13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 30 OCAK 2011 / SAYI 1297 Eylül’de bile gülebilmek zamanlar cezaevlerinde polisler görev yapıyordu, diyerek başlıyor anlatmaya 50’li yaşlarına gelmiş bir kadın. O zamanlar dediği, 30 yıl öncesi, 12 Eylül 1980. Evet, yine bir 12 Eylül haberi okuyacaksınız. Ama hemen öyle düşürmeyin yüzünüzü, çünkü bu seferki farklı, bu seferki 12 Eylül’e rağmen gülmeyi başarmak üzerine. Bakın nasıl devam ediyor hikâye: “Bir gün sayım yapılırken kaçıp revire saklandım. Revirdeki ranzalar örtülerle kapatılırdı. Alt ranzanın örtüsünün arkasına saklandım. Kadın polis sayımı yapmış, bir eksik olduğunu görünce beni aramaya çıkmıştı. Ayak seslerinden yaklaştığını anlıyordum. Perdenin önüne gelince durdu, elini perdeye atıyordu ki, ben çıkıp ‘Bööö’ diye bağırdım. Korkudan geri sıçradı. Gerçekten çok komikti”. ESRA Ekrandaki kadın bunu yaptıktan sonra dayak yedi mi bilmiyorum, ama AÇIKGÖZ anlatışından, gülüşünden belli ki, o gün koğuş onun sayesinde ağız dolusu güldü. Kuşkusuz mizah insanlığın sahip olduğu en önemli yetenek. Gülebilmek; ölüme, acıya, işkenceye, karanlığa rağmen gülebilmek tutuyor çünkü insanlığı ayakta. İşte gazeteci İlknur Yılmaz da 12 Eylül’ün başka bir yüzünü anlatıyor “Eylül’de bile gülmek” belgeselinde. O 12 Eylül 1980, milyonlarca insanın hayatını etkiledi; idamlar, işkenceler, vatandaşlıktan çıkarılmalar, fişlenmeler... Saymakla bitmez. Ancak Eylül’e rağmen gülmeyi başarabildi insanlar. İlknur Yılmaz, “Eylül’de bile gülmek” belgeseliyle işte bu hikâyeleri anlatıyor. Kimi komik, kimi trajikomik hikâyeler bunlar. İnsanların Eylül’e rağmen ayakta kalmayı başarmasının yolunun gülmekten geçtiğini de gösteriyor. “Eylül’de bile gülmek” belgeselinin fikri nereden çıktı? 12 Eylül’ün acı bilançosu herkesi etkiledi. Toplumun tüm kesimlerini baskı altına almak isteyen darbenin bu konuda başarısız olduğu söylenemez. Darbenin etkileri hâlâ yaşamımızı etkilemeye devam ediyor... Çok sayıda insan gözaltına alındı, işkence gördü, cezaevlerine atıldı, vatandaşlıktan çıkarıldı, idam edildi. Bunlar az da olsa filmlere, belgesellere, kitaplara konu oldu. Ama bunca acıya dayanmanın, hayata tutunmanın en önemli yollarından birinin mizah olduğu unutuldu. 12 Eylül de kendi mizahını yaratmıştı. Oysa biz 12 Eylül’ü hep acılar, baskılar üzerinden konuştuk... Evet, o dönemde insanların sadece acılar içinde kıvranmadığının, bir şeyleri değiştirmek, Desen: dönüştürmek için mücadele ettiklerinin, icatlar CANER yaptıklarının, kendi sınırlarını nasıl aştıklarının gösterilmesi gerekiyordu. Düşünsenize DUYAR koskocaman örgütlü bir devletsiniz. Ordunuz, polisiniz, askerleriniz, cezaevleriniz, koca koca kapılarınız, koca koca kilitleriniz var. Ama tüm olanaksızlıklara rağmen sizin denetiminizde olan bu insanlar tünel kazıyor ve 29’u birden kaçıp gidiyor. Bu komik değil de nedir? Bir araya getirilmemesi, birbiriyle görüştürülmemesi gerektiğini düşündüğünüz bu insanlar mors alfabesi geliştiriyor, daha akıl alamayacak bir sürü yöntemle iletişim kurmayı başarıyor. Edebiyatımızda hiç de azımsanmayacak oranda şiir, roman cezaevinde yazıldı, “yasal olamayan” yollarla çıkarılarak yayınlandı. Dost sohbetlerinde anlatılan bu direniş öykülerinin herkesle paylaşılması gerektiği düşüncesi bu belgeseli oluşturdu. Biz bir şeylerden vazgeçmemeyi, aklın ve sabrın sınırlarını sonuna dek zorlamayı, “olamaz mümkün değilin” peşine düşmeyi, galiba darbelere ve zorlu yıllara borçluyuz. Hikâye bulmakta zorlandınız mı peki? Güldüğümüz bu hikâyelerin bir bölümü yaşandığı dönemde de insanları güldürmüş hikâyeler, bir bölümü de o dönmede acıklı olan bugün gülerek hatırladığımız trajikomik hikâyeler. İnsanlık var oldukça mizahın da var olacağının, kahkahaların gözyaşlarından süzülerek geleceğinin de bir kanıtı aynı zamanda. Belgesel için İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Antalya, Denizli, Muğla, Ordu, Artvin gibi birçok ile gidip 90’dan fazla kişiyle röportaj yaptık. Gittiğimiz illerde İnsan Hakları, Devrimci 78’liler Dernekleri, EMEP, ÖDP, BDP ve daha birçok siyasi parti, sendika yönetimleri bize yardımcı oldu. “Eylül’de bile gülmek”, 45’er dakikalık dört bölümden oluşuyor. Anlatılan hikâyeler içinde sizde en çok iz bırakanı hangisi oldu? Hepsi de komik hikâyelerdi. Mesela kadınlar koğuşuna sayım yapmak üzere gelen askerlerin içeri adım atmasıyla elektrikler kesiliyor. Karanlıkta, muzip bir kadın da “Hücum arkadaşlar” diye bağırıyor, birkaç saniye geçip de jeneratör devreye girince kadınlar bir de bakıyorlar ki, komutan ve askerler kendilerini yere atmış. Kadınlar o hallerini görünce kahkahayı basıyor tabi. İstiklal Marşı’nın on kıtasını zorla söyletmeye çalışıp, bunu işkence haline getirmek isteyen askerlerin kendilerinin de aslında bu İlknur Yılmaz. Fotoğraf: VEDAT ARIK marşları bilmediklerinin ortaya çıkmasına güldüm. Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “et fiyatlarının makul seviyeye çekileceği ve fiyatının arttırılmasının yasaklandığı” açıklamasını yapması da başka bir komedi. Eşcinsellerin İstanbul’dan trenlere bindirilerek henüz sıkıyönetim ilan edilmeyen Eskişehir, İzmit gibi illere götürülüp bırakılmalarıysa trajikomik hikâyelerden. Siz 12 Eylül’ü nerede karşıladınız? Ben üniversite öğrencisiydim. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydim. Daha önce yasaların izin verdiği dergilerin, gazetelerin, afişlerin, dernek, sendika, birçok örgütün çalışmalarının bir gecede yasaklanması ve geriye dönük olarak bu faaliyetlerinden ötürü yargılanmaları anlaşılır bir şey değildi. Bunu bütün toplum gibi ben de yaşadım. Öldürülen arkadaşının cenaze törenine katılmak suç oldu. Daha önce okuduğun dergi, kitap, izlediğin film suç oldu. Öğrenim hakkımız engellendi. Yıllarca iş bulmakta zorlandık. Ailelerimiz, çocuklarımız cezalandırıldı. Sevdiklerimizi görebilmemiz engellendi. Elimizden alınan tüm bu hakları birer birer geri alabilmek bugüne kadar uzanan bir mücadelenin sonucudur. Keşke “Tüm bunlar yaşandı ama bitti” diyebilsek. Hâlâ işkence var. Hâlâ cezaevleri tıka basa dolu. Hâlâ hak gaspları, milliyetçi kışkırtmalar devam ediyor. Sizin de Eylül’e rağmen güldüğünüz hikâyeniz var mı? O dönem, radyo ve televizyonlarda polis arananların isimlerini okurdu. Uzun listelerdi bunlar. Önce kod adları söylenirdi. Annem bir gün listeyi dinliyordu. Spiker, “Ahmet kod adlı Mehmet bilmem ne, Ayşe kod adlı Fatma” diye isimleri sayıyordu. Birden hayıflanmaya başladı annem, “Vah vah hepsi de aynı sülaleden. Baksana hepsi kod adlı sülalesinden” diye... O sıralar oğlumsa 56 yaşında. O yaşta, polise yanlış bir şey söyleyen akrabamız için “Allah Allah niye çözülmüş acaba?” deyince annem dışında herkes şok oldu. Annemse “O ne biçim laf, adam buz mu çözülsün? Bu çocuk bu sözleri nereden uyduruyor” diye söylenmişti. Belgesel nerelerde gösterilecek? Belgesel şu anda Hayat Televizyonu’nda Cumartesileri saat 21.00’de yayımlanıyor. Bazı festivallere başvurduk. Kabul edilirse oralarda gösterilecek. Talep olursa sanırım gösterimler düzenlenebilir. Tüm okurlarınıza, komik veya acıklı böyle zor günlerin yaşanmadığı, darbelerin, savaşların olmadığı, halkların kardeşçe yaşadığı günler dilerim. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle