13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

30 OCAK 2011 / SAYI 1297 5 İki dilli bir albüm: Turnalar/Karawher SELDA GÜNEYSU ültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu sanatçısı Melahat Sezgin’in yeni çıkan albümü “Turnalar / Karawher”, iki CD’den oluşuyor. “Turnalar”, Anadolu’dan derlenmiş türkülerden, “Karawher” ise tamamen Çerkez ezgilerinden... Sezgin, bu albümde Anadolu’nun bağrına bastığı iki kültürü, Türk ve Çerkez kültürünü, türkülerle anlatmak istediğine vurgu yapıyor. Çünkü ona göre türküler, geçmişe uzanan en uzun köprüler... “Karawher, turnalara seslenen Çerkezce bir parça. Bu K müziğe dökebiliyorum. İki dilin müziğiyle de hüzünlerimi, sevinçlerimi, coşkularımı yaşayabiliyor, sevgimi dile getirebiliyorum. Ben yıllardır Anadolu türkülerini coşkuyla seslendiriyorum. Balkanların, Kerkük’ün, Azerbaycan’ın ezgilerini de söylüyorum. Albümünüzde yer alan parçaların özel bir anlamı var mı? Daha önce Türkiye’de çok az sayıda Çerkezce albüm yapıldı. Kimi zaman da Türkçe albümlere bir iki Çerkezce parça kondu. Ama bunların Çerkez müziğini, Çerkez kültürünü anlatmaya, tanıtmaya yetmediğini düşünüyorum. Tamamen Çerkezce parçalardan oluşan Karawher’i dinlediğinizde göreceksiniz ki, Çerkezlerin tüm yaşadıkları bu Fotoğraf: NECATİ SAVAŞ topraklarda yaşamış ve yaşayan tüm kültürler için turnalar kutsaldır. Türkü, Çerkezi, Acemi, Kürdü, Lazı, Arap’ı tüm insanlar için turnalar özgürlüğün simgesidir. Bu nedenle de albümün adı Turnalar / Karawher” diyor. Çerkez türkülerini içeren bir albüm çıkarma fikri nasıl gelişti? Ben bir Çerkezim. Türkiye’de yaşayan pek çok Çerkez gibi benim iki anadilim var. Bu nedenle benim türkülerim, benim ezgilerim hem Türkçe hem Çerkezce. Ben duygularımı iki dilde de ezgilere yansımıştır. Biliyorsunuz Çerkezler Kafkasların en eski, en köklü medeniyetlerinden birini geliştirmiştir. Ancak anayurtlarından Ruslar tarafından sürüldükten sonra dünyanın dört bir tarafına yayılırken büyük kayıplar vermişler, büyük acılar yaşamışlardır. Ama bu o kültürün yol olmasına yetmemiş, yerleştikleri her toprakta bir biçimde kendi kültürlerini yaşatmayı başarmışlardır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi... İstanbilako, insanın yüreğini burkan bir ağıttır. Gemilerle İstanbul’a sürgün gelirken yakılmış bir ağıttır, gözyaşı doludur. Ama hayat hep acı değildir, Hoyrarira coşkulu bir haykırıştır. Aşk, toplumlar ne yaşarsa yaşasın, hiç yok olmaz. İşte Albina da müthiş bir aşk şarkısı. Kızımın adını taşıyan Albina, TürkÇerkez hiç fark etmez herkesin dans etmek isteyeceği bir aşk şarkısı. Ya albüme ismini veren Karawher, yani turnalar, o ne anlatıyor? Albüm kapağında da anlatmaya çalıştım; Karawher, turnalara seslenen Çerkezce bir parça. Bu topraklarda yaşamış ve yaşayan tüm kültürler için turnalar kutsaldır. Türk’ü, Çerkezi, Acemi, Kürt’ü, Lazı, Arap’ı tüm insanlar için turnalar özgürlüğün simgesidir. Alevisi, Sünnisi, Bektaşisi, Mevlevisi, Yezidisi, Nasturisi tüm inanışlar için turnalar özel anlamlar yüklüdür. Kimi zaman “turna donuna girmiş” bir ermiştir, kimi zaman “yar”dır, “yaran”dır. Kimi zaman hasret yüklü haberler getirir, kimi zaman sitem dolu selamlar götürür. Bu Çerkez halk şarkısı da Karawher’e yani turnalara sesleniyor. Büyük Çerkez göçünden sonra uzaklarda, dağların ardında kalanlara özlemleri, sevdaları, tutkuları götürmeleri isteniyor. Dikkat edilirse albümdeki tüm parçalar Türkçe veya Çerkezce. Yalnız Karawher, turnalar, hem Türkçe hem Çerkezce. Albüme ismini veren parça böylece iki dilli, iki kültürlü olarak kendini anlatıyor. Zaten bu albümü dinlediğinizde Ankara Devlet göreceksiniz ki, gerek türküler Türk Halk gerekse Çerkezce ezgiler aynı duyguları, aynı coşkuları aynı Müziği Korosu sevdaları anlatıyor. Günümüz gençleri genellikle sanatçısı popüler müzik dinliyor. Bazen Melahat gençlere türküleri sevdirmek için pop, hatta rock tarzı söylenen Sezgin’in hem türkülere rastlıyoruz. Sizin de farklı yorumlarınız var, albümünüzün Türkçe hem gençlerimize türküleri de Çerkezce sevdireceğini düşünüyor musunuz? seslendirdiği Türküleri sevdirmek için özüne müdahale edilmesini doğru yeni albümü bulmuyorum. Türkü türküdür, pop dinleyici ile poptur; hepsi kendi biçimleri içinde söylenir. Ancak bu yeni buluştu. arayışlara engel değildir. Örneğin biz farklı enstrümanlar kullandık. Saksafon, ağıtlarımıza müthiş yakışıyor. Turnalar’da öyle saksafon sololar var ki New Orleans cazı tadı alacaksınız. Örneğin bir Selanik kına ağıdı olan “Çalın Davulları Çaydan Aşağıya” parçasına saksafon öyle bir uyum sağladı ki, şimdi bana sanki bu parça saksafonsuz çalınamazmış gibi geliyor. “Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın”, aslında bir sanat müziği parçasıdır. Ama biz öyle bir düzenledik ki, saksafon, klavye eşliğinde çalınan keyifli bir parça oldu. Hepimiz çok sevdik. “Beni Attın Aygız Ataşa” hepimizin bildiği Azeri bir parça. “Gönlüm Senin Esirin”, “Gül Kuruttum”, “Harman Yeri Sürseler”, “Sabahın Seherinde Ötüyor Kuşlar”, “Devrent Deresi” ve “Üğrünü Üğrünü Gelir Dereden” artık klasikleşmiş diyeceğimiz, demirbaş türküler. Ama bu türküler öyle düzenlendi ki, hem en tiryaki türküseverler çok beğeniyor, hem cazseverler, rock severler. Bu anlamda başarıyı yakaladığımızı düşünüyorum. Siz türkülerin ruhunu yakalar, iyi yansıtırsanız herkese ulaşacak, herkes tarafından sevilecektir. G ATAOL BEHRAMOĞLU “Tıbbiyeli”lerin gazetesi S izleri bu hafta bir hekim gazetesiyle, İzmir Tabip Odası’nın iki ayda bir yayınladığı “Tıbbiyeli”yle tanıştırmak istiyorum. Tıbbiyeliler, özellikle askerî tıp öğrencileri, Kurtuluş Savaşımızda ve Cumhuriyetimizin kuruluş süreçlerinde önemli bir yere sahiptirler. Bu saygınlık ve önem, başlangıcını 14 Mart 1827 tarihinde Sultan II. Mahmut tarafından “Tıphane ve Cerrahhanei Amire” adıyla kurulan, adı 1839’da “Mektebi Tıbbiyei Askeriyei Şahane” olarak değiştirilen Tıp Fakültesinin açılışından alıyor. Böylece Tıbbiye Mektebi, tıpkı muvazzaf askeri okullar gibi, devrimci, yenilikçi bir etkinliğin ürünü olarak varlık buluyor. Sözünü ettiğim gazete, bu yıl Ocak ayına rastlayan 3. sayısında, askeri tıbbiyenin ve genel olarak Tıp mesleğinin devrimci bir simgesi olarak kabul edilen Tıbbiyeli Hikmet’in anlatıldığı bir de CD veriyor. *** Askeri Tıp öğrencisi Hikmet, Sivas kurultayına İstanbul’daki askerî tıp öğrencilerinin temsilcisi olarak katılmış. Orada söyledikleriyle Mustafa Kemal Paşa’yı etkileyip duygulandırmış. Sonraki yıllarda, Mustafa Kemal’in verdiği Boran soyadı ile Cerrahpaşa Hastanesi Başhekimi olan Dr. Hikmet Boran, 14 Mart Tıp Bayramının fikir babası imiş. Meslekî simgeler önemlidir. Dr. Hikmet Boran ülkemizde tıp mesleğinin bir simgesi olmayı belli ki bileğinin hakkıyla kazanmış. *** Elimdeki gazetede Prof. Dr. Erdener Özer’in “Hepimiz Aynı Gemideyiz” başlıklı yazısını dikkatle okudum. Prof. Özer, ülkeyi her anlamda ve her alanda bölerek içinden çıkılması çok güç kaoslar yaratan AKP’nin tıp alanında yaptıklarını özetlemiş. Bunları burada sıralamaya yazımın sınırları yeterli değil. Belli ki bu alanda da bu iktidar çok planlı gelmiş. Ne yapmak istediğini iyi biliyor. Eninde sonunda gerçekleştirmek istediği ise, Prof. Özer’in de belirttiği gibi “borç batağındaki üniversite hastanelerini Sağlık Bakanlığı’na, daha sonra tüm hastaneleri Kamu Hastaneleri Birliği’ne bağlamak; hekimlik alanı kısıtlanmış, kamu ya da özel alanda kıstırılmış, sözleşme kelepçesi takılmak üzere olan, taşeronların kölesi hekimler yaratmaktır…” Prof. Özer içten içe bir kaygı çığlığının duyumsandığı yazısında, tüm hekimlere “hepimiz aynı gemideyiz” diye seslenerek daha güçlü dayanışma çağrısında bulunuyor… *** “Sağlıkta Cinsel Ayrımcılık”, gazetenin bu sayısında işlenen yaşamsal önemde bir konu. İran’da ya da Suudi Arabistan’da nasıldır, bilmiyorum. Fakat bu gidişle ülkemizde sadece hekim ya da sağlık personeli bazında değil, hastaneler bakımından da cinsel ayrımcılıkla karşılaşılması hiç de şaşırtıcı olmayacak. Çocuk Hastaneleri, belirli konularda uzmanlaşmış hastaneler gibi, sadece kadın ya da sadece erkek hastaların kabul edildiği cinsel kimlikli hastaneleriyle de bu iktidar döneminde karşılaşmak, olmayacak şey değil… Kuran kursu ya da bir cemaat okulunun yazlık kampında girdikleri ırmakta (ya da denizdi belki) boğulma tehlikesiyle karşılaşıp, erkeklerin kurtarma çabalarını reddederek boğulan kızları unutmadık. Erkek hekime muayene olmamak için can vermeyi göze alan kadınlar bizim toplumumuzda herhalde hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bu iktidar döneminde böyle bir trajedinin çok sayıda tekrarı kendi payıma benim için hiç şaşırtıcı olmaz. *** “Doktorlar ve Şairler” başlıklı bir yazımda, birbiriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen bu iki meslekten insan arasındaki benzerliklerden ve yakınlıklardan söz etmiştim… Orada sayıp döktüklerimi burada sıralamaya gerek yok… Fakat bu benzerliklere aydınlanma bilinci ve dayanışma ruhu da eklenmiş oluyor. Gerçekten de bu ülkenin aydınlanmasında şairlerin öncü bir işlevi hep olmuştur. Bu nedenle, ülkemizde tıp alanında da yaşanmakta olan büyük sorunların ortaya konulmasında ve çözüm önerilmesinde öncü ve devrimci bir kimlikle yayınını sürdüren “Tıbbiyeli”ye, başta hekimler, tıp öğrencileri ve tüm sağlık personeli olmak üzere her kesimden aydının dikkatini çekmeyi kendim için öncelikli görev sayarım… G [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle