16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 25 MART 2012 / SAYI 1357 Heykelin karanlık cazibesi İstanbul’da üzleri, elleri kasılmış, acının, vahşetin, karanlığın, suçluluğun, bazen de suçun cazibesiyle... İtalyan heykeltıraş Federino Severino’nun fikrinden ve ellerinden döküldükleri formu, bedenlerini zorluyor. Konuldukları mekânı dönüştürüyor. İzleyiciyi içindeki kötücül yanla yüzleşmeye, hesaplaşmaya çağırıyorlar. Sanatsal çalışmaları eleştirmenler ve ulusal medya tarafından sıkıca takip edilen bir heykeltıraş Federico Severino. Birçok özel koleksiyonda eserleri bulunuyor. Brescia meydanı ve parkı, S. Paolo di Brescia, Valle Canonica ve Basso Semino bankaları, SS. Pietro e Paolo, Santa Casa di Nazareth, Verolavecchia , Dorotee da Cemmo, Rosario, Calvisano ve S.Antonio Abate kiliseleri... Bresicia Katedrali’ndeki sandalye ve Padergnone Kilisesi’nin kapısı da onun. Yüzyıllara meydan okumuş Panteon için de bir alter yapmış. Severino’nun eserlerini 15 Nisan’a kadar Arnavutköy’deki Galeri Selvin’de görebilirsiniz. Ama önce onu dinleyin... Heykelle ilişkiniz nasıl, ne zaman başladı? Çocukluğumdan beri malzemeyle oynamayı çok severdim. Küçük askerler, Fotoğraf: VEDAT ARIK Y objeler yapardım kendime. Geldiğim yerde, ailemde ve hatta okullarda sanat eğitimi çok onaylanmayan bir şeydi. Dolayısıyla geleneksel bir eğitim aldım. Hatta ailem tarafından tıp okumaya zorladım. İlk yılda bıraktım, çok mutsuzdum. Felsefe eğitimine başladım. Felsefenin de en büyük sorusu, ben kimim ve ne yapıyorum’dur. Bu soruyu kendime sordum ve heykel yaptığımı fark ettim. Sonunda yine baştan beri yapmak istediğim ve yaptığım şeye döndüm; heykele. Hiç sanat eğitimi almadım. Neden heykel? Dokunma ihtiyacım vardı. Neredeyse fizyolojik bir ihtiyaçtı heykel yapmak benim için. Heykel benim için kendimi, kendi görüşümü, dilimi, düşüncemi, öğretilmiş olanın dışında hissettiğimi de dışa vurabilen bir araç. Üretim süreci nasıl işliyor sizin için; kafanızda bitmiş bir şeyi mi heykele döküyorsunuz yoksa malzemenin önüne geçtiğinizde mi belli oluyor form? Heykel yapayım düşüncesiyle değil de bir şeyleri okurken gelir ilham. Ben heykellerimi yaparken hiçbir zaman model kullanmam. Her zaman ilk önce bir fikirden yola çıkarım, sonra Federico Severino, İtalyan bir heykeltıraş. Onun için heykel konuşmanın en güzel yolu. Bu dille en çok, insanlığın karanlığını ve kötülüğünü anlatmayı seviyor Severino. Çünkü bu tam da hayatın kendisi. Cesaretinizi toplayın ve 15 Nisan’a kadar Galeri Selvin’e gidip içinizdekilerle yüzleşin... da elim beni yönlendirir. Heykelin dili benim için dilin, kullanılan kelimelerin ötesinde hissedilen, davranışın ve algının dışında kalan kısmı da ifade edebilen bir metadil'dir. Oysa çağdaş sanat formu, malzemeleri başkalaştırdı, dönüştürdü. Heykel geleneksel sanatın kendini en iyi koruyabilen öğelerinden biriydi. Figüratif sanatın sadece beden ve hareket, figürle sınırlı olduğu, çağdaş sanatın çok daha kuramsal, dil ve farklı okumalara açık olduğu düşünülür. Bence bu doğru değil. Figürlerin de, bedenin de bir düşüncenin sınırı olarak tanımlandığını ve düşüncenin bedeni ve figüratif sanatı işlendiğini düşündüğümüz konuları yönlendirdiğini düşünürsek aslında seçmek büyük bir risk. Neden göze aynı şeyi yapıyorlar. Heykel kendi alıyorsunuz bu riski? içinde sınırlı, kapalı bir araç değil. Evet, bunun bir risk olduğunu Benim yansıtmaya çalıştığım eski farkındayım. Ancak insanlığın bu figüratif formlar değil. Heykellerin temaları birçok kere tekrar hepsinde bir bilinç, melankoli, etmesinin bir sebebi var, kuşkusuz. çelişki, hareketlerde de bir Bunun nedeni sadece dekoratif kırılganlık var. Bu duyguları ESRA veya alışkanlık değil, tesadüf hiç figüratif olarak işliyorum, AÇIKGÖZ değil. Bu konular tekrar tekrar çünkü ben bu formda yaşamak günümüzde farklı hikâyelerde, istiyorum bu hisleri. Şu an bir öğretilerde karşımıza çıkıyor çok sanatta figürü aştıklarını aslında. Çünkü bunlar içimizde her zaman var düşünüyorlar, ancak bu figürler bütün olmuş hisleri anlatıyor. Mesela güzel ve çirkin bu süreç boyunca direnmiş ve Walt Disney’den gündelik hikâyelere kadar her günümüz gerçeğine adapte yerde vardır. Birçok şey farklı sanat dalları olarak hayatta kalmış. olarak kendini manifesto ediyor, ancak Figüratif değişmeyecek, insanlık tarihinden beri heykellerin süregelen konuların işlenmesi çok doğal. kendi bilinci Sizin heykelleriniz sınırları zorluyor. Kasılmış var artık. kaslar... Yüzlerdeki acı, vahşet, suçluluk Modern duygusu... İnsanı içine döndürüyor, içindeki sanatın daha kötücül yana hitap ediyor. Karanlık ve çirkinliği kışkırtıcı, güzellemeyle sunuyor bize. Neden bu müdahale duygular? eden, tepkisel Aslında dünyanın karanlık kısmını bir sanat görmüyorum ben. Dünya kendinin karanlık olduğu kısmını görüyor. Ve bu karanlık içinde düşünce düşünülüyor. tarihi çağdaş görselliği yanlış yerde arıyor. Ancak heykellerim Formlar, düşünceler kendilerini aşıp, sorular çok fazla yaygara yine aynı gündelik gerçeğin dışına çıktıktan yapmasa da aynı sonra kendini yok ediyor. Dolayısıyla insanların saldırganlığı içinde tutuyor. aradıkları ve yaklaştıklarını düşündükleri gerçek Heykelin sesinin çıkmaması doğru değil. Temalarımdaki karanlık kuralları biraz da kendini aşmış göz ardı etme yanılgısına düşmüş olmanın olduğunun bilincinde getirdiği bilinç ve kırılganlıkla tekrarlanıyor. Bu olmasından. Genelde mitolojik melankoli, inanç kaybı değil. Aksine bilinç. Hep konuları forma farklı yerlerden başlayarak aynı noktadan döküyorsunuz. Çoktan geçecek olmamızın bilinci. [email protected] aşıldığını ya da çok Panteon’da bronz heykeller Yüzyıllara meydan okumuş, sanatsal değeri bugün kimse tarafından tartışılmayacak bir yapıda, Panteon’da bronz heykelleriniz yer alıyor. Nasıl gerçekleşti bu? Aslında biraz rastlantısal oldu. Bir altar yapılacakmış, ortak tanıdığımız heykeltraş olarak o altarı yapmaya beni uygun bulmuş. Teklif ettiler. Kabul ettim. Günümüz tüketim çağı, artık herşeyi, haliyle sanatı da hızla tüketiyoruz. Akılda kalmak pek mümkün değil, yüzyıllara dayanmış bir yapıda eserinizin bulunması sizin için ne ifade ediyor? Orada öyle muhteşem, güzel eserler var ki, onların arasında gözükmüyor bile bence (gülüyor). Aslında bu konuda biraz canım sıkkın çünkü altar bitti ancak İtalyan Kültür Bakanlığı'yla kilise arasında bir bürokrasi problemi olduğu için şu anda bir bazilikada. Şimdi Galeri Selvin’de bir serginiz bulunuyor. Türkiye'deki sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’ye geldiğimden beri sanat alanlarını geziyorum, hep bir gelişim, sanata karşı açıklık gördüm. Çok büyük bir tarihi altyapısı var. İtalya sanat anlamında çok zengin, ancak bu değerlere sırtını yasladı, tembelleşti, kendi sanatını korumayı bıraktı, daha Amerikanvari değerlerden etkileniyor. İtalya'da sanat bu anlamda tükeniyor. Türkiye'deyse kendini yırtmaya, ileriye gitmeye çalışan bir hava soludum. BİR başarı Zorunlu emeklilik marka yarattı... sıvadılar. Yörede üretilen zeytin, zeytinyağı, sabun, peynir gibi ürünleri incelemeye başladılar. Yöredeki zeytin ağaçları yeryüzünün en özel topraklarında yetişiyordu ama üretilen zeytinyağının az bir kısmı doğru koşullarda ve yüksek nefasetteydi. İş dünyasını ve işletmeyi iyi bilen çift “Biz neden bir zeytinyağı markası yaratmıyoruz” dedi “Dutlukuyu Doğal Sızma Zeytinyağı” markasını yarattı. Markanın adının ilham kaynağı zeytinlikler içinde yer alan evlerinin bahçesinde bulunan kuyu olmuştu. Şimdilik sadece belirli satış noktalarından ve internet üzerinden satış yapıyorlar. Hedefleri tabii ki Türkiye çapında bir marka olmak. Sloganlarını da zeytin ağacının kutsallığına uygun olarak seçmişler “olea prima arborum omnium est” yani “zeytin tüm ağaçların ilkidir”. (www.dutlukuyu.com) AYŞE YILDIRIM Ben devletim, bayramını da ben söylerim BİR Newroz S ümerler, 21 Mart'a anlam yükleyen en eski halklardan biri olarak bilinir. Bereket tanrısı İnanna’nın her yıl 21 Mart’ta dünyayı yeniden canlandırdığına inanır ve bunun şerefine Akitu (yeniden doğuş) adını verdikleri bir festival düzenlerlerdi. Sümerler gibi Sami kökenli Akadlar bu günü kutlarlardı ama kendi tanrıları Tammuz adına. Hititler ise 21 Mart’ta bereket bekledikleri için Bereket Tanrısı Telepinu adına şenlikler düzenlerlerdi. Efesliler, bitkilerin ve vahşi hayvanların koruyucusu Artemis’e, İyonlar ise mücadeleci bir tanrıça olan Demeter'e adamışlardı 21 Mart'ı. Günümüzde 21 Mart, Mozopotamya’dan Afganistan’a, Kafkasya’dan Mısır’a ve Balkanlar’a dek çok geniş bir coğrafyada kutlansa da bu festivallerin ve şenliklerin hiçbiri Kürtlerin Newroz’a yükledikleri anlamı taşımıyor. Kürtler için Newroz, doğanın canlanmasının dışında direniş, birlik ve mücadele ruhunu da temsil ediyor. Belki o yüzden Kawa adlı bir demircinin zalim hükümdar Dehhak’ı alt etmesini anlatan efsaneyle özdeşleştirilmiştir Newroz. Newroz’un bu Şah İsmail topraklardaki Bedirhanoğlu geçmişi ise neredeyse hep kanlı oldu. Osmanlı döneminde yapılan folklorik kutlamaların ardından en son 1924 yılında Mustafa Kemal’in de katılımıyla Ankara’da resmi olarak kutlandı. Sonra yıllarca görmezden gelindi, ta ki 1990’lı yıllara kadar. Bu kez yasaklar devreye girdi. Bastırılamayınca resmi ideolojinin dili ortaya çıktı: urat ve Selma Aslan, İstanbul’da büyük şirketlerde üst düzey yöneticilik yapıp, ekonomik bilançolarla boğuşurken beklemedikleri bir anda “zorunlu emeklilikle” karşılaşmış bir çift. Aslında bu beklenmedik durum onların hayallerine on yıl önce kavuşmasını sağladı. Çift, çalışırken her yaz tatillerini BurhaniyeAyvalık arasında bulunan Artur’a geçiriyorlardı. Emekli olduklarında da orada yaşamayı düşünüyorlardı. Bu yörede yaşayıp da zeytinle ve zeytinyağıyla ilgilenmemek elbette söz konusu olmaz. Onlar öyle yaptılar. 2007 yılında Burhaniye’de 22 dönümlük bir tarla satın aldılar ve 600 adet yerli yağlık zeytin fidanı diktiler. 2008 yılında emekli olur olmaz soluğu Artur’da aldılar ve kolları M “Bu bayram Türkler tarafından Orta Asya’da altı bin yıl boyunca coşkuyla kutlanmıştır. Türklerin Ergenekon’dan çıkışlarının anısına kutlanır.” Türkçe’de olmadığı gerekçesiyle Newroz’un w harfiyle yazılması yasaklandı, davetiyelere, güvercinlere, lastik yakılmasına, yerel kıyafetlere ve balonlara bile izin verilmedi. Ölümler, yaralamalar, dayaklar, gözaltılar, gerginliklerle geçti. Bu yıl da aynı şey oldu. Yetkili makamlar Newroz ateşinin ne zaman yanacağına kendileri karar vermek istedi ve ortalık savaş alanına döndü. Oysa daha 2010 yılında Kültür Bakanlığı Newroz kutlamalarını bir haftaya yaymamış mıydı? Hadi diyelim Newroz’un geçmişte yok sayılmasına ve “Türk bayramı” olarak kutlanmasına “askeri vesayetin” devleti karar vermişti. Peki şimdi “halk iradesiyle” kurulan hükümet işbaşında değil mi? “İleri demokrasi” devleti, nası olur da yurttaşlarına “bayramınızı ne zaman kutlayacağınızı ben söylerim” diyebilir? Bunun, “bayram kutlanacaksa onu da ben kutlarım” demekten ne farkı var. İşte bütün bunlar olurken Kürt burjuvazisi bu yıl başka bir şey yapmak istedi. Birlikte yaşama duygusunu güçlendirmek ve barışın sesini daha yüksek duyurmak için imparatorluklar başkenti İstanbul’da bir sarayı seçti. Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) öncülüğünde Çırağan Sarayı’nda kutlanan gece maalesef olaylar nedeniyle istenildiği sonucu vermedi. Yine de sembolik olarak Newroz ateşinin yakıldığı, arpist Tara Jaff’ın konseri verdiği geceye birçok yazar, sanatçı ve işadamı katıldı. Yaşananların ne demek olduğunu çok iyi bilen GÜNSİAD Başkanı Şah İsmail Bedirhanoğlu konuşmasında açık açık söylüyordu: “Şiddet yarayı daha fazla derinleştiriyor. Kürt meselesi demokratik bir çözüme kavuşmadan özgür, adil, eşit bir toplumsal düzene ulaşmamız söz konusu değil. Son dönemde yaşananlar bizi endişeye sevkediyor.” Evet bu yıl da gün ve gece, aydınlık ve karanlık eşitlendi ama Newroz ateşiyle bayramını paylaşmak isteyen halklar eşitlenemedi. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle