16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 TEMMUZ 2012 / SAYI 1371 5 İlkin ben almadım, şimdi reklam veren yok stiklal Akarsu, twitter âleminin şahsına münhasır isimlerinden. Dilinin kemiği yok, kimseye benzemeyen bir jargonu var. Şu an 70 binden fazla takipçiye sahip. Neydi ilk olarak derdiniz, kendinizi ifade etmek mi, rahatlamak mı? İlk derdim kendimi ifade etmekti, sonra bir rahatlama geldi, sonra bir daha kendimi ifade ettim, sonra hop rahatladım. Bir ara sıkıntı geldi sıcak bastı, cam açtım sohbet ettim rahatladım. İyi geldi be bu twitter, ben eğleniyorum insanlar eğleniyor, sürekli bi “haydi oturmaya mı geldik” durumu var burada. Sosyal medyanın bir güç olduğunuzu ne zaman anladınız? İlk TV programına çağrıldığımda anladım, sonra anlamamazlıktan geldim bi süre, sonra kitabım çıkınca yine anladım, sonra unuttum gücü yine. Sonra bir daha çağırdılar televizyon programına, “tamam lan” dedim “sosyal medya bir güçmüş tamam anladım, gelmeyin çok üstüme” dedim. Size ilk teklifler, basın gezisi, reklam... Ne z am a n v e nasıl geldi? İlk teklif Bkz. İletişim aracılığıyla Alaçatı Turizm Derneği’nden geldi. Çeşme Alaçatı’ya davet ettiler beni. Gittim Çeşme Alaçatı’ya beleşe yedim içtim gezdim. Hayır “bir tweet yaz”, “şunu yaz” diyen de yok ortada, “n’oluyo lan oldum ben bi”. Ama Alaçatı’da olunca ister istemez oranın güzellikleriyle ilgili tweet yazıyorsun, kendini tutamıyorsun. Güzel şeyler bunlar, hep çağırsınlar, Amerika’ya filan da çağırsınlar, olmadı uzaya fırlatsınlar beni. Tweet’lerinize reklam verildiği ve para ödendiği durumlardan da bahsediliyor. Hatta ciddi paralardan. Nedir ve nasıldır işin aslı? Evet son bir yıldır böyle bir durum var. Ben başta karşı çıktım, reklam teklifleri epey geldi ama almadım. Çünkü reklamın veriliş şekli hoşuma gitmedi, direkt marka odaklı tivit yazmak “şu markanın cipsini yedim ağzımdan salyalar aktı” filan yazmak hoşuma gitmedi. Ama sonra baktım reklam verme şekli değişti. Ajanslar yöntem değiştirdi, insanları rahatsız etmeyen reklam şekilleri buldular. Zaten benden başka reklam almayan da pek kalmadı, alanlara neden alıyorsun diyen de kalmadı. Ben de “tamam lan, artık az da olsa haftada 12 tweet’lik reklam alayım” dedim. Şimdi de kimse reklam vermiyor, kaldım ortada. Basın gezisi için Çeşme’ye çağrıldım, sen de oradaydın, yedik içtik gezdik ama çağırsınlar her yere, gezmek güzeldir. Dediğim gibi çok enteresan şekilde bir beklenti olmadı, “ulan yedin içtin eğlendin reklamımızı yapsana, tweet yazsana!” diyen olmadı. Bu çok hoşuma gitti, ben de içimden geldiğince yazdım. Twitter özgürlük demek bir yandan, eğer bir şekilde mesaj ve reklam kaygılı bir twett attıktan sonra işin samimiyetini kaybettiğinizi düşünüyor musunuz? Reklamlı tweet’i de az ve öz yazmak lazım. Olaya çok ticari baktığınız zaman samimiyetten eser kalmaz. Benim için twitter’ın bana verdiği haz, buradaki samimiyet her türlü paradan değerli. Ama bana beş milyon dolar verseler yemişim twitter’ı da samimiyeti de afedersin. Reklam kokan tweet’ler Herkesin bir twitter hesabı olabilir, herkes tweet atabilir ama bazılarının attığı tweet’ler para olarak geri dönüyor. Hem bunun için “tanınmış”, “ünlü” olmanız da gerekmiyor. Twitter'daki takipçi sayınız ve sizi izleyenlerin profilinin markaları tatmin etmesi yeterli. Bir tweet için 500 TL alan da var, 2 bin TL alan da. İ S osyal medya büyük isimler için bu bir arztalep markaların istilasına uğradı. meselesi. Durumu fark eden Özellikle twitter onların iletişim ajansları da kolları sıvadı, ağızlarını sulandırıyor. Bir tweet pek çok basın davetine, partiye, başına teklif edilen büyük paralar tadımlara, atölye çalışmasına, markalar için de, on binlerce galaya twitter fenomenlerini davet takipçili twitter kullanıcıları için de ediyorlar. Ben de hikâyenin çok cazip. Bir tweet başına yani büyüklüğünü bir basın gezisinde ALİ DENİZ “140” harf karşılığı aldıkları paralar fark ettim. Twitter’daki takipçi USLU hakkında kimse net konuşmuyor profillerine ve takipçi sayılarına ama varlığı da şüphe götürmez. göre seçilmiş isimlerle birlikteydim. Takipçi sayısına göre bir tweet için 500 TL Onlar gözlemlerini, hissettiklerini an ve an de alan var, 2 bin TL de. Üst sınırı bilen yok, sosyal medyaya geçiyorlardı. Tabii onlardan çünkü bu gizli bir anlaşma. Herkes işini da beklenen buydu. Gayet ciddi olarak yapıyor. Pek çoğumuz farkında olmadan bir çalışanlar da vardı aralarında, işi eğlenceye dünya yaratılmış durumda. İşin içindeki vuranlar da. Desen: Berkcan Okar Daha çok insana ulaşıyor ve ucuz üray Gürsel’in twitter’da 35 bin takipçisi var, tabii onu sosyal medyada “Burusvilis” ismiyle tanımanız muhtemel. Twitter şöhreti olma hikâyesini anlatıyor: “Nasıl bu kadar takipçim oldu ben de tam bilmiyorum. Bir şey yazdım, Şebnem Bozoklu ve Rahşan Gülşan retweet etti (yani takipçileriyle paylaştı) ve sonra insanlar giderek arttı. Yazma ihtiyacı hisseden insanın bir şekilde bir mecra bulup mutlaka yazacağına inanırım. Bizimki sağlıklı bir birliktelik oldu twitter ile. Takipçi sayımın artmasından çok telefondan twitter'a girebildikten sonra mesaim arttı. Sosyal medyada bir güç olduğumu henüz çok anlamadım. Basın gezilerine çağrılıyoruz ama gazetecilik okumuş veya yıllardır bu işe mesai harcamış insanlarla bir tutmuyorum kendimi. Etimizin sütümüzün cazibesi bu biraz. Reklam hadisesine gelirsek; yazı, görsellik ve popülarite varsa, reklam vardır orada. Bunu yadırgamamak lazım. Kimseyi salak yerine koymadan yapıldığında karşı değilim. PR ajanslarından basın bültenleri alıyorum elbette ama işte orada Müşteri twitter ünlüsünü istiyor Medya Direktörü Özlem Demirkıran (bkz. Banu K. Zeytinoğlu İletişim) “Twitter fenomenleri dediğimiz kitleye davetlerimizi ciddi bir kitleye ulaşabildikleri ve bu kitle üzerinde etkili olabildiklerini anladığımız an yapmaya başladık. Film ve oyun galalarına, basın gösterimlerine katılan ve olay anından canlı bir şekilde tweet atan twitter ünlüleri sayesinde, onları takip eden kitle etkinliği merak eder hale geliyor, ‘X gittiyse kesin güzeldir ben de görmeliyim veya ben de görüp tweet atmalıyım’ diye düşünüyorlar. Twitter ünlülerini basın gezileri veya galalara davet ettiğimizde, kendilerine basın mensubu olarak yaklaşıyor, basın kiti veriyor ve tweet atmaları beklentisi içinde oluyoruz doğal olarak. Twitter ünlülerine bülten ve davetiye gönderdiğimizde, neden kendilerine bunları gönderdiğimiz konusunda bir soru soran olmadı. Sadece bir kere, basın gezisi için davetiye gönderdiğimizde, ‘Talebiniz ve beklentiniz nedir?’ cevabını aldık. Büyük markaların tweet başına astronomik rakamlar teklif ettikleri söylentilerini duymuştuk; böyle bir cevabı alınca, bizden kurumsal olarak bir teklif göndermemizi istediklerini tahmin ettik ancak cevap olarak, gayet masum bir şekilde, ‘Sizi ağırlamak istiyor ve twitter üzerinden katkıda bulunmanızı bekliyoruz’ cevabını verdik. Twitter ünlülerinin bazıları bir basın gezisine davet edildiklerinde bunun bir sorumluluk olduğunun, geniş kitlelere ulaştıklarının farkında değiller. Attıkları tweet’leri eğlence olarak görebiliyorlar. Bu konuda gazeteci ve televizyonculardan ayrılıyorlar, çünkü her an ellerindeki akıllı telefonlarla tweet atma şansları var. Çoğu zaman müşteri de twitter ünlülerinin galalarına veya etkinliklerine gelmelerini bizlerden talep ediyor.” G gazetecilerden farkımız ortaya çıkıyor, zira etkinlik seçiyoruz, gazetecinin pek böyle bir şansı yok. Yatırımcılar sosyal medyanın gücünü keşfetti, oldukça uzun bir süre daha gider bu. Gazete ilanının dörtte biri fiyatına dört kat fazla insana ulaşmak reklam verenler için cazip, değil mi? ‘Mesaj ve reklam kaygılı bir twett attıktan sonra nasıl hissediyorsun?’ dersen. Bu, ozon tabakasını düşünüp parfüm kullanmamak, ama kötü kokmak da istememek gibi bir paradoks. Parfümü sıkıyorsun sonuçta. Bana destek olan markayı yazıyorum witter’da bir fenomen daha; “Çizenbayan”. Gerçek ismi Elif Tanverdi onun Twitter macerası da tesadüf eseri başlamış, şimdi 45 bin takipçisi var ve en çok talep gören isimler arasında. İşte onun hikâyesi: “2009 ilkbahar aylarında mimari proje için sabahladığım gecelerde deşarj olmak için kullanmaya başladım twitter’ı. O yaz havuz başında elimde telefonum kitap okur gibi tweet okuduğumu hatırlıyorum. İnsanlar internette yazdıklarıyla tanınıp kitap çıkarmaya başlamıştı. Aslında takipçi sayım daha azken deşarj alanıydı twitter. Takipçi sayısı arttıkça otosansür uygulamaya başladım. Takipçi T sayımı ciddiye almazken Van depremi döneminde sosyal medyanın bir güç olabildiğini idrak ettim. 2011’in başında davetler ufak ufak başladı. 2011 yazında reklam teklifleriyle beraber davetler de artmaya başladı. Twitter’dan reklam yapılmasına karşıyım ve uzunca bir süre uzak durdum. “Basın” adı altında bir yerlere çağrılmak ise enteresan bir duygu. Kendimi basın olarak görmüyorum ama bir yandan da twitter’a ya da blog’a yazdıklarınız aslında birer ‘köşe yazısı’. Geleneksel medyada çalışan basın mensuplarından bizim bu gezilerdeki varlığımızı kavrayamayanlar oluyor. Yeni ve bilinmedik sosyal medya endişelendiriyor belki de geleneksel medyayı. İçinde marka isminin bile geçmediği gündem oluşturmaya yönelik tweet’ler atılıyor şu an ben ve benim gibi arkadaşlar tarafından. Öyle bir algı oluştu ki, asla para almadığım halde çok sevdiğim bir ürünle ilgili twitter’da asla yazamaz oldum, reklam alıyor derler diye. Bunun dışında sponsor gibi durumlar olduğunda marka ismini telaffuz etmekten çekinmiyorum. Marka bana destek olmuşsa ben de bunu yazıyorum. Eşten dosttan ‘ya şunu retweet etsene, şunu yazsana’ gibi istekler geliyor. Tüm bunları yaparsam zaten sayfam ilan tahtasına döner.” M ZÜLAL KALKANDELEN www.zulalkalkandelen.com / [email protected] C M Y B C MY B Popüler olanı eleştirmek adonna‘nın İstanbul şovu hakkında Cumhuriyet’in Kültür sayfasında yayımlanan yazımdan sonra aldığım hakaret ve küfürleri bir araya getirsem bir ibret broşürü olur. Şovu olumsuz yönde eleştirdiğim için sosyal medyada bir linç kampanyasına maruz kaldım. Aslında bu ilk kez başıma gelmiyor. U2 ile ilgili bir yazımdan sonra da benzerini yaşamıştım. Eurovision şarkı yarışmasını eleştirince ve herkesin öfkelendiği Morrissey’yi savununca da oldu aynısı. Marksizm hakkında ne zaman yazsam, hakaret dolu epostalar geliyor. Uğradığım saldırıların en ağırı ise, İslam ülkelerinde kadının durumunu anlattığım yazı dizimden sonra aldığım “Senin işin bitti” türünden tehditlerdi... Hepsi üzerinde tek tek ayrıntısıyla düşündüm. Siyaset yazılarıma gelen tepkileri daha kolay anlayabiliyorum. Ülkenin içinde bulunduğu gerginliğin de etkisi var bunda. Siyaset doğası gereği her zaman ateşli tartışmaların yapıldığı bir alandır; karşı tarafa hakaret ya da küfür edilmediği sürece sert de olabilir bu tartışmalar. Ancak ne zaman ana akım bir müzisyeni eleştirsem, çeşitli kesimlerden gelen tepkileri anlamakta zorlanıyorum. Çünkü The Critic as benim eleştiriye yaklaşımım, Oscar Wilde’ın “T Artist” başlıklı denemesinde Gilbert karakteri aracılığıyla açıkladığı görüşlerle bir ölçüde örtüşüyor. (Bu noktada Wilde’ın “iyi bir eleştirmenin yaratıcı bir sanatçıdan değerli olduğu” görüşüne katılmadığımı da altını çizerek belirtmem gerekir.) Wilde’ın söylediği gibi, eleştirmenin görevi kendi izlenimlerini aktarmaktır. Onları deneyimi, bilgisi, beklentileri doğrultusunda kaleme alacaktır. Müziğin, resmin, sinemanın vb. farklı sanat dallarının her insan üzerinde bıraktığı etki farklıdır; sanat izleyicisinin beklentileri de çoğu zaman tamamen aynı değildir. Konuya bu yaklaşımla bakılırsa, bir eleştiri yazısı ile farklı düşünebilirsiniz ama o yazara “Nasıl böyle düşünüyorsun? Demek ki o müziği / eseri / sanatçıyı seveni aşağılıyorsun. Sen elitistsin!” dediğiniz anda mantığı devre dışı bırakmış olursunuz. Eleştirmenin görevi, çoğunluk tarafından beğenilen her şeyi alkışlamak değildir; onun görevi, konuya değer katabilecek bir bakış açısıyla yaklaşmaktır. Bunu yaptığında insanları aşağılamış olmaz. Türkiye, ne yazık ki hiçbir alanda eleştiri kültürünün gelişmediği bir ülke. Ne zaman çoğunluğun beğendiği bir olay / kişi / düşünce karşısında olumsuz bir görüş belirtseniz, hemen linç gündeme geliyor. Sosyal medyanın hayatımızda önemli bir yer edinmesiyle bu toplumsal hastalık daha da yaygınlaştı. Eleştirmenin eleştirilmesi de mümkün ve doğal ama hakaret ve küfür gündeme gelirse işin tadı kaçıyor. Oysa kültür ve sanat, bizleri futbol ve siyaset dünyasındaki bu sığ ve fanatik tartışmaların ötesine taşıyarak, toplumda farklı fikirleri tartışabilme olanağını vermeli; nefes aldığımız alanlar olmalı. Türkiye, kendisininkinden farklı olan her düşünceyi yok etmeye eğilimli insanlardan mı oluşacak? Bu şekilde birlikte yaşama olanağı var mıdır? Sanat estetiği konusunda tektipleşme beklenebilir mi? Çoğunluğun beğendiği eleştirilemez mi? Eleştirilebilirse, neden o eleştiriyi yapan “elitist” damgası yer? Nasıl siyasi iktidarların icraatlarını eleştirmek muhalefetin hakkıysa, nasıl muhalefet partileri olmadan demokrasi olmazsa, sanat konusunda da böyledir bu. Elbette siyasetteki ideolojiler gibi aklar ve karalar yoktur sanatta ama yeni düşünceler her zaman yeni ufuklar açar; sanat bütün devinimini bu canlı ortamdan alır. Türkiye’de özgürce ve uygarca tartışılabilecek günlere duyduğum özlemle...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle