak için, sığ görüş alanlarının dışına dinliyordum. O yıllarda Âşık Veysel’in duru çıkarak kendi cennetimi kurdum. Dünya derinliğine çarpıldım. Ruhi Su, Mevlevi zindanından sonsuz özgürlüğe bir adımlık müzikleri, Alevi deyişleri dinliyor, Edgar Allan yolculuk ‘Kırk Işık Yılı’ sürdü. Her şey şimdi Poe, Baudelaire, Camus, Sartre, Sagan, başlıyor. Edip Cansever, Truman Capote okuyordum. Sanırım ilk plağınız yayınlandığında Loş tarafının dışında ise eğlenmesini de 17 yaşındaydınız. Beklenmedik derecede çok seven bir çocuktum. Müzik ve edebiyat başarılı olmanız, mutlaka okul ve aile mayamda vardı, birikimlerle beslendi, hayatınızı da etkilemiştir. şekillendi. Ama bence asıl algılayış ve hassasiyet farkı gözümü açtığım anda Kendi dünyasında yaşayan, kendisiyle kendimi içinde bulduğum zen bahçelerinden bir âlem olan çocuktum. Her zaman yalnız, geliyor. Ayrıcalıklı hissedişlerin uzak ve sessizdim. Arkadaşlarımın kâinatın duru ruhlara büyülü bir yanındaysa inanılmaz neşeli, armağanı olduğuna inanıyorum. Ve gürültücü, elebaşı. Çok geniş insanın kendisinin farkına varması bir plak koleksiyonum vardı. Ve için kaçınılmaz bir önkoşul var; “bestseller” olmayan, yaşımdan Sevginin, sevişmenin, yaratmanın, oldukça ağır müzikler dinliyordum. hayatın anahtarı düşünceyi sonsuz Ortaokulda “Led Zeppelin” özgür bırakmak, bağımsız olmak dinleyen, “Beatles” yerine bence. Okulda ve şehirde zaten “Credence Clearwater Reviwal”ı çok popülerdim. Böyle bir ortamda keşfeden, “Pink Floyd” ile yıldızları DENİZ yaşarken birdenbire gelen şöhret seyreden, “Iron Butterfly”, “Guess ÜLKÜTEKİN şaşırtmadı beni çok. Arkadaşlarım Who” dinleyen bir çocuktum. benden daha çok heyecanlandılar. Akranlarım Elvis Presley dinlerken, Etrafımda bunca fırtınalar koparken benim ben kafamı kolonların arasına sokup “Thick nasıl bu kadar sakin olduğuma şaşırıyorlardı. As A Brick”le ayin yapıyordum. Solisti olduğum okul orkestrasında repertuvarım O dönemde ve sonrasında oldukça çok özeldi. Shocking Blue’nun “Venüs”ü ile tutulan ve dillere dolanan şarkılarınız oldu. sahneye çıkardım. Altmışların sonlarında çift Sonrasındaysa inziva yıllarınız geliyor. Bu bateriyle “In a gadda da vida” çalıyorduk. kararı almanızdaki sebep neydi? Bu kadar Bu şarkıları hatırlıyor musunuz? Bu uzun tutulan şarkılar yapıyor olmak sizi rahatsız şarkıların kurgusal anlatım olarak katkıları mı etti? olmuştur şüphesiz. Melodi zenginliği, Büyük kitleler tarafından benimsenen enstrüman ve ses teknikleri, atmosferik sanatların ve her şeyin mutlaka bir defo müziğin özel kurgusu, pek çok etkenin yanı barındırdığı konusunda inancım vardı. sıra düşsel bir çocukluktan bu yana geçen Birdenbire oluşan patlamalar konusunda hayatımla, dinlediklerimle, okuduklarımla, bu inancım hâlâ sürüyor. Çoğalma ancak izlediklerimle de ilintili olabilir. Çok küçük eserlerle izleyici arasında kurulan ruhani yaşlarda müzikal niteliği yüksek bir dinleyici bir bağ ile sanatçı kendi izleyicisini kendisi seçiciliğine sahiptim. Ortaokul lise yıllarında yarattığı zaman sahici ve sağlıklıdır. 1974 yılında “Yazık Oldu Yarınlara / Boşver Arkadaş” şarkılarımın Muhafazakârlaşma çağdaş Türkiye’nin yer aldığı celladıdır. Bu ülkenin aydınlıktan, güzellikten, özgürlükten böylesine korkarak histeri halinde karanlığa kaçışını izlemekten çok sıkıldım. Yaşanan süreç muhafazakârlık değil, dini duyguları çıkarlarınca sömüren bir yönetimin peşine takılan toplumun bütün hassas değerlerinden soyunarak, sevgisiz, saygısız, vicdansız, anlamsız bir görüntüye bürünmesidir. Ülke, güzelliklerin yeşermesi imkânsız bir çöle dönüşüyor. Tiyatro, opera, bale, felsefe, müzik, çağdaş sanatlarla uğraşan sanatçılar artık çölde açan çiçeklerdir benim için. Çabaları paha biçilmez değerde. l 45’lik iki milyon sattı. Bir yıl sonra 1975’te “Anlasana” bir milyon beş yüz bin satınca duraksadım. Planladığım kreşendonun ortasından yarıldığını düşündüm. Ama durmadım. Yetmişlerin sonuna