22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 14 HAZİRAN 2009 / SAYI 1212 Nâzım’ın pazar şiiri ATAOL BEHRAMOĞLU âzım Hikmet’in “Bugün Pazar” dizesiyle başlayan ünlü şiiri, 1938’de Ankara’da, “Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları” başlığı ile yazılan üç şiirden sonuncusudur. 17 Ocak 1938 tarihinde İstanbul’da bir akrabasının evindeyken gözaltına alınan şair, kısa bir süre İstanbul’da gözaltında tutulduktan sonra Ankara’ya gönderilmiş, Ankara Merkez Komutanlığı Askeri Cezaevi’nde bir hücreye kapatılarak kırk gün kimseyle görüştürülmemiş; gözaltına alınışından ancak iki ay sonra, 11 Mart 1938’de kendisine verilen iddianameden Harp Okulu davası diye adlandırılan yargılamanın sanıklarından olduğunu öğrenmiştir... Aralarında “Bugün Pazar”ın da bulunduğu üç şiir, bu sırada yazılmış. Yazılışının üzerinden yetmiş yıl geçtikten sonra da, on iki dizelik bu kısacık şiirin, etki gücünü yitirmeyişi bir yana, şairin dilden dile dolaşan en ünlü şiirleri arasında yer almasının nedenleri neler olabilir? Bu pazar söyleşisinde bunun üzerinde düşünmek istedim. Sistemdeki çatışma şiddete dönüşüyor... Hızlı kentleşme, işsizlik, ekonomik zorluklar, hoşgörüsüzlük, medya, silahlanma... Sosyolog Nilüfer Narlı ve psikolog Halis Ulaş, son aylarda iyice artan cinayet, şiddet olaylarını bunlara dayandırıyor. Tehlike büyük, çünkü şiddetin vahşeti her geçen gün daha da artıyor. Bunda şiddetin seyirlik olması da etkili, artık ölüm haberleri üstümüzden akıp geçiyor. ESRA AÇIKGÖZ noktada, daha önce yaşanan anne cinayetlerini hatırlatıyor Narlı, “Türkiye’de iki kadın arasında daha önce bu kadar yoğun şiddet yaşandığını görmüyorduk. Ancak artık şiddetin her boyutunun bir enstrüman olarak benimsendiğini, en ufak bir anlaşmazlıkta şiddetin kullanıldığını görüyoruz” diyor. Peki şiddetin vahşetini arttıran etkenler neler? “Türkiye’nin son 15 yılda yaşadığı hızlı kentleşme ve bunların getirdiği bazı sosyal sorunlar kentlerde büyük bir gerilim yaşatıyor. Ayrıca hızlı kentleşme yaşanan yerlerde anomi sorunu ortaya çıkar. Anomi, normsuzluklar durumudur. Yani insanların neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tartamayacak duruma gelmeleri. Genelde anominin yaşandığı yerlerde intiharlar oluyor. İntiharda kişinin kendine şiddet uygulaması, zarar vermesidir.” Kavramların içinin boşaltıldığı, sınırların silikleştiği, doğru ve yanlış arasındaki çizginin flulaştığı bir devirde yaşadığımız gerçek. Üstelik öyle hızlı yaşıyoruz ki, hiçbir şey için uzun uzun düşünüp, keder yaşamaya ne vaktimiz var ne de vicdanlarımızda bu kadar yer. Ölümün bile seyirlik bir hale geldiği, “vicdan erozyonu” yaşandığı bu dönemde, sık sık bahsettiğimiz “hoşgörü” de bir sözcükten öteye geçemiyor. Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Yılmaz Esmer’in öncülüğünde, 34 ilde 1715 denekle yapılan “Radikalizm ve Aşırıcılık Araştırması” da bunu doğruluyor. Dahası, katlanılır olanların aslında ne kadar daraldığını da. Hoşgörüyü ölçmek amacıyla sorulan soruda denekler “İstemem” dedikleri komşuları sıralıyor. Tanrı’ya inanmıyor mu? İstemem! İçki içen mi? İstemem! Nikâhsız yaşayan mı? İstemem!.. Geriye “hoşgörülebilir” Dr. Halis Ulaş. pek de bir şey kalmıyor. “Dünyada değer sistemleri bir sarsıntı geçiriyor” diyor Narlı, “fakat Türkiye’deki sorun çok daha derin. Demografik, kültürel, ekonomi politik değişimleri son 20 yılda yaşadı. Hızlı değişim, insanların değer yargılarında sarsılmalara neden oldu. Ayrıca sistemdeki çelişki ve çatışmalar psikolojiye yansıyarak insanların içinde çatışma ve çelişkiler yaratıyor.” N *** Şiir öncelikle dilsel bir yaratı olduğuna göre, oradan başlayalım. Bence şiirin ilk iki dizesi, bir senfonik giriş gibi, okuru (ya da dinleyeni) bir anda etkisi altına almaktadır. A “Bugün Pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.” Şairin kırk gün bir hücrede kapalı tutulduktan sonra güneşli bir pazar günü cezaevi avlusuna çıkarıldığından haberi olmayan okur bile, bu sözlerden, bu sözlerin söylenişindeki “tını”dan etkilenecektir. “İlk defa” ve “güneşe çıkarılmak” sözcükleriyle, gereksinim duyduğunuz, özlediğiniz, fakat yapılması iradeniz dışında olan bir şeyin, başkalarınca ve uzun bir süre sonra yaptırıldığı, yapılmasına izin verildiği anlatılıyor. Kavramsal anlam budur. “Tını” dediğim şey ise, seçilen sözcüklerin ve sıralanışlarının yarattığı dizem (ritim) etkisidir. Şiirselliğini mecaz ya da benzetmeden değil de, dilin kendisinden, söylenişinden, tınısından alan şiirin gizi de tam olarak buradadır. Mecazsız ve benzetmesiz, fakat dilsel, anlamsal, uyumsal, tınısal etkilerin toplamı... Bundan başka, yine giriş dizeleriyle ilgili olarak, günlerden pazar oluşunun altını da çizmeliyiz. Şiirin sonraki dizelerindeki “toprağa saygıyla oturmak”, “sırtı duvara dayamak” vb., bir pazar günü dinginliğinin, rahatlığının (herkesçe bilinen) çağrışımlarını da içermekte, onlarla örtüşmektedir... Aynı giriş dizelerindeki “pazar”, “çıkardılar” uyağının (şiirin bütünündeki bütün uyaklar için böyledir bu), bir süsleme, ya da sadece akıcılık sağlamaya yarayan bir dış ses öğesi değil, yine “tını”yı (iç ses’i) destekleyen anlamsal işleve sahip bir yapı öğesi olduğunu da gözden kaçırmayalım. Bu zaten, şiirselliğini mecaz ya da benzetmeden çok, anlamses birlikteliğinden alan bütün şiirler için az çok böyledir. *** “Bugün Pazar” için söyleyeceklerim bitmedi. Bir pazar yazısında şiir tekniğine ilişkin bir konuda şimdilik bu kadar yeter. Fakat bir başka pazar söyleşisi ile kaldığım yerden sürdüreceğim... G ataolb@cumhuriyet.com.tr dana’da ilköğretim okulu yedinci sınıf öğrencisi Rabia A., babasına ait ruhsatlı tabancayla, kendisini okula göndermek istemediğini ileri sürdüğü annesi Songül A.’yı yatakta uyurken başından vurdu. Polis Rabia A.’yı yakaladığında elinde çantası sınava girmeye çalışıyordu. Savcı onayıyla SBS’ye girmesine izin verildi... Yabancı uyruklu bir kadınla evlendiği için astsubaylıktan atılan, ardından ailesine ait minibüsü işletirken iflas edip borca girince ailesiyle arası açılan Murat Yüksel (38), babası, annesi, iki kardeşi ve çocukları ile kardeşinin eşini katletti... Adana’da 31 yaşındaki Murat K., eşi Sevim K. ile komşusu Ayşe A.’yı başlarına tek kurşun sıkarak öldürürken, eşiyle ilişkisi olduğunu öne sürdüğü sürücü Kadir K.’yi de yaraladı. Dinar’da, evlenmek istemeyen Nimet Gürpınar yengesi ve onun iki kardeşi tarafından evlenmeye ikna edilmek için kaçırıldı, sopalarla dövülerek öldürüldü. Mardin’de korucular köy basıp, kadın, erkek, çocuk 45 kişiyi katletti... Daha onlarca cinayet yazabilirim. Ancak anlamı yok, birkaç satır sonra ne isimler kalacak aklınızda ne de hikâyeler... Haksızlık yapmayayım, içinde bir burukluk, yüzünde bir buruşuklukla okuyanlar da olacak bu yazıyı, ama onlar da pazar kahvaltılarına dönüp, unutacaklar. Çünkü şiddet aslında öyle uzun zamandır hayatımızın bir parçası ki, üzerine ağır ağır düşünüp, vicdanımızda derin derin yer etmiyor artık. MEDYADAKİ ROL MODELLER... Kuşkusuz, şiddetin yaygınlaşmasında, kanıksanmasında medyadaki rol modellerinin de etkisi büyük; özellikle de şiddete ve güce tapılan dizilerin, filmlerin. Narlı, bu tür filmlerdeki adam öldürme sahnelerinin şiddetin dehşetinin boyutlarını sınırsızlandırdığını söylüyor. Medyadaki rol modelleri özellikle ailede, okulda ya da hayatının farklı alanlarında şiddetle karşılaşan kişiler üzerinde daha derin ve güçlü bir etkiye sahip. Çocukların meraklı olduğu diziler de şiddet unsurları yüklü. Psikiyatr Dr. Ulaş, “Küçük yaştaki çocukların televizyonda şiddet görüntülerini izlemesi, gerçekfantezi ayrımını yapamayan bu çocukların olumsuz etkilenmesine neden oluyor” diyor, “Şiddet görüntülerini/filmlerini izleyen çocuklar, kötüleri cezalandırmak adına da olsa şiddetin ‘işe yaradığı’ mesajını alıyor ve şiddet davranışını benimseme riski ile karşı karşıya kalabiliyor. Şiddet görüntülerine maruz kalmak bizleri de örseliyor, ayrıca şiddetin olağan bir yaşantı şeklinde algılanmasına yol açarak duyarsızlaşmamıza neden oluyor. Şiddet sıradanlaşıp seyirlik bir oyuna dönüyor ne yazık ki. İnsan yaşamları teknik ayrıntılara, istatistiklere dönüşüyor. Dolayısı ile ‘dünyanın güvensiz bir yer olduğuna’ dair bir algıyı pekiştiriyor.” Ayrıca şiddetin sık sık kullanılması, onun niteliğini de değiştiriyor, hem de hiç farkında dahi olunulmadan. Yapılması gerekenler mi? İşe, şiddetin yaygınlığını azaltacak bir eylem planı ile başlanabilir. Ailelere, okullara çağrı yapılmalı. Ulaş, silahlanmaya karşı ciddi önlemler alınmasını, toplumun silahtan arındırılması için acil ve ciddi düzenlemelere gidilmesini öneriyor. Narlı ise, öğrencilerin şiddetten uzaklaşabilmesi, onu bir enstrüman olarak görmemesi için ilkokuldan itibaren insan hakları ve anlaşma çözümünde barışçıl yöntemler dersi verilmesinin de çok faydalı olacağını söylüyor. İnsanların bireysel vicdanını da güçlendirmenin yolu bu eğitimlerden geçiyor. G AİLE İÇİ ÇATIŞMALAR ARTTI... Emniyet Müdürlüğü’nün istatistiklerine göre 2006’da insana yönelik suçlar bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 60 arttı. Ayrıca Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü’nün verileri de 20002007 yılları arasında suç sayısında yüzde 63 oranında artış olduğunu gösteriyor. Peki ya bugün? Son birkaç yılın suç istatistikleri yayınlanmadığından artış olup olmadığını söylemek mümkün değil, ancak Bahçeşehir Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Nilüfer Narlı, şiddetin rakamsal olarak artmasa da, boyutlarının değiştiğini, dehşetinin büyüdüğünü söylüyor. Türkiye’de aile içi çatışmalarının arttığını düşünüyor Narlı. Cinayetlerin büyük bir hınç ve nefret sonucu işlendiğini söylüyor. En üzücüsü de, destek alınarak önlenebilecek olması... “Adana’daki kızın ulaşabileceği bir destek olsa, sonuç farklı olurdu” diyor, “Türkiye’de aileler gerek işsizlikle ilgili sorunlardan, gerek borçlardan dolayı daha fazla aile içi çatışma yaşıyorlar. Sosyal hizmet uzmanlarının devreye girmesi birçok şiddet olayını engelleyebilir. Mesela, anlaşmazlıkları çözemeyen aileler, bir telefonla sosyal hizmetlere ulaşıp destek alabilirler. Ancak bunu sağlamak, önemli bir planlama gerektiriyor.” Dokuz Eylül Üniversitesi psikiyatri anabilim dalı öğretim üyesi Dr. Halis Ulaş; suç oranlarındaki artışı salt bireyin psikolojisi ile açıklamanın çok tehlikeli olduğunu söylüyor, şiddeti üreten toplumsal ve siyasal, kısmen kültürel kaynakları gözden geçirmek gerekiyor. “Şiddetin bir problem çözme yöntemi olarak sunulması, hukukun gerektiği gibi işlememesi, insanların kendi hukuklarını oluşturma eğilimini doğuruyor” diyor, “Ayrıca Türkiye’de şiddet modellerinin çok yaygın olması ve bireysel silahlanmanın ürkütücü boyutlara ulaşması da şiddete davetiye çıkarıyor.” Nilüfer Narlı. Araştırmalar, üç kadından birisinin şiddet gördüğünü gösteriyor. Üstelik aile içi şiddet sadece erkeğin kadınlara uyguladığı şiddetle sınırlı değil, annenin de çocuklara şiddet uygulaması söz konusu. Tam da bu C M Y B C MY B ÜÇ KADINDAN BİRİ ŞİDDET GÖRÜYOR
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle