Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 23 EK M 2011 / SAYI 1335 Kolumu aldılar, onurumu asla! Elinden alınanlar hiç de az değil. ki yanından iki kolunun sarktığı zamanlarda makine ressamıymış Veli Saçılık. Bir kolu Burdur Cezaevi Operasyonu’nda koparıldığı günden beri tek koluyla idame ettiriyor hayatını, sekiz aylık kızını onunla kucaklıyor. Yine de yakınmıyor, ama adalet istiyor. Onun için hayat her şeye rağmen güzel ve önemli olan eğilip bükülmeden yaşayabilmeyi başarmak. Veli Saçılık: Beni hatırladınız mı? Hikmet Sami Türk: Hatırlayamadım. V.S.: Kolumu koparttınız, nasıl hatırlamazsınız? H.S.T.: Öyle bir şey yok. V.S.: Siz bakanken Burdur Cezaevi’ne düzenlenen operasyonda buldozer kolumu kopardı. Sonra ESRA çöplükte köpekler yerken bulundu. H.S.T.: Olayın benimle ilgisi yok. AÇIKGÖZ Operasyon talimatını Adalet Bakanlığı vermez. V.S.: Size tehlikeli görünüyor muyum? H.S.T.: Hayır, niye? V.S.: Bize “tehlikeli” diye neler yaptılar. Siz hatırlamadınız ama biz televizyonda sizi her gördüğümüzde anıyoruz... Bebeğimi hiç kucağıma alamıyorum. Mecburen boynuma astığım anakucağında taşıyorum... H.S.T.: Operasyonun bizimle ilgisi yok, jandarma yapmıştı, umarım sorumlular cezalandırılmıştır. V.S.: Kimse ceza bile almadı. A HM’e gittim. H.S.T.: nşallah kazanırsınız. V.S.: Siz de bu tabloyu hiç unutmazsınız umarım. O gün eşi ve boynuna astığı anakucağındaki kızıyla gezmeye çıktığında Hikmet Sami Türk’le karşılaşacağı aklının ucundan bile geçmemişti Veli Saçılık’ın. Türk, seçim gezisindeydi. Kendisine doğru bebekli bir çiftin yaklaştığını gördüğünde gülümsedi. Buradan iyi bir seçim pozu çıkabilirdi. Ancak Saçılık’ın lafları suratına çarptıkça, afalladı. Ne o dönüp gidebildi, ne korumalar müdahale edebildi. Peki bu karşısına dikilen adam kimdi? Bırakalım o anlatsın: Ankara’da doğdum, 34 yıl evvel. Makine ressamıydım. Cezaevi hayatından sonra uzun süre işsiz kaldım. KPSS’yi kazandım, şu anda nüfus memuruyum. Evliyim, sekiz aylık bir kızım var. Hayatım kısaca bu... lle de uzatmam gerekiyorsa... lk gözaltına alındığımda 18’imdeydim, 1995’te. Evrensel gazetesi sattığım, bildiri dağıttığım için alındım. Yasadışı örgüte yardım ve yataklıktan tutuklandım, iki buçuk ay yattım, bırakıldım. Dava 1999’da sonuçlandı, üç yıl dokuz ay ceza aldım. Yedi ay Ulucanlar’da kaldım, Burdur Cezaevi’ne sevk edildim. 26 Eylül 1999 Ulucanlar Katliamı’ndan sonra bütün cezaevlerinde devlet banyoya çıkarmıyor, görüşçülere eziyet ediyordu, aramalarda eşyaları talan ediyor, Fotoğraf: NECAT SAVAŞ hastaneye, mahkemeye giderken dayak yiyorduk. Herkeste Ulucanlar’da olan insanlar vardı aramızda, can çekiştiler. Savaş alanı yapılanların bütün cezaevlerinde gerçekleştirileceği gibiydi. Duvarları taradılar. Kadınlar koğuşuna geçtik. öngörüsü vardı. Gözden uzakta olmasından dolayı Burdur’u Dozerle yıktılar... O esnada koptu kolum... Kepçeyi içeri seçtiler. Tabii Erzurum Cezaevi’ndeki sert uygulamalarıyla sokup sağa sola sallayınca... Ölen olmadı şans eseri... nam salmış, Cezaevi Müdürü Katip Özen’in Burdur’a sevk Kolumu itfaiyenin sıktığı suyun içinde molozların, gaz edilmesi de etkili. “ kinci Ulucanlar olayı gerçekleşecek”, bombalarının arasında arayıp buldu arkadaşlarım, yaralıyı diye gazeteler yazdı, ama... Tarih, 5 Temmuz 2000. Sabah alın, diye bağırdılar, ama iki üç saat bekletildim. Hâlâ bana 08.00. Bolu Komando Tugayı’nın tamamı getirilmişti. Can taş atıyorlardı. Hastanede kolum yanımdaydı. Birkaç saat kaybı umurlarında değildi. Bir koğuşu yaktılar, birine su beklettiler, oysa diyecekleri tek şey; mikrocerrahi yok! kinci sıktılar. Bombaların pembesini, morunu, her rengini hastanede de mikrocerrahi olmadığı için işlem yapılamadı. denediler. Gaz bombasıyla bir arkadaşımızın beyni ortaya Hastanede, “Teröristmiş, iyi olmuş” lafları duydum... lkin çıktı... Astım hastası, 96 ölüm orucu yüzünden sağlık sorunu Antalya’ya sevk etseler kurtarılacaktı kolum. Daha sonra kolum bir köpeğin ağzında bulundu! Bunu annemin getirdiği Cumhuriyet gazetesinden öğrendim... Burdur muhabiri Sergül Canıgür ortaya çıkarmış. Kolumun koparılması, ringde işkence, hastanede sağlam elime kelepçe, ayağıma kan toplayacak sıkılıkta zincir vurulması… Yine de benim için en garip olay, bir mahkumun kolu köpeğin ağzında bulundu, haberiydi. Anlatması zor. Rahşan affıyla çıktım. AB uyum yasaları nedeniyle Ceza Kanunu’nda değişiklik olunca Ankara 2 No’lu DGM’ye dilekçe verdim, beni mahkum ettiğiniz suç, suç olmaktan çıkmıştır, fikir özgürlüğüdür, diye. Kabul oldu, beraat ettim. Çıktıktan sonra iki dava açtım. Biri hastanenin kolumun bir köpeğin ağzında bulunmasına sebep vermesinden dolayıydı. Cüzi bir tazminat kazandım, ancak haklılığım vurgulandı. Operasyonla ilgili açtığım davadansa yüz bin maddi, elli bin manevi tazminat kazandım. Ancak Danıştay, “ syan davası var, isyan etmiş olabilirler” diye bozdu. O kararı verdiklerinde aslında isyan davası zaman aşımından bitmişti, evrak vermeme rağmen dinlemediler. Isparta’ya dare Mahkemesi kuruldu. HSYK’nin başında Ali Suat Ertosun var, 19 Aralık Operasyonu’nda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü’ydü hâkim atamalarını o yapıyor. Sonuçta davam, “devletin öldürme yetkisi vardır, o yetkiyi kullanmış” denilerek ret edildi! Şu an Danıştay 10. Daire’de. Kaybedersem, tazminatı faiziyle geri ödemem gerekecek! Hiçbir gardiyan ve yetkilinin yargılanmamasıyla ilgili A HM’ye açtığım davada, iki ay önce haklı bulundum. A HM, Cumhuriyet savcısının hiçbir suçluya soruşturma açmayarak ciddiyetsiz davrandığını, işkencecileri ortaya çıkarmak bir yana şikâyetçi olanları terörist ve kötü niyetli adlandırdığını, samimi olmadığını söyledi. Arkadaşlarıma yirmişer bin Avro, bana da Danıştay davası sonuçlanınca tazminat miktarının açıklanması kararına vardı. Dosyada bir kadın arkadaşımıza tecavüz, kepçeye insanları doldurup yukarıdan aşağıya bırakma, suda bir hafta bekletme var. Eğer Danıştay beni haksız bulacaksa adalet dağıttığını söylemesin. Eylemlerim meşruydu, ancak meşru olmasaydı bile kimse bunu hak etmiyor. Her suçun bir cezası var, artı bir eza gösterme, şeriattaki gibi kolunu, parmağını kesmek olamaz... Kolumu kaybettiğimde cezaevindeyken yazmada ve hayata adaptasyonda eksiklerim vardı, ama asıl zorluğu çıkınca yaşadım. Toplumda kolu olmayan biri olarak var olmak zor. Ancak yaşama zorunluluğum, sevincim var, Nâzım gibi yaşamayı ciddiye alıyorum. Ben 19 Aralık’tan iki gün sonra çıktım; yakılanlar, kurşunlananlar... Ölüm orucunda 122 insan hayatını kaybetti. Koluma kitlenip kalamazdım... Kolsuz da yaşamayı iyi becerdiğimi düşünüyorum. şim var. Evlendim. Çocuğum var. Bir insanın hayatında “başarabileceği” her şeyi başardım. Mesele bir kolu kaybetmek değil, benliğini, haklılığını, adalet duygunu kaybetmemek. Bunları kaybetmedim, ömür boyu kolsuz yaşayabilirim, ancak bunlar olmadan yaşayamazdım. G ATAOL BEHRAMOĞLU Fedon haksız mı? edon’un “Âşıkınım” adlı şarkısını dinleyip de bu şarkıya âşık olmayan var mıdır, bilmem… Moda deyimiyle benim “hit” şarkılarımdandır…. O şarkının sözlerinde, ezgilerinde, buram buram Ege, stanbul, Akdeniz, zmir, Selanik tüter… Ve onlarla birlikte Bodrum ve Büyükada… Fedon bütün bu yörelerin çocuğudur… O bir duygu adamı, bir aşk adamı, aynı zamanda da halkın içinden yetişmiş bilge bir kişilik, ender bir sanatçı, özgün bir müzik ustasıdır… nternetteki biyografisinde, Rum ve Ermeni asıllı Türk şarkıcı deniyor… Bu tam tamına böyledir… Özgünlüğünün, benzersizliğinin kaynağı ve nedeni de bu sentezdedir... Onun kişiliğinde ve şarkılarında bütün bu kardeş kültürlerin birbirinden ayrılamaz bütünlüğü yansır… Onunla dostluğumuzun mekânı Fıstık Ahmet’in Büyükada’daki Prinkipo’sudur. Fedon’la oradaki karşılaşmalarımız her zaman bir sanat, müzik, şiir şölenine dönüşmeye adaydır. *** Birkaç gün önce bizim gazetenin Ankara kaynaklı bir haberinde, Fedon’la yapılmış bir söyleşiden bölümler okudum. Söyleşi, Mehmetçik Vakfı dergisinde yayımlanmış. Bunlar, gazetemizdeki haberin sunumunda da belirtildiği gibi, Türkiye’deki azınlıklara uygulanan ayrımcılığa yönelik eleştiriler. Şu azınlık lafından oldum olası haz etmedim… O sözdeki küçümseme tınısından nefret ederim. Kim, neye göre azınlık? Diyelim ki bir yığın aptal arasına kazara düşmüş birkaç akıllıyı, o aptallara F göre azınlık sayıp küçümseyecek miyiz? Ben aptal çoğunluğun bir üyesi olmaktansa, akıllı azınlıktan biri olmayı bin kez yeğlerim… Bir ülkenin eşit haklara sahip olması gereken yurttaşları arasında azınlık çoğunluk diye bir ayrımcılık olamaz… Ama ne yazık ki Türkiye’mizde bu ayrımcılık fazlasıyla mevcut ve kardeşim Fedon da söz konusu söyleşide bundan yakınıyor… *** Fedon’un eleştiri ve yakınmalarını onun sözleriyle özetleyelim: Diyor ki: “Vatanımı çok seviyorum. Ben 67 Eylül olaylarını yaşayıp onları ülkeme mal etmeyip hâlâ burada yaşayan biriyim. Din, dil, ırk ayrımı yapmayan biri olmama rağmen, bazı yaklaşımlar, gayrimüslim olmamdan ötürü bağnaz kafalar beni çok üzdü. Zaten askerde de boynum bükük kaldı. Şimdi de öyle… Gayrimüslim askerde sadece piyade olur. Muhabere (ulaştırma) olamaz, havacı, denizci olamaz. Sebebini kime sorarsanız, sorun bunun tatmin edici bir cevabını alamazsınız. Ukdedir içimde. Almanya’da emniyet müdür yardımcısı Hüseyin… Başka ülkelerde de aynısı geçerli. Ben neden polis olamıyorum peki? Milletvekili olabiliyorum, belediye başkanı olabiliyorum, ama neden kamu hizmetinde yer alamıyorum?” Fedon’un acıtıcı sorularını ben sürdüreyim… Bu ülkenin Rum, Ermeni, Musevi vb. slam dininden olmayan yurttaşlarının, başbakan, cumhurbaşkanı olamayışının önündeki engel nedir? Bu yurttaşlarımızdan herhangi biri, sanatta, bilimde, sporda, dünya ölçüsünde bir başarı kazandığında, bütün ulusça övünmez miyiz? şte Fedon Kalyoncu… şte onun gibi Büyükadalı sevgili Lefter Küçükandonyadis… şte güzelim bir Türkçeyle yazdığı yapıtları dünyanın belli başlı bütün dillerine çevrilen ve daha da çevrilecek olan kardeşim Mario Levi… Dostum Mıgırdiç Margosyan… şte büyük fotoğraf sanatçımız Ara Güler, değerli opera sanatçımız Jaklin Çarkçı, eskilerden ve yenilerden pek çok değerli sanat, bilim, kültür insanı… Onların başarıları ulusça hepimizin başarıları değil mi?.. Öyleyse bu ayrımcılık, utanç verici bu ikiyüzlülük neden? Fedon eleştirilerinde yakınmalarında haksız mı? *** Dedesi Çanakkale şehidi, dayısı bütün sinema severlerin sevgili kahramanlarından Nubar Terziyan olan değerli Fedon, gençliğinde deniz subayı olmak istiyormuş… şte bir ortak yanımız daha… Benim olamayışımın nedeni, çok erken yaşlarda gözlük kullanmaya başlamış olmam… Fedon’un olamayış nedeni azınlıktan oluşu… Fedon deniz subayı olamadığına üzülmesin… Onun sanatıyla açıldığı denizler, ona engel olanların hayal edemeyeceği enginliktedir… Bütün bu engellerin bir gün utanç verici bir geçmişin karanlıklarında kaybolup gidecek oluşunun asıl güvencesi de sanatın yaratıcı enginlikleridir… G ataolb@cumhuriyet.com.tr www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B