kadar çok satışlı plaklar birbiri ardına geldi. Şimdilerde hepsi klasik olan o şarkıları kalabalıkların çekiştirmesine hiç fırsat vermeden bildiğim gibi yazdım. Asıl inziva seksenlerde başladı, doksanlarda yoğunlaştı ve iki binlerde daha kesif bir sisle sürdü. Evet fizik olarak yokum ve tüm gündemini beyaz ekrana endekslemiş bir kültür için bu “inziva” demek. Benim penceremden bakıldığında ise görünmeyen taraf orası. Her anlamda dışarısı bitince, bilimkurgu hikâyelerindeki gibi boyutsal duvarlar oluştu. Benim için olmayan bir dünyada yaşayanların, içinde yaşadığım gerçekliği algılamaları imkânsız. “Müziği duymayanlar dans edenleri deli zanneder.” Buna benzer bir sözü vardı Nietzsche’nin. Ve öyle bir sonsuzluğa daldım ki, içinden çıkmayı hiç istemedim. Yaratmak, sadece yaratmak oldu tek amaç… Düşünmek sonsuz bir yolculuğa dönüştü. Şarkıların hazır olduğunu, albümün çıkması gerektiğini insanlar sitem ettiği zaman hatırlıyorum. Şarkılarınızda rüyalar, düşler ve farklı algıların arayışının da önemli yeri var sanırım. Pek çok sanatçıdan farklı ilham kaynaklarınız olduğunu düşünüyorum, doğru mu? İnsanın yaşadığı coğrafyayla ilgili vefa, vicdan gibi değerlerinden kaynaklanan konuları ayrı tutuyorum. Yöresel bedeller ödenmeden ulaşılmış evrensellik sahtedir. Hainlikler bitene kadar terk etmeyeceğim bu konu dışındaki tüm aidiyetlerimden soyundum. Akla gelebilecek bütün ayırıcılardan tamamen bağımsız olduğum zamanlardan beri kendimi çok daha büyük bir şeyin, kâinatın parçası olarak hissediyorum. Sonsuzluğu ruhumda duyumsuyor, frekansları ayarlanmış bir uydu alıcısı gibi sessizliği dinliyorum. Bu kesintisiz kainat iletişimi görsellik içeren bir yolculuğa dönüştüğünde, gerçeklik algısı bambaşka boyutlarla inanılmaz bir maceraya kanatlandı. Sanatçının kendisini bir mucizenin parçası olarak hissedip, bitmeyen heyecanlarla yaratması ve derinden hissedebilen insanlarla paylaşması büyülü bir ruh sevişmesi. Hayat ve ölüm dahil her şeyin göreceli İsmime karşı ciddi baskılar var Sizin sanat yaşantınız her gün biraz daha üstüne koyma amacı taşırken Türkiye’deki müzikal ve kültürel ortamın da tam tersi istikamette yol aldığını görüyoruz. Bu açıdan da hâlâ devam ettiğini söyleyebilir miyiz? Az sayıda konserler veriyor, yeni şarkılar, yeni kitaplar yazıyorum. Radyo, televizyon programlarına katılmıyorum ve bazı istisnalar dışında röportaj vermiyorum. Haberleşme ağımız İrem Bağı’ndaki yüz binlerce yol arkadaşıyla paha biçilmez bir ruh temasımız var. Ben buradayım. Günün hızlandırılmış, sevgisi alınmış hayatı içinde yaşayanların göremeyeceği bir yerde. Konserlerinizin engellendiğini söylemişsiniz bir keresinde. Bunu biraz açabilir misiniz? Kimlerdi sizin sevenlerinizle buluşmanızı engelleyen? Bu konuda net bilgiler var ama ilgilenmiyorum. Sistemin çarklarında öğütülmeyi reddetmiş bir sanatçının sadece şarkılarının gücüyle yarattığı çekim alanını anlamıyor ve rahatsız oluyorlar. Asla engelleyemezler. 21 Eylül’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosunda “Aşk Daima” başlıklı konserim var. Plak şirketlerine de İlhan İrem ismine karşı ciddi baskılar yapıldığı konusunda bilgiler ulaşıyor. Sanat dünyasının tröstleri ve ülkeyi son on yılda her anlamda çöle çeviren malum zihniyetin peşine takılanlar tarafından. Sesimin ve yaratıcılığımın en güzel döneminde gecikmeden hayata geçirmek istediğim albüm projelerim var. Bambaşka şarkılar geliyor… l olduğu, gerçek ve düş ayrımının önemini yitirdiği çok boyutlu bir evrende yaşadıklarımı anlatıyorum. Hiçbiri rüya değil. Hepsi gerçek ve yaşanmış hikâyeler. Eşinizle muazzam bir birlikteliğiniz var. Bir başka ilham kaynağınız da o mu? Bir müzisyenle evli olmak muhtemelen çok zordur. Kendisi bu zorluklardan hiç şikâyet ediyor mu? Zorluklar aşkla aşılıyor. Birlikte üreterek buluşmamızın güzelliğini yaşıyoruz. Işık ve sevgiyle… l denizulk@gmail.com C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle