01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 KASIM 2011 / SAYI 1338 3 Direct’den “Son Ağaç” ALİ DENİZ USLU ADNAN BİNYAZAR D İnsanlar ve yapılar inayetler, kadına işkence, trafik kazaları... Ekranlar kan gölü... Bunları ekrana getirmenin yolu yordamı, ölçüsü, sınırı yok mudur? Kimi izleyicileri kan tutacağını düşünmezler mi onları üst üste gösterenler! RTÜK’ler, kanalların iç denetim sorumluları, bunların, insanı vahşete sürükleyeceğini akıl edemezler mi; ya da çocukların temiz ruhlarını kirletip acıma duygularını körelteceğini, sokakları bir gün kaba ruhlu canavarların dolduracağını?.. Alman TV’leriyle karşılaştırıyorum: Onlar, ayrıntıyı sergilemeyen birkaç fotoğrafla yetiniyorlar. Ekranda öyle muhabirler var ki, sıradan haberleri anlatırken dut yemiş bülbül kesiliyorlar da, sıra ürpertici olaylara gelince, şamatalı sesleriyle kulak patlatıyorlar! Bu ilkellikler, giderek toplumu duyarlık körelmesine uğratıp önü alınmaz eylemlere sürüklemez mi?.. Gördüklerime dayanamayıp kanal değiştirince, olmayacak oluyor; kulağıma düşüncenin sesi çarpıyor. O sesi tanıyalı kırk yılı aştı. Ankara’da 1968 yılında karşılaştığımızda alnına dökülen kuzgun karası saçlarıyla, dilinin estetiği dizelerine yansıyan eski zamanların coşumcu şairlerinden birini görmüşçesine etkilenmiştim. Mimarlıkta Eleştiri adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü’nü aldığında öğrenmiştim mimar olduğunu. Üç yıl kadar önce de Dalaman Havaalanı’nda karşılaşmıştık. Salonun bir başından öbür başına gidip gelirken bir yandan da elindeki deftere bir şeyler yazıyordu. Gençlik saçları nice çizimlerle, insan yüreğinin diliyle yazdığı şiirlerle bilgeliğin ak rengini almıştı. Ekranda, Kuzguncuk’u ilkellik talanından nasıl kurtarıp koruma altına aldıklarını dile getirirken, Türkü’yle, Kürt’üyle, Ermeni’siyle, Rum’uyla, Yahudi’siyle bir araya gelen insancıklar, sanki aynı havayı soluyorlar, Boğaz’ın dalgalarıyla serinliyorlar, güneşin som aydınlığı altında kahvelerini, çaylarını yudumluyorlardı... Şair mi desem, mimarlığını mı öne çıkarsam; kişiliğinin erdemi ak saçlarına vuran bu adam kim mi?.. Cengiz Bektaş! Tarih 23 Ekim 2011, saat 12.37. VanErciş depreminden yalnızca 64 dakika önce, ekrana Cengiz Bektaş’ın ağzından mimarlık bilgisinin abecesi akıyor: “Ahşap evler bizi korurlar, kendileri ölseler bile...” Depremden birkaç gün sonra gazetelerde beton yapılarda kullanılan demirin cadı saçı gibi birbirine karıştığını gösteren fotoğraflar görüyoruz. Aynı günlerde internette de, Amerikan Uluslararası Kurtarma Ekibinin deneyimli şefi Doug Copp’un şu açıklaması dolaşmaya başlıyor: “Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Nedeni basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla devinim kazanır. Ahşap yapı çöktüğünde arada geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Depremde parçalara ayrılan tuğlalar, yaralanmalara yol açsa da, onların arasından, beton bloklardakine göre daha az ezilmiş vücut çıkarılır.” Cengiz Bektaş, Kuzguncuk’un basit yapılarındaki sağlamlığı betimleye dursun, her gün, sivri ucu bulutlara değen gökdelenler dikiliyor büyük kentlerin soluk alıp verdiği alanlarına. Gecikmemeli: Basit yapıların yerini devasa sefertaslarının alması, insanlıksız bir topluma doğru sürüklenişin ilk habercisidir. Çok değil, Van depreminden yalnızca 51 dakika önce, saat tam 12.50’de, Bektaş tanıyı koyuyor: “İnsanoğlu topraktan ne kadar koparsa insanlıktan da o kadar kopar.” Buna, Cato’nun o anda aklıma gelen şu sözünü de ben ekleyeyim: “Ahmaklardır uygarlığı görkemli yapılarda arayanlar!” G [email protected] irect grubu “Rus Kozmonotları” ve “Olympos”un ardından üçüncü albümleri “Son Ağaç”ı yayımlıyor. Albüm ismini, çağımızda artık gerçekleşmesine az kalmış ünlü Kızılderili sözü “Son Ağaç”tan alıyor. Bu sözün bestelendiği “Son Ağaç” parçasında doğa katliamına, buzulların erimesine bir dur denmesi gerektiğini haykıran grup, albümde yer yer sert tınısını, yer yer de alternatifpop yapısını birbiriyle kaynaştırıyor. Grubun kendine özgü kimyasıyla punklaştırdığı 70’lerin plaklarından kopup gelen Arif Sami Toker bestesi Seks ve Fatih Ürek’in Hadi’si de bu albümün coverları. İşte Direct’ten Bilge Kösebalan’ın anlattıkları... Albümün ismi “Son Ağaç”. Nedir hikâyesi? Küresel ısınmakirlenme haberlerini yakından takip ediyorum. Buna karşı yapabileceğim en mantıklı şeyin de müzik olduğunu düşünüyordum. Gayet dinamik bir şekilde grupça kaydettiğimiz bu şarkının, albümün isim anası olması gerektiğini fark ettik biz de. “Birileri durun dedi” parçamız da daha önce Avustralya’da çıkan bir çevre dostu toplamada yer almıştı. Son albümden bu yana uzun zaman geçmiş. Nasıl geçti? Bol bol konser verdik, hem de tüm dünyada. Türkiye’den başladık Kıbrıs, Amerika, Ukrayna ve Almanya'ya kadar uzandık. Henüz albüm çıkmadan yaptığınız coverlar merakla beklenir oldu... Fatih Ürek’ten Hadi ve Seks... Nasıl dahil oldular albüme? Hadi’yi dinleyince bu parçayı yapmalıyız demiştim. Düzenledik ve çok sıkı punk bir hale geldi. Seks de keza nette dolaşan Arif Sami Toker eseri ve duyan kopuyor. Eğleniyoruz çalarken ve “Hadi” zaten dört yıldır konserlerde muhteşem tepki alıyordu. Yine Bukowski kitap isimleri var albümde parça olarak? Evet, ilk albümde de “günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali” vardı. “Kimseler bilemez ne çektiğimi” ve aynı şarkıda “bir tek ben miyim böyle yaşayan” var bu seferde. Sektörde bugüne kadar karşılaştığınız en büyük zorluk nedir? Tek derdimiz gittiğimiz şehirlerde mekân yokluğundan spor salonlarında konser vermek. Bu salonlar ne çalmaya ne de dinlemeye uygun. Gelecekte neler var? Bu sınırlarda kısıtlı kalmamak var. O çıkamayan İngilizce albümün çıkması mesela. Tabii güzel klipler “Son Ağaç” a... G C C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle