26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 3 HAZİRAN 2012 / SAYI 1367 Özlem Denizmen ekonomi tavsiyelerini bir kitapta topladı... Benim davam parayı yönetmek... ürkiye’deki rock ve heavy metal müziğin en köklü gruplarından Pentagram, uzun bir aradan sonra döndü. 25. yaşını kutlayan grup; Hakan Utangaç (gitar), Metin Türkcan (gitar), Tarkan Gözübüyük (bas gitar), Cenk Ünnü (davul) ve güçlü vokaliyle gruba yeni bir nefes veren Gökalp Ergen ile birlikte yeni albümleri “MMXII (2012)”i yayımladı. Zaten Pentagram geçmişte, gelecekte ve en önemlisi şimdide yaşayan bir heavy metal grubu. Müziğe verdikleri arayı “koşulların getirdiği kısa bir mola” olarak tarif eden Pentagram üyeleri, “Biz değişmedik, geliştik ve sahneyi çok özledik” diyor. Onlara göre, rock müzik muhalif söylemini kaybederek yayılıyor. Ama onlar tarzlarından taviz vermeden yola devam etmeye kararlılar. Pentagram 90’lı yılların en özel gruplarından. Sony Music kataloğunda yer alan; Pentagram (1990), Trail Blazer (1992), Anatolia (1997), Unspoken (2001) ve Bir (2002) olmak üzere beş stüdyo albümünün yanı sıra, kuruluşunun 10. ve 20. yıl dönümlerinde yayımladığı iki konser video / albümü bulunuyor. O günlere özlem duyanlar için Pentagram'ın dönüşü bir zaman yolculuğu gibi. Prodüktörlüğünü Pentagram’ın üstlendigi “MMXII” albümünde söz ve bestesi gruba ait “Sand”, “Now and Nevermore”, “Geçmişin Yükü”, “Beyond Insanity”, “Doğmadan Önce”, “Wasteland”, “It’s Dawn Again”, “Disturbing The Peace”, “Uzakta, “Apokalips” isimli on şarkı var. Albümün hissiyatı ve omurgasını grubun geleneksel tarzı oluşturuyor. Hatırlarsanız çok önemli bir kırılma yaşadı Pentagram; grubun vokali Murat İlkan talihsiz bir rahatsızlık T Pentagram 25. yaşında yine sahnede ALİ DENİZ USLU sonucu müziği bıraktı ve yerine Gökalp Ergen geldi. Neyse ki kan tuttu ve Pentagram kendine en yakın haliyle yoluna devam ediyor. Zaten grubun tarihinde pek çok oyuncu değişikliği var. Bu anlamda Ogün Sanlısoy’a ve Demir Demirkan’a bir selam vermeden geçmek olmaz. Pentagram önceki albümlerinde olduğu gibi bu albümde de yaşadığımız dönemin duygusunu metaforlarla anlatırken dinleyiciyi Anadolu tınılarıyla uzaklara götürüyor. Zaten çeyrek yüzyıllık tarihlerinde yaşadıkları gitgeller onları besliyor. Anlatıyorlar: “Hem farklı tarzlarda müzik yapmak hem değişik projelerde çalışmak müzikal ufkumuzu genişletti. Biz zaten bunu doksanlarda da yapıyorduk. Değişik projelerde çalışmak bize nefes almak şansı veriyor. Hatta kafamızı dinlemek adına iyi kaçamaklar bunlar. Zaten sanki hiç ara vermemiş gibi kaldığımız yerden devam ediyoruz. 25 yıl önceki heyecanımızla bu yoldayız. 25 yıl öncesinde gibiyiz, bu bir zaman yolculuğu bizim için. Zaten müzik başlayınca her şeyi unutup kendimizi Pentagram’a teslim ediyoruz.” Rock müziğin temelinde haksızlığa, savaşa, adaletsizliğe, geri kafalılığa karşı duranların ortak seslerini yükseltme isteği yatar. Ama rock müziğin dağıtım kanalları ve yayılım süresi arttıkça da herkes bir dalgalanma yaşıyor. Bu cümleleri Pentagram yıllar önce de söylüyordu ama değişen bir şey olmadı. Onlar ise kendilerinden taviz vermeden bu yola çıktılar, öyle de devam ediyorlar. O yüzden şimdiki muhalif gençlerin ve 90’ları özlemle ananlar için Pentagram sıkı bir yoldaş. Yeni albümde bu topraklardan çıkan gerçek bir heavy metal grubunu tecrübe etmek için iyi bir fırsat... DENİZ ÜLKÜTEKİN zlem Denizmen, yıllardır televizyonda verdiği tavsiyelerle kişisel ekonomi danışmanlığı alanında Güzin Abla statüsüne yükseldi çoktan. Şimdi tüm tavsiyelerini “Cebinizde Mucizeler Yaratın” isimli kitapta topladı. Türkiye’yi finansal açıdan okuryazar yapmak olarak tanımlıyor davasını. Devamlı paradan bahsediyor, bunun da ayıp olmaması gerektiğini söylüyor. “Ne korkalım, ne küçümseyelim, yeter ki yönetelim şu keratayı” diyor. Cebinizde Mucizeler Yaratın biraz iddialı bir başlık değil mi? Önce kazancı neden istediğine karar vermek lazım. Para istenmek için istenmez. Dört vagonlu bir trene benzetiyorum, yakıtımız da para. Tren bizim hayatımız ama nereye gidiyoruz? Herkesin dönüp kendine sorması gerekiyor. Evet çok iddialı bir isim ama ben de çok iddialıyım. Kitaptakileri uygularsan çok başarılı olursun. Temel prensipler nedir? Birinci olarak hedef koymak geliyor. Ne yapmak istiyorum. Hedefleri seçtikten sonra bütçe planı ve birikim yapmak lazım. Borçlar doğru yönetilmeli ve yatırım yapılmalı. Anne ve babalarımızın her ay sonu yaptığı gelirgider planlaması gibi mi? O çok önemli, aylık olarak bütçe yapılmalı. Aslında senelik yapılmalı da, henüz aylık olarak yapılmadığı için onu zorlamıyorum. Senelik giderler var, spor kulübü üyeliği, ev vergisi gibi. Bunlar bütçeyi çok etkiliyor. Size sık sık insanlardan bütçeleriyle ilgili sorular geliyor. Bunlara bakarak Türkiye için müsrif ya da tutumlu diyebilir misiniz? Biraz kişisel, aile görgüsüne bağlı bir şey. Genel anlamda özellikle yeni jenerasyon biraz daha müsrif. Sebebi de çok basit. Eskiden borçlanma diye bir şey yoktu. Bin lira alıyordun, bin lira harcıyordun. Şimdi cebe bile gelen “krediniz çıktı” mesajları var. Sen de diyorsun ki, “demek ben bu kadar zenginim.” Pazarlamacılar da akıllandı. Her yerde karşına çıkıyor reklam. Biri parayı veriyor, öbürü “satın al” diyor, sen de “alayım bari” diyorsun. Ne pazarlamacıyı, ne bankayı suçlayacaksın. Herkes işini yapıyor. Senin işin de parayı doğru yönetmek. Ö ATAOL BEHRAMOĞLU Eurovision “Eurovision Şarkı Yarışması” 1956’da başlamış. 7 ülkenin katılımıyla İsviçre’de yapılan bu ilk yarışmayı kazanan da “Refrain” (“uzak dur, kendini koru vb.”) adlı Fransızca şarkıyla ev sahibi İsviçre olmuş… 1924 doğumlu İsviçreli şarkıcı Lys Assia hayatta ve 88 yaşında… İnternette bu ilk yarışmaya ilişkin herhangi bir video kaydı bulunmadığı yazılıysa da, Lys Assia’nın kalabalık bir orkestra ve beş kişilik bir koro eşliğinde söylediği romantik şarkının siyah beyaz videosunu yine internette izleyebiliyorsunuz… (“Bizi yaralayan aşktan uzak dur”mayı öğütleyen pek güzel bir şarkı…) Lys Assia’nın izini sürmekten kendimi alamadım… 1950’li yılların yarı dekolte, siyah, zarif sahne kıyafeti içindeki bu güzel genç kadını (doğum adı Rosa Mina Schärer) sonraki iki yılda da Eurovision yarışmalarında İsviçre’yi temsil etmiş. 1958’de seslendirdiği “Giorgio” adlı şarkıyla da Eurovision ikinciliği var. *** 1956’dan bugünlere Eurovision şarkılarının dökümü, toplumsal değişimlerin de kuşkusuz ki bir aynası olacaktır. Merak edip “Giorgio”nun videosunu da izledim… Bu kez İtalyanca, yine orkestra eşliğinde, fakat korosuz, eğlenceli bir parça… Lys Assia’nın bir onur konuğu olarak 2012 Eurovision yarışması için Baku’ya geldiğini de bu arada öğrendim… *** Geçen yılın Eurovision yarışmasını hakkıyla kazanan Azerbaycanlı EldarNigar çiftinin başarısına sevinmiştim. Anımsadığımca güzel bir şarkıydı ve aklımda nedense Azerice bir şarkı olduğu kalmış. Şimdi araştırırken İngilizce olduğunu gördüm. Bu yıl izlemediğim, nedense merak da etmediğim 2012’nin dökümüne baktığımda, şarkıların pek çoğunun, bir kaçı dışında neredeyse hemen hepsinin İngilizce olduğunu şaşırarak gördüm. Ben aralarında bizi temsil eden şarkının da bulunduğu sadece birkaç şarkının İngilizce olduğunu sanıyordum. Üşenmeyip saydım… 37 katılımcı ülkeden yaklaşık on tanesi dışında geri kalan hepsinin şarkısı İngilizce … Aslında bu da bir inceleme konusu. İngilizce şarkı sayısı yıllara göre acaba nasıl bir ivme gösteriyor? *** Şimdi beni ilgilendiren asıl konuya geliyorum… Bir ülkede konuşulan dilde söylenmeyen bir şarkı (güftesi olan bir müzik parçası), o ülkeyi ne kadar temsil edebilir? Sözgelimi Karadağlının, İzlandalının, Letonyalının, Rusun İngilizce şarkısından bana ne? Diyeceksiniz ki ezgiler de sözler de zaten anonimleşmiş, tıpkı internet yazışmaları gibi birbirine benzemiş, burada dilin ne önemi var? Bu durumda kuşkusuz haklı olursunuz… Fakat o zaman da şu soruyu sorma hakkı doğar: Eğer ezgiler ve sözler birbirinin benzeri olmuşsa, onlarda bir ülkenin, bir halkın ruhu, bir dilin özgün tadı yoksa, Eurovision Şarkı Yarışması’nın ne anlamı var? *** Bu satırların yazarını, 1950’lerdeki ergen delikanlılığının duyarlığında, o yılların romantizminde kalmış olarak görebilirsiniz… İtiraz etmem… Fakat yine de uluslararası bir şarkı yarışmasında, gönlüm ezgilerin de sözlerin de bir ülkenin ruhundan izler taşımasını arzu eder… Güzel Türkçemizin sözcüklerinin, tınılarının, ünlü ve ünsüz uyumlarının, bu fırsatla milyonların kulağına ve ruhuna ulaşmasını isterim… [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr Ekonominin Güzin Ablası Özlem Denizmen, “Cebinizde Mucizeler Yaratın” diyor. Kitabı parayı yönetmekle alakalı ama bir yandan da hayatla ilgili tüm temel soruları kendinize sormanızı istiyor. İnsanların müsrifliğinde lüks harcaması ve özenti de rol oynuyor. Çok önemli bir konu. Birisi gibi olma isteği insanı madden, manen yoruyor. Birisi gelip diyor ki, “Özlem Hanım çok harcıyorum, bilmiyorum neden?” Ben de diyorum ki “özüne inelim, korkacak bir şey yok.” Nedenini bilmezsen hep borçlanırsın. Kendimizi de suçlamayalım ama değişelim. Lüks ve ihtiyaç arasındaki sınır da bulanıklaşıyor sanki. Ne yaptığına bağlı. Mesela gazeteci için cep telefonu bir ihtiyaç. Ama bir kadın da çok alışveriş yapmasını iş gerekçelerine bağlayabilir. O zaman o kendini kandırıyor. Samimiyet benim birinci kuralım. Sen samimi olursan içindeki ses sana doğruyu söyler. “Yedinci ayakkabıya ihtiyacın yok” diyor. Ben de şimdi bir seyahate gidiyorum. Evden çıkarken dolaba baktım. Artık orada gördüğüm şeyleri almama gerek var mı? Neye ihtiyacım varsa onu alırım. Bir de kıyafet diyetiniz varmış. Kendinizi ayda altı kıyafetle sınırlıyorsunuz. Evet meşhur diyetim. Nasıl rahat ediyorum biliyor musun. Bir kere yaptım onu, şu an uygulamıyorum ama çok rahat uygulayabilirim. Seyahate gittim yurtdışına, yanıma sadece altı parça kıyafet aldım. Rahatsızlık sadece kişinin kafasında. Halbuki ne giydiğin, insanların umurunda değil. Özellikle gençler için arkadaşları çok önemli. Devamlı harcayan arkadaşın varsa sen de harcıyorsun. Ama ekonomik kriz zamanlarında insanlar harcamaya yönlendirilir. Harcasınlar zaten, benim harcamakla ilgili bir sorunum yok. Yeter ki bütçeye göre harcansın. Param var diye onuncu ayakkabımı almam, mesleğim gereğiyse tamam. Değilse bir zaman sonra insanı tatmin etmeyen isteklere dönüşüyor. Ev içindeki tasarruflara gelirsek... Ona da para avı diyorum. Evdeki enerji faturasını yüzde elli azaltmak mümkün. Isınma, buzdolabı, saç kurutma makinesi gibi şeylere dikkat ederek. İstek mi ihtiyaç mı en temel mesele bu. Bir şeyi yapabilir olmak, onu yapman gerekiyor anlamına gelmiyor. Milyonerler nasıl zengin oluyor? Onlar da böyle. [email protected] Bir el alıyorsa diğeri vermeli Çevrenizde hiç “yeter artık bu kadar hesap” diyen oluyor mu? Bazen oluyor, anlamıyorlar. Neden o elbiseyi almadın, çok beğenmiştin diyorlar. İhtiyacım yok ki. Elbiseyi alacağım da, yarın için param olması lazım. Bir de elbise almak yerine yardım edebileceğim biri var mı? Onu da düşünmeliyim. Türkiye’nin ekonomik sıkıntılarda sosyal patlama yaşamaması akrabalık ilişkileri ve paylaşımın güçlü olmasına bağlanır. Katılıyorum. Krizlerde otobüslerin altlarında köyden şehre yemekler gelir. Dolayısıyla paylaşmak çok önemli. Bir el alıyorsa diğeri vermeli. Paylaşmak var ama çok harcama olunca paylaşacak para kalmıyor. Genç kuşak krediye meyilli Kredi harcamalarına bakınca büyük problemler var mı? Küçük bir kesim var. Kredi kartlarında rakamlar çok küçük. Bankalar arası Kart Merkezi tüm finansal ve sosyal kurumlarla ortak çalışıyor. Ancak sorun yaşamaya meyilli bir kesim de var. Onları bilinçlendirmek gerekiyor. Kredi alabilirsiniz ama değeri artacak şeyler için borçlanmak lazım. Ev almak için borçlanıyorsun, sonunda kapı gibi ev duruyor karşında. Kredi kartımla sorunum var diyelim, peki kredi kartı ehliyetin var mı? Ben kredi kartı polisiyimdir. Ne gerekiyor? Kaç kartın var; yedi taneye gerek yok, iki tane yeter. Hangisi uygun, banka ne diyor, limit yazılı değil, git limiti değiştir. Bunları uygularsan her şeyi hallettin demektir. Parayı konuşun da rahatlasın.... Türkiye ekonomisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kuvvetli ama kırılgan. Birisinin kasları vardır kuvvetlidir ama üşütüp hasta olabilir her an. Şimdi de bayağı bir cereyan var ortalıkta. Çok açılmamamız gerek. Daha ihracata ve üretime, tasarrufa dönük olmalıyız. Hızlı büyüyoruz, Avrupa’da büyüme yok ama onların modeli daha doğru. Devamlı para hakkında konuşuyorsunuz, oysa kültürümüzde para hakkında konuşmak ayıplanır. Hiç çekinceniz olmuş muydu? Ben onu yıkmaya çalışıyorum. Nasıl masadan, çaydan konuşuyorsam paradan da konuşabilmeliyim. Parayı büyüttükçe, kâbusa dönüşüyor. Twitter’da da “bacım paradan başka bir şey bilmiyor musun” demişler. Ben orada kendi özel hayatımdan bir şey paylaşmıyorum ki, insanların para sorunlarını çözmeye çalışıyorum. Ben bir dava insanıyım; davam da finansal okuryazarlık. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